27 Şubat 2016

Bir yaranın içinde olmak

"Biz adalet istedik, biz barış istedik, onlar bizi kurşunladılar..."

Hatırlıyorum, '92 yazıydı.

Dayım, Ankara’da Özgür Gündem gazetesi muhabiriydi. Bir gün eve geldi ve “Ben Diyarbakır’a gidiyorum” dedi.

“Neden?” diye sordum.

“Gazetede çalışan bir arkadaşımızı öldürdüler Diyarbakır’da” cevabını verdi.

Dayım 25, ben 12 yaşındaydım.

Dayımın öldürülen gazeteci arkadaşının ismi ise Hafız Akdemir’di...

Daha sonra öğrendim ki, 90’ların o karanlık günlerinde farklı kurumlardan birçok gazeteci İstanbul’dan, Ankara’dan Diyarbakır’a meslektaşları ile dayanışmak için gitmiş.

24 yıl sonra, şimdi ben, bir gazeteci olarak meslektaşlarıma yönelik şiddeti protesto etmek ve onlarla dayanışmak için Diyarbakır’dayım.

Uçağımız Diyarbakır’ın birkaç ay önce hizmete açılmış yeni havaalanına doğru inişe geçerken, içimde '92 yazından bugüne kadar geçen 24 yılda ölümlerden ve yıkımlardan bir gram ders almamış bir ülkede yaşamanın yorgunluğu vardı.

Bölgede yaşanan insanlık dramını anlamak ve anlatmak, burada kelle koltukta görev yapan meslektaşlarımıza destek vermek için bir araya gelen “Haber Nöbeti” inisiyatifinin Diyarbakır’a gelen 4. grubunda yer aldım.

Ben haber nöbetimi henüz genç bir kanal olan Azadi TV’de tuttum. Kanalda çalışan her bir meslektaşıma ayrı ayrı hayran kaldım. Cesaretlerine, doğru bilgiye olan inançlarına ve ne olursa olsun hep gülen gözlerine...

Haber Nöbeti ekibi olarak, kentin farklı yerlerine dağıldık. Üç gün boyunca, Diyarbakır ve Silvan’da farklı toplum kesimlerinden birçok insan ile görüştük.

Kentin en önemli gündemi, yaklaşık 90 gündür kenti top ve silah sesleri ile çınlatan operasyonlar nedeniyle Sur içinde mahsur kalan 200’e yakın sivilin hayatının kurtarılması.

Ancak günlerdir HDP’liler, STK temsilcileri ve aydınlar ile devlet yetkilileri arasındaki tüm görüşmelere rağmen sivillerin bölgeden tahliyesi için bir yol bulunabilmiş değil.

Aylardır yüzlerce insanın ölümünü çaresizce tanık olan kentte kime dokunsanız size yakınlarının veya  arkadaşlarının ölümünden, yaralanmasından, tutuklanmasından bahsediyor. 

Şimdi ben aradan çekiliyor ve sözü bölgedeki şiddeti her gün bizzat yaşayan bu insanlara bırakıyorum:

Öğretmen Saliha Zorlu:

“Sur’da sekiz bine yakın öğrenci eğitimden uzaklaştı. 15 okul da fiilen kapalı. Sıra arkadaşlarının ölümüne tanık olan çocuklar oldu. Ben kendim iki öğrencimi kaybettim. Güvenliğin olmadığı bir yerde eğitim verebilmek mümkün değil. 8. ve 11. Sınıflar için telafisi olmayan bir süreç yaşanıyor çünkü sınav tekrarı hakları yok. Öğrencilerimden biri top atışlarını duymaktan ders çalışamadığını, kendisinden artık çok beklenti duymamamı söyledi. Çatışan çocuklarla kentin varlıklı bölgelerinde oturan çocuklar arasında sınıfsal bir uçurum var.”

Azadi TV Editörü Remzi Budancir:

“Cenaze haberi vermekten bıktık. Ama bu gündemde normal haber yapma şansımız yok. Artık burada ne habercilik, ne esnaflık, hiçbir şey normal değil, hiçbir şey normal işlemiyor. 90’ları görmüş, yaşamış olanlar için bile bugün şok edici şeyler yaşıyoruz. Bunlar çok fazla etkileniyoruz. 90’larda pek çokları için olup bitenler sanki uzakta bir köyde yaşanıyordu, bugün şehrin ortasında yaşanıyor. Herkesin hedef haline gelmiş olması, çok büyük bir travma. Genç nesil şiddeti görüp metropollere göç ediyor. Bu nesil dinledikleri kabus hikayelerine tanık olmuş olmanın travmasıyla yaşayacak.”

Silvan Belediye Başkanvekili Zuhal Tekiner:

“Eskiden bir eylemde TOMA gelir üzerimize su sıkar giderdi. Şimdi Range’lerden, sivil araçlardan insanların üzerine kurşun sıkılıyor. 90’larda da Toros’lar gelip kurşun sıkarlardı. Halkta ‘başıma birşey gelirse kimse bana sahip çıkmayacak’ duygusu hakim. Tek amaçları yaşamlarını idame ettirebilmek. Biz son yıllarda akşamları, geç saate kadar sokaklarda yaşayan bir ilçeydik. Şimdi akşam 6 olunca herkes evine çekiliyor. Kadınlar, sokağa çıkmaktan, alışverişe gitmekten çekiniyor.”

Adını vermek istemeyen bir 50 yaşlarında Diyarbakırlı bir erkek:

“Artvinliler bir tane plastik mermi yiyince devlete küsüyorlar. Bir tane plastik mermi için! Peki biz ne yapalım? Biz Meclis’te siyaset barışı getirir diye inandık. Ama gördük ki, 80 değil 500 milletvekili de seçsek bir şey değişmeyecek. Artık milletvekili seçmek, oy vermek kimsenin umurunda değil.”

Adını vermek istemeyen oğlu öldürülmüş bir kadın:

“İnsanlara zulüm yapılıyor, insanlar korkudan dışarı çıkamıyor. Biz kendi yerimizde yurdumuzdayız, biz onlardan bir şey istemedik. Biz adalet istedik, biz barış istedik, onlar bizi kurşunladılar. Gençlerimizi yok ettiler. Vallahi billahi onlar bizim çocuklarımızdı, terörist değildi.  Zırhlı araçlardan sokaklara girip, ‘Gerilla kalleştir, analarınız bacılarınız bize beleştir’ anonsları yaptılar. Namusumuza, değerlerimize hakaret sayılacak sözler sarf ettiler. Biz bunları asla unutmayacağız. Devletin bayrağında bizim dedemizin kanı var. Gavur olsalardı bize bu zulmü yapmazlardı. Artık söyleyecek bir şey yok.”

                                            *      *      *

Diyarbakır’da anlatılacak çok şey var. Ama ben bu yazıda yalnızca kulağımda kalan tanıklıkları anlatmak istedim.

İstanbul’da yaşayan bir yakınım, telefonda Diyarbakır’a ilişkin anlattıklarımı dinledikten sonra, “ne garip, orada olmak bir yaranın içinde olmak gibi” dedi.

Haklıydı.

Bugün Diyarbakır’da olmak, Silvan’da olmak, Cizre’de, Silopi’de, İdil’de, Derik’te olmak bir yaranın içinde olmak gibi gerçekten de. Sürekli kanayan ve yalnızca kanadığı yeri sızlatan bir yara...

Yukarıda, yaşadıkları duyguları anlatan insanları ailenizden birini, eşinizi, dostunuzu, iş arkadaşınızı dinler gibi okumanızı umut ediyorum. 

Haber nöbetim şimdilik sona erdi. İstanbul’a dönüyorum. Havaalanına doğru yol alırken, yıkıntılar içindeki Sur’un kenarından kıvrılan yol üzerindeki insanları izliyorum.

Taksici, “Hocam bak bu şarkı çok güzel” deyip, CD’yi haznesine itiyor.

İlkay Akkaya’nın sesini duyuyorum...

“Şimdi yangın benim, Amed içinde.

Amed şehrim benim,

Sende saklı tüm düşlerim.

Amed yaram benim,

Sende kaldı tüm düşlerim.”

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Dört Ayaklı Minare'yim ben, hiçbir şeyi unutmam, hiçbir şeyi...

Oğlum Tahir'in gül bedeni... Harcımdaki barışın namusu için düştü ayaklarımın dibine...

Ankara katliamı ve bir ‘toplum müsveddesi’ olarak Türkiye

“Ama abi, onlar da...” diye söze başlayan insanlık fakiri zihniyet son bulmadıkça, kimse bu ülkede bir ‘toplum’ olduğunu söylemesin!

HDP’nin ‘emanetleri’ ve Öcalan’a teşekkür

Türk seçmenlerin Kürt siyasetini anlamaması halinde AKP karşıtlığı başarıya ulaşan siyasal dili geleceğe taşımak mümkün olmayacak