Boğaziçi Üniversitesinde çekildiği anlaşılan ve sosyal medyada ve bazı haber sitelerinde haber olan fotoğrafı görmüşsünüzdür. Haberin yalanlandığını görmedim. Doğru olduğunu varsayıyorum.
Üniversitedeki bir odanın kapısında üstte Türkçe olarak "Personel Dinlenme Odası" yazıyor; hemen altında İngilizce çevirisi olarak ise "Staff Listening Room" yazıyor!
Birazcık da olsa İngilizce bilenler bunu okuyunca hemen gülümseyeceklerdir.
Çünkü bu basit Türkçe ifadenin altındaki İngilizce çevirisi açıkça hatalı. Hatta ağır derecede ve yazanı komik hale düşürecek kadar yanlış.
Çünkü Türkçe ifadedeki "dinlenme", yorgunluğunu atma ve rahat etme anlamında.
Oysa İngilizce çevirisindeki "listening", söylenen bir şeyi dinleme, işitme, duyma anlamında.
Yani böyle bir çeviri hatası ilkokul seviyesinde İngilizce öğrenilen bir kurumda bile yapılmaz.
Bu kadar ağır ve ciddi bir hata.
Hele de böylesine vahim bir çeviri hatası Boğaziçi Üniversitesi gibi ülkenin uzun yıllardır belki de yüzü Batı'ya en dönük; resmi eğitim dili İngilizce olan ve İngilizce eğitimi belki de ülkedeki en iyi olarak bilinen; öğrenci, öğretim elemanı ve personelin İngilizce bilgisi ve seviyesi ülkedeki başka kurumlara göre parmakla gösterilen ve sonuç itibarıyla ülkenin Batı seviyesinde ve kalitesinde eğitim veren üniversitelerinin en başında olduğu yönünde genel bir imajı bulunan bir kurumda yapılınca tabii ki ayrıca dikkat çekiyor.
Peki nasıl oluyor da Boğaziçi Üniversitesi gibi bir kurum bile bu hallere düşürülebiliyor?
Böylesine güzide bir kurum öncelikle niçin bu derece zayıflatılmak istensin?
Yılların birikimiyle bu seviyelere gelmiş ve yabancıların bile kalitesini takdir ettiği bir kurumun gerek yönetim seviyesindeki kontrolünüz altına girmeyecek olanları çeşitli idarecilik numaralarıyla göndermek veya öğretim üyesi seviyesindeki nitelikli akademisyenlerini küstürmek ve bezdirmek ve hatta üniversiteye kurumsal bağlılıklarını gönüllü olarak ve özveri göstererek göstermek isteyen eski yönetici ve akademisyenleri bile rencide etmek suretiyle, koskoca bir nitelikli kurumun içini boşaltıp vasatlaştırmanın kime ne faydası olacak?
Aslında kurumları vasatlaştırma suretiyle "çökertme" sadece bu üniversite ile sınırlı değil tabii.
Boğaziçi bu konuda sadece bir sembol.
Kurumları "vasatlaştırma" yöntemleri
Kullanılan yöntem aşağı yukarı şöyle bir yöntem:
Önceleri dışarıdan imrenerek baktığınız ve bir gün fırsat gelirse ele geçirmek istediğiniz bir kuruma, iktidar olunca ve gücünüz yeteceğini hissedince, önce fazla tepki çekmemek adına içeriden de kısmen kabul görecek veya içerideki nitelikliler arasından ama sizinle de uyumlu çalışacağını düşündüğünüz birini yönetici yaparsınız.
Sizinle uyumlu çalışan bu kişi yeterince hakim olamadığınız ve kontrol edemediğiniz, yani yine de kalite ve nitelikten ödün vermeyen biri çıkarsa, yerine kurum dışından ama kurumu bilen ve asgari nitelikleri kurumdakilerin pek de altında kalmayacak birini getirirsiniz.
Baktınız bu kişi de kurumu size bağlayıp "vasatlaştırmanıza" pek de müsaade etmeyecek, bu kez başka bir formül işleteceksiniz.
Kurum içinden ama aslında daha vasat bir yerden kuruma hasbelkader sonradan iktisap etmiş ve vasat niteliği ve orijini nedeniyle kurumda itilip kakılmış birini kuruma yönetici yaparsınız.
Böylece kendisini itip kakanlardan intikam alma psikolojisinin de yardımıyla o kişiye istediğinizi kolayca yaptırırsınız ve kurumu peyderpey ele geçirirsiniz.
Gerekirse kurumda yeni birimler kurarak ve mutlaka yeni kadrolar açarak, gerekirse mevcutlardan sesini çıkaranlara çeşitli bezdirme ve korkutma yöntemleri uygulayarak, daha elit olandan en pespayesine kadar çeşitli ayak kaydırma operasyonları ile klasik idareci numaraları uygulatırsınız.
Bu arada kadrolaşmak ama "bizden olsun da taştan olsun!" mantığıyla vahşice kadrolaşmak işin en olmazsa olmazı.
Hatta bu kullanışlı yöneticiye -biraz da "havuç" kabilinden- ek mali avantaj sağlayacak kamuda ek iş olarak bir "ballı" yönetim kurulu üyeliği filan da ayarlarsınız.
Böylece, biraz da sabırlı olursanız, hedefteki kurumu "vasatlaştırırsınız" ve amacınıza ulaşırsınız.
Kurumsal "kaleleri" fethetmenin sonuçları
Peki tamam da, iktidarda olunca "her kaleyi fethedelim!" mantığıyla, işini düzgün yapsa bile, hakim olamadığınız ve emriniz altına girmeyen her kurumu çökertmek zorunda mısınız?
Hele de bu kurum zaten işinin mahiyeti gereği objektif ve bilimsel çalışması gereken üniversite gibi bir kurumsa.
Böylesine bir "benim olmazsa toprağın olsun!" bencilliği ve lümpenliği bu ülkenin ve toplumun geleceğini de ipotek altına almıyor mu?
Madem bu üniversite işini de siz çok daha iyi yapacağınıza inanıyorsunuz, o halde son yıllarda sıfırdan yeni kurduğunuz üniversitelerden birini veya birkaçını akademik kalite olarak Boğaziçi ve ODTÜ ile yarışacak hatta onu bile geçecek hale getirin.
Kim size engel oluyor?
Beğenmediğiniz Atatürkçülerin, "laiklerin" veya "solcuların" öyle ya da böyle kurup bu seviyelere getirdiği kurumları çökertmek yerine, sizin çok daha iyilerini kurmanız ve geliştirmeniz daha doğru olmaz mı?
Yoksa bu iş, ederinden çok daha yüksek harcamaları kamuya yükleyerek yeni yollar ve köprüler yapmaya benzemiyor mu?
Yeni ve havalı binalar yapmak, üniversiteler gibi kurumlar yaratmaya yetmiyor mu?
İçine koyacağınız kaliteli ve nitelikli insan gücü olmadan bu kurumlar bir anlam ifade etmiyor mu?
Yoksa yeni kurduğunuz taşra üniversitelerinin fonksiyonu, yandaş vasatlarla doldurduğunuz ve pek de akademik beklentiniz zaten olmayan "arka bahçeler"den mi ibaret?
Öyle bile olsa, büyük kentlerin yerleşik nitelikli kurumlarını "ele geçirip" onları da "vasatlaştırmak" neye yarayacak?
Selçuklular yerine Moğollar tercihi
Bu kurumların nitelikli ve kaliteli iş üreten insanlarının, "kayyım" tarzıyla komutaya siz geçince ve kontrolü siz alınca karşınızda her an cezalandırılma korkusuyla el pençe boyun eğip aynı kaliteli işi üretmeye devam edeceğini mi umuyordunuz?
Doğal olarak bu insanlar böyle bir kurumsal darbeye karşı ya daha özgür ortamlar bulursa oralara kayacak.
Ya da başka seçenekleri yoksa pasif bir direnişle, yapmaları gereken işin en asgarisi ile yetinip nitelikli üretim yapmaya motivasyonları kalmayacak.
Böylece o kurum da yerinde sayacak. Hatta geriye doğru saracak.
Acaba taşrada yaptığınız onca yeni ve büyük tıp fakülteleri hastaneleri veya şehir hastanelerine rağmen, niçin halen Anadolu'nun her köşesinden hergün binlerce insan Hacettepe Tıp, Ankara Tıp ve Gazi Tıp hastanelerinin eskimiş ve yıpranmış binalarında nitelikli doktor ve hoca peşinde koşuyor? Fikriniz var mı?
Geldiği yerdeki mevcut yapılmış iyi şeyleri görüp imrenince, bunları yıkmak yerine, benzerlerini hatta daha iyilerini kendileri yapmaya çalışan Anadolu Selçuklular örneği hazır varken.
Geldiği yerde görüp imrendiği şeyleri sadece yakıp yıkmayı tercih eden Moğol istilacılara özenmek niye?
Ali D. Ulusoy kimdir?
Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur.
Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur.
ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür.
Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri.
Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008.
|