01 Haziran 2014

İran’ın Besic'leri Taksim Meydanı'ndaydı

İstiklal Caddesi’nin kesen tüm sokakların başında çevik kuvvet değil bu sivil timler bekledi. Eylemcilere ilk copu onlar salladı

Dün Gezi eylemlerinin birinci yıldönümüydü…

25 bin polis ve 50 TOMA, Başbakan Erdoğan’dan aldıkları emirleri A’dan Z’ye uygulamak için kentin dört bir yanına yayılmış, yolları tutmuşlardı. Çoğu Gezi gençleri ile yaşıt binlerce polis gün boyu biber gazı atmak, cop savurmak, su sıkmak gibi ata sporlarını yapacak olmanın heyecanı ile doluydu.

Sabahın erken saatlerinden itibaren zapturapt altına alınmış bir şehirde, ne Taksim’e ulaşmak ne de Gezi protestolarında polis şiddeti sonucu hayatını kaybedenleri anmak mümkün oldu. İstiklal Caddesi’nde bir araya gelmeyi başaran en fazla 300 kişilik grup, Taksim Dayanışma üyeleri ile birleşip Taksim Meydanı’na çıkmak ve basın açıklaması yapmak istedi. Ancak polis megafonundan bu talebe verilen yanıt şu oldu:

“Çocukları, yaşlıları ve hastaları güvenli bölgelere geçirin. Dağılın, yoksa geliyoruz!”

Geldiler…

Sıktılar, vurdular, yakaladılar…

İstiklal Caddesi’ni “fikirsiz”lerin işgalinden kurtardılar.

Bu yedi düvelde yankı bulan şanlı kurtarma operasyonun en önemli öncü kuvvetlerinden biri de “güven timleri” oldu. Hani Gezi’den sonra görevinden alınan İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’ın 2009’da “ilk icraatım” diyerek kamuoyuna tanıttığı güven timleri. Yani elinde cop arkasında devlet olan sivil giyimli ne idüğü belirsiz bir sözüm ona güvenlik birimi.

Bakın o dönem güven timleri ile ilgili Asayiş Şube Müdür Yardımcısı Dursun Güneş neler söylemiş gazetecilere:

“Ekipler, başta kapkaç, dolandırıcılık, yankesicilik, işyerlerinden hırsızlık gibi konularla mücadele etmek için kuruldular. Görev yaparken tamamen suçüstüne yönelik olarak çalışacaklar. Sistemin temel kuralı suçlu bizi görmeden, bizim suçluyu görmemiz olacak.”

“Personelimiz tamamen sivil çalışıyor. Çok uç noktalara kaçmamak kaydıyla kılık kıyafet konusunda serbest bırakıyoruz. Dışardan bakıldığında polis imajı verecek görünümde olmamaları gerekiyor. Saç, sakal bırakabilir; küpe takabilir, capri giyebilirler. Herhangi bir sınırlama yok. Görev yaptıkları bölgenin özelliklerine göre giyinebilecekler. Suçlunun takibi konusunda da herhangi bir bölge sınırlaması yok. Kadıköy’de takibe alınan şahıs gerekirse Avcılar’a kadar takip edilebilecek."

“Güven timleri, ayaklı MOBESE’ler olarak İstanbul’un her yerinde olacak. Halkın güvenini kazanacak, haber merkezine ihbar yağacak. Ekiplerimiz, en büyük desteği vatandaşlardan alacak. Diyaloglar kurulacak. Her personele kartvizitler bastırdık. Birimin tüm iletişim bilgileri bu kartvizitte yer alıyor. Bölgedeki esnaf, okul idarecisi, muhtar, apartman yöneticileri gibi vatandaşlara bu kartvizitleri dağıtıp sürekli temas halinde olacaklar.” (13 Ağustos 2009 – Milliyet)

Polis millet el ele haydi mutlu günlere, yani…

Ancak ne hikmetse dün İstanbul genelinde bu sivil giyimli sırtlarında çantaları ellerinde coplarıyla TOMA’lara yol açan güven timleri ne yankesiciye, ne tecavüzcüye, ne hırsıza ilişti.

Zira çok daha büyük bir tehlike vardı karşılarında: Geziciler…

Hatta Geziciler bile değil, çünkü geçen yıl Gezi Parkı’nı barışçıl saiklerle dolduran insanların Taksim’e yaklaşması dahi söz konusu olamadı. Ama ne hikmetse yüzleri maskeli grupların bir şekilde İstiklal civarına çıkması engellenemedi.

İşte bu “atsız akıncılar” diyebileceğimiz güven timleri, dün belki de ilk kez İstanbul’da bu kadar yoğun biçimde bir toplumsal olaya müdahale ettiler. Öyle ki, İstiklal Caddesi’nin kesen tüm sokakların başında çevik kuvvet değil bu sivil timler bekledi. Eylemcilere ilk copu onlar salladı.

Hüseyin Çapkın üzülecek ama bu “güven timleri” fikri dünyada bir ilk değil. Güven timleri İran’da devrimden beri sokaklarda olan paramiliter “Besic”in Türkiye versiyonu.

Besic, Humeyni’nin 1979’daki İslam Devrimi’nin hemen ardından kuruldu. İran Devrim Muhafızları’nın bir alt kolu olarak çalışan Besic, üniformaları olmadığı için halk arasında “sivil kıyafetliler” olarak nam saldı. Ellerinde coplarla kıyafet kontrolünden muhaliflere dayak atmaya kadar geniş bir yetki alanları var. Besic’in onbinlerce gönüllüsü var. (Siz de İstiklal’deki palalıyı hatırladınız mı? Sahi ne oldu ona?)

Eminim bizim “Besic” de dünkü performanslarından sonra, İran’daki gibi geniş yetkilerle donatılacağı günü, takdir aldığı karnesi için babasından bisiklet bekleyen çocuğun heyecanı ile bekliyordur.

Dün Gezi’de yeşeren ve birçok genci kendine bağlayan ruhun birinci yıldönümüydü.

Gezi’deki polis şiddetinin de birinci yıldönümüydü aynı zamanda.

Polisler kendi yıldönümlerini en az geçen yılki kadar coşkuyla kutladılar. Göstericilerin yaşadıklarını da dün geceden beri takip ettik hep beraber…

Düne kadar kask numarası seçilemeyen devlet, artık sıradan kıyafetlere bürünerek göstericilerin arasına karışıyor ve arkasında gizlediği copu her an birilerinin kafasına geçirmek için aportta bekliyor.

Hükümet karşıtlarının maruz kaldığı şiddeti bugüne kadar ana şefkatiyle sahiplenen devlet, olası eşkal tespitlerini önlemek için ise artık “görünmez bir katil” olmayı seçiyor.

Buna da Türkçe’de “güven timleri” deniyor.

Çok yaşa Hüseyin Çapkın…

Yazarın Diğer Yazıları

Bir yaranın içinde olmak

"Biz adalet istedik, biz barış istedik, onlar bizi kurşunladılar..."

Dört Ayaklı Minare'yim ben, hiçbir şeyi unutmam, hiçbir şeyi...

Oğlum Tahir'in gül bedeni... Harcımdaki barışın namusu için düştü ayaklarımın dibine...

Ankara katliamı ve bir ‘toplum müsveddesi’ olarak Türkiye

“Ama abi, onlar da...” diye söze başlayan insanlık fakiri zihniyet son bulmadıkça, kimse bu ülkede bir ‘toplum’ olduğunu söylemesin!