22 Ocak 2015

“Avrupa'da faşizm yeniden olağan sayılmaya başlandı”

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra aforoz edilen faşizm, nazizim gibi kavramlar Avrupa'da yeniden 'olağan' sayılmaya başlandı.

Charlie Hebdo katliamının üzerinden iki hafta geçti. Bu süre zarfında tüm dünyada İslam, İslamofobi, İslami terör, entegrasyon, birlikte yaşam, medeniyetler çatışması gibi kavramlar tekrar tekrar tartışıldı. Avrupa’nın birçok ülkesinde onlarca eylem, yürüyüş yapıldı. Müslüman nüfusun ezici bir çoğunlukta olduğu Türkiye’den Çeçenistan’a, İran’dan Nijer’e pek çok farklı coğrafyada sert tartışmalar, dev mitingler, gazete kapatmalar yaşandı. Hatta Afrika ülkesi Nijer’de Hz. Muhammed karikatürlerini protesto gösterilerinde 10 kişi yaşamını kaybetti.

Bir süre sonra ortalık sakinleşecek ve biz “neler oldu böyle?” diye soracağız birbirimize.

Paris katliamı sonrasında özellikle Avrupa’da yaşayan Müslümanlar için yeni bir dönem başlayacak mı? 11 Eylül’den sonra ABD’nin Müslümanlara bakış açısındaki kırılmanın bir benzeri AB için de geçerli olacak mı? Zira Avrupa’nın karar vericilerinin 7 Ocak’taki saldırı sonrasında İslam ve Müslümanlığa bakışları, önümüzdeki yıllarda yaşanacak gelişmelerin de habercisi olacak.

Şimdiye kadar “Avrupa’nın eşbaşkanları” diye tanımlayabileceğimiz Almanya ve Fransa devlet başkanlarının tavırları ‘birlikte yaşam’ konusunda umut verse de, Almanya’da İslam karşıtı Pegida hareketi ile Fransa’da ırkçı Le Pen’in yükselişi gözlerden kaçmıyor.

Geçen hafta kafamda beliren soruları, Avrupa’yı ve Avrupa’da yaşayan Müslüman toplulukları çok iyi tanıyan bir isimle paylaşma fırsatı buldum. Uzun yıllar Almanya ve İspanya’da büyükelçilik görevi yapan, Türkiye’nin AB adaylığı kararı alınan 1999 Helsinki Zirvesi sonrasında, Türkiye’nin ilk AB Genel Sekreteri olan emekli büyükelçi Volkan Vural ile Paris katliamı sonrasında yaşanabilecekleri konuştuk. Vural’ın tespitlerini, T24 okuyucuları ile de paylaşmak istiyorum.

Vural'a göre, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra aforoz edilen faşizm, nazizim gibi kavramlar Avrupa'da yeniden 'olağan' sayılmaya başlandı. Avrupa devletlerinin içlerindeki Müslümanlar ile yüzleşmekte geç kaldığını vurgulayan Vural, ne yazık ki gelecek açısından da pek umutlu değil...

Paris’te gerçekleştirilen katliam sonrasında, Avrupa’daki Müslüman nüfusu bundan sonra neler bekliyor sizce?

Katliamdan önce de Avrupa’daki Müslüman nüfusu bir ayrımcılıkla karşı karşıyaydı. Ama bu sistematik bir ayrımcılıktan ziyade toplum içinde garip görülme, dışlanma şeklinde yaşanıyordu. Kılık kıyafet, mahalle ortasındaki camiler, minareler hep sorun olagelmişti. Ayrıca AB ekonomik bir durgunluğa girmeye başlayınca ve nüfus da yaşlanınca, Avrupa’da yeni bir realite ortaya çıktı: Kıtadaki genç nüfusu Müslümanlar temsil etmeye başladı. Ekonomik durgunluktan en fazla zarar gören kesimler de Müslümanlar oldu. Çünkü eğitimleri yeterli değildi. Fırsat eşitliğinden yararlanacak durumda değillerdi. Öte yandan Sovyetlerin dağılması sonrasında din ve etnisite odaklı kavramlar ön plana çıkmaya başladı. Bu da bilhassa Avrupa’da yaşayan yabancı kökenli insanları, yalnızlıklarını kimlikleri ile doldurma arayışına sevk etti. Müslümansa, müslümanlığını daha görünür kılma arayışına girdi. Bu da Avrupalılarda “değerlerimiz değişiyor mu” korkusu yarattı.

Ama öte yandan, Avrupa’da asimile olmadan toplum içinde saygı gören, eğitimli ve varlıklı bir Müslüman nüfus da var...

Tabi burada şunu belirtmek lazım; 1960’larda vasıfsız bir işçi olarak Avrupa’ya özellikle Almanya’ya giden insanlar kalıcı oldular ve bugün üçüncü, dördüncü kuşaktayız. Bunlardan önemli bir kısmı kendini geliştirdi. Meslek sahibi oldular, toplumda saygın konumlara geldiler. Bu entegrasyonu sağlayanların dışlanmışlık hissi yaşadığını düşünmüyorum. Bu nedenle toplumun yadırgadığı kişiler olmadılar. Ama yetersiz eğitim alanlar, dil öğrenmeyenler biraz daha ayrımcı muameleye tabi oldular. Bu bir gerçek. Ben Paris’teki saldırıyı tüm bu söylediklerimin dışında bir vaka olarak görüyorum. Bu saldırı İslamiyet dışında bir gelişmedir, bir radikalizmdir. Bugün İslam coğrafyasında yaşanan sıkıntılar ve darmadağınıklık ortaya bu cihatçıları, radikalleri çıkardı. Burada batının ve özellikle ABD’nin büyük yanlışları var. Komünizme geçit vermemek uğruna kaba bir İslamiyet algısı örgütlendi ve Taliban’ın, El Kaide’nin ortaya çıkışını yaşadık. Tüm bu gelişmelerden sonra şu an işte böyle bir altüst oluş ile karşı karşıyayız. Ve ben maalesef önümüzdeki dönemde Paris katliamı gibi olayların devam edeceği kuşkusu yaşıyorum. Çünkü şiddet, şiddeti davet ediyor. Ulus devletlerin, radikallerin başvurduğu asimetrik savaş yöntemleri ile uğraşması, bunları alt etmesi çok zor. Önümüzde hem Türkiye’yi hem de Avrupa’yı bekleyen ciddi bir tehdit görüyorum.

Bu saldırıların ardından Avrupa Birliği’nin göçmen politikası veya serbest dolaşım hakkına ilişkin bir değişim, bir sertleşme olur mu?

Evet bunlar mümkün. ABD’nin 11 Eylül’den sonra belli kökende insanlara uyguladığı daha kontrollü ve ihtiyatlı bir politikayı AB’de de göreceğimizi düşünüyorum. Ancak bu korumacı önlemler çoğu zaman hiç fayda vermemesinin yanı sıra büyük reaksiyonlara da yol açabiliyor. Ayrımcılığı körükleyen bu tür yaklaşımlar, korku içindeki devletlerin ilk başvurduğu yöntemler oluyor maalesef.

AB’nin içindeki Müslümanlarla yüzleşmeyi geciktirdiği eleştirileri var. Paris katliamını yapanların da AB vatandaşı olması, bunun bir göstergesi sayılıyor. Siz bu görüşe ne dersiniz?

Avrupa’da Müslüman topluluklarda uzun süredir bir arayış var. Bu arayış Fransa’da daha şiddetli yaşanıyor. Paris’in varoşlarında birkaç yıl önce yaşanan sokak isyanlarını hatırlayalım. Almanya’da ise Türklerin çok özel bir konumu var. Yıllarca Almanya’da büyükelçilik yapmış biri olarak söyleyebilirim ki, Türklerin Almanya’da organize şiddetle bir alakası yok. Almanya’daki Türklerin Müslümanlık anlayışı ve Türkiye ile bağları, onları İslami şiddetin dışında tutuyor. Varsa bile çok marjinal kalıyor. Öte yandan Almanya’da entegrasyon konusunda okullaşmanın artırılması, dil öğrenimini özendirilmesi gibi noktalarda önemli adımlar atıldı. Bunun en önemli göstergelerinden biri, eskiden Almanya’da Türkçe gazetelerin tirajı çok yüksekti. Şimdi giderek azalıyor. Çünkü Türk gençleri daha az Türkçe konuşur, daha çok Almanca konuşur hale geldi.  Uyum zaman alır. Önemli olan bu uyumu, sosyal bir rahatsızlığa dönüşmeden gerçekleştirebilmektir.

Peki Müslüman nüfusa mensup bir kişinin yaşadığı Avrupa ülkesinde dışlanmadan yaşamasının formülü var mı?

Ben dil konusunu öncelik olarak görüyorum. Çünkü iş bulursunuz, ev bulursunuz, kendi ortamınızda saygı kazanırsınız ama yaşadığınız ülkenin dilini bilmeden o toplumun bir unsuru, parçası olamazsınız.

Öyle gözüküyor ki, İslami argümanlar kullanan terör örgütleri ile Avrupa’da giderek yaygınlaşan İslamofobi birbirini besleyen iki odak haline gelmiş durumda. Almanya’da Müslüman göçmenlere karşı örgütlenen Pegida hareketi, Fransa’da Le Pen giderek güçleniyor.  Önümüzdeki 10 yılda Avrupa siyaseti nereye evrilecek?

Avrupa’da göçmen karşıtı sağ siyasetin daha da büyümesini bekliyorum. Avrupa’nın ekonomik büyümesi, bugün olduğu gibi durağan bir seyir izlerse çok ciddi bir sağ hareket yükselişi bekliyorum. Çünkü mevcut hükümetler küreselleşme içinde mevcut entegrasyon politikalarıyla sorunlara çözüm bulamadılar. Sosyal rahatsızlıklar artınca, çoğunluğu temsil eden kesimler aşırılık yanlısı politikalara kayma eğilimi gösteriyor. Pegida hareketinde de olan budur. Unutulmamalıdır ki, faşizan ideolojiler ölmüyor. Ama yakın tarihe kadar ayıp sayılan, dışlanan ideolojiler şimdilerde olağan sayılmaya başlanıyor tekrar. Ama yine de şu an Pegida anlayışı toplumun genelini temsil etmiyor. Bu süreç hala devam ediyor. Tepkilerin demokratik sınırlarda kalması için tüm kesimlerin sağduyulu ve birlikte hareket etmesi gerekiyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bir yaranın içinde olmak

"Biz adalet istedik, biz barış istedik, onlar bizi kurşunladılar..."

Dört Ayaklı Minare'yim ben, hiçbir şeyi unutmam, hiçbir şeyi...

Oğlum Tahir'in gül bedeni... Harcımdaki barışın namusu için düştü ayaklarımın dibine...

Ankara katliamı ve bir ‘toplum müsveddesi’ olarak Türkiye

“Ama abi, onlar da...” diye söze başlayan insanlık fakiri zihniyet son bulmadıkça, kimse bu ülkede bir ‘toplum’ olduğunu söylemesin!