29 Ocak 2025
78 kişinin ölümüne ve çok sayıda insanın da yaralanmasına neden olan Bolu Kartalkaya’daki otel yangınında vefat edenlerin yakınları ve yaralananlar, gerek sorumlulardan hesap sorulması gerekse mağduriyetlerinin (maddi ve manevi açıdan) giderimi için hukuken neler yapabilir?
Böyle bir olay karşısında hukukta üç tür sorumluluktan bahsedilebilir:
İlki cezai sorumluluk.
Yangında, gerek binanın yangına dayanıklı biçimde yapılmamasından, gerek binada yangına karşı ve yangın durumunda acil kurtarmaya yönelik gerekli önlemlerin alınmamasından, gerekse yangın esnasında ve sonrasında söndürme, arama ve kurtarma hizmetlerin gereği gibi işlememesinden dolayı kusuru ve/veya ihmali olanların cezai açıdan soruşturulması ve kovuşturulması.
Burada cezai açıdan sorumlu olanlar, otelin sahip ve işletmecileri olduğu gibi, yangın ile bağlantılı olarak (yani yangın ile arasında nedensellik bağı kurulabilecek şekilde) gerek iş akdi, gerek başka yollarla (istisna akdi, sigorta vs.) otele hizmet vermiş olanlar, gerekse tüm bu aşamalarda görev yapmış veya yapması gereken her seviyedeki kamu personeli de olabilir.
Bu kısım esas olarak Cumhuriyet savcılıkları ve ceza mahkemeleri tarafından resen yürütülür. Tabii adli kolluk personelinin de aktif katkısıyla.
Cezai aşama normalde resen yürüyecek olmasına karşın, yangın mağdurlarının her aşamada sürece doğrudan müdahil olarak katılmasında yarar var. Böylece cezai aşamanın daha düzgün ve daha etkin ve hızlı işlemesine katkı verebilirler.
Bu aşamada hukuken en önemli risk, olayın sıcaklığı ile toplumda oluşan büyük öfkeyi dindirmek amacıyla bir tür “cadı avına” çıkılması ve/veya sadece göstermelik ve “şov” amaçlı birkaç sorumluyu cezalandırma ile yetinilip, arka plandaki gerçek sorumluların özellikle siyasi kanalların devreye girmesiyle kollanması.
Yani gerçek sorumlular için “cezasızlık” ve adaletin yerine gelmemesi.
Mağdurları belki de en çok yaralayan veya bir kez daha “öldüren” şey, adaletin işlememesi ve ölenin öldüğüyle kalması.
Tıpkı yakınlardaki Sinan Ateş cinayetinde olduğu gibi.
Tıpkı yakınlardaki Hatay ve çevresinde yaşanan deprem felaketinin sorumlularının halen devam eden yargılama süreçlerinde kamuoyuna yansıyan örneklerde edinilen izlenim gibi.
İkinci tür sorumluluk özel hukuk sorumluluğu.
Bina sahipleri ve işletmecileri ile gerek otelin işletiminde gerekse otelin yapım, tadilat ve bakım aşamalarında çeşitli vesilelerle hizmet sunmuş olanların yangınla bağlantılı hususlarda özel hukuk hükümlerine yani esas olarak Borçlar Kanunu uyarınca (otelde kalma hukuken bir sözleşme niteliğinde olduğundan akitten doğan sorumluluk, bina sahibinin sorumluluğu, adam çalıştıranın sorumluluğu vs.) mağdurlara verdikleri zararlardan sorumlu tutulmaları.
Buradaki sorumluluk asıl olarak tazminat sorumluluğu şeklinde somutlaşıyor.
Ölenlerin yakınları için “destekten yoksun kalma” tazminatı ve manevi tazminat.
Yaralananlar için çalışamama nedeniyle maddi tazminat ve manevi tazminat gibi.
Bu konuda özel hukuk yargılamasının mantığı gereği süreç resen işlemez. Her aşamaya mağdurlar (veya vekilleri) tarafından doğrudan vaziyet edilmesi, yönetilmesi ve sıkı takibi gerekir.
O yüzden mağdurların işinin ehli ve özellikle de çalışkan ve işini iyi takip eden avukatlara vekalet vermesi çok önemli.
Üçüncü tür sorumluluk ise idari sorumluluk.
İdari sorumluluk ise sorumlu kamu görevlilerinin disiplin sorumluluğu ve idarenin hizmet kusuru nedeniyle mali sorumluluğu şeklinde iki türlü.
Bu tür olaylardan sonra sorumlu kamu görevlileri için idare içi bir disiplin süreci işletmesi gerekmesine rağmen, bizde maalesef bu süreç genelde hiç işletilmez. İşletilse bile “adet yerini bulsun” şeklinde ve “laf olsun” kabilinden işletilir. Sorumluluğun üst düzeylere ulaşacağı anlaşılırsa da apar topar kapatılır ve üstü örtülür.
Yine de mağdurların bu sürecin işlemesi için gerekli başvuruları yapmasında ve takip etmesinde yarar var.
Sürecin şeffaf işlememesi de ayrı bir sorun. Kurum dışından bu sürecin takibi genelde zordur ve şikayetçilere genelde bilgi verilmez. Ciddi mücadele gerekir.
İdarenin mali sorumluluğunda ise,
- gerek binanın yangına dayanaklı biçimde inşa edilmemesi nedeniyle onay, izin ve ruhsat süreçlerinde görevli kamu görevlilerinin,
- gerek yangından korunma ve acil kurtarma önlemlerinin alınıp alınmadığını belgeleme ve denetleme süreçlerinde görevli kamu görevlilerinin,
- gerekse yangın sonrası acil arama ve kurtarmada görevli kamu görevlilerinin
- ve ayrıca bu kamu hizmetlerinin organizasyonunu ve denetimini gereği gibi yapmamış üst düzeydeki yöneticilerin,
hizmet kusuru dediğimiz kusurları nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararın sorumlu idare veya idarelerden talep edilmesi söz konusudur.
Buradaki maddi zarar, ölenlerin yakınlarının (eş, çocuk, anne-baba, kardeş) destekten yoksun kalma tazminatlarını; manevi zarar ise yaşanılan acı, elem, keder, üzüntü, yaşanılan ruhsal çöküntü nedeniyle oluşan zararın giderimini de içerir.
İdari sorumluluk kapsamında açılacak davalar idari yargıda (Bolu İdare Mahkemesi) açılmalıdır.
Açılacak davanın türü tam yargı davasıdır.
Burada aşağıda açıklanacağı üzere zarar esas olarak idarenin (Turizm Bakanlığı’nın) otele yönelik denetim ve turizm kolluğu (özel idari kolluk) görevini yapmadaki hizmet kusuru nedeniyle ve sonuçta ihmali davranışları nedeniyle oluşmuştur. O halde, İYUK m.13 gereğince dava açılmadan önce sorumlu idareye/idarelere en geç 1 yıl içinde yazılı başvuru yapılıp “ön karar” alınmalı ve zarar öncelikle idareden talep edilmelidir.
İdare başvuruyu reddederse veya 30 gün içinde yanıt vermezse, izleyen 60 gün içinde davanın açılması gerekir.
İdari açıdan yangından sorumlu olan idare çok açık biçimde Turizm Bakanlığı ( Kültür ve Turizm Bakanlığı.)
Hukuki açıdan bu konuda hiçbir tereddüt yok.
Yangının çıktığı otel Turizm Bakanlığı’ndan aldığı turizm işletme belgesi ile faaliyet gösteriyor.
Ayrıca otelin bulunduğu yer Turizm Bakanlığı’nca turizm merkezi ilan edilmiş.
Mevzuata göre turizm işletme belgeli olan ve/veya turizm merkezi ilan edilmiş tesislerde ve otellerde idari açıdan denetim görevi ve yetkileri açıkça Turizm Bakanlığı’nda.
Bu denetim yetkisi sadece otele yıldız verilmesini veya tesisin turistik açıdan niteliğini denetleme yani salt turizm ile ilgili hususları içermiyor.
Aynı zamanda oteldeki insan ve çevre sağlığı ile can ve mal güvenliği ile ilgili hususları ve tedbirleri de denetleme görev ve yetkilerini içeriyor.
Her ne kadar otelin bulunduğu yer Bolu İl Özel İdaresi sınırları içinde bulunsa da ve otel hakkında işyeri ve çalışma ruhsatı verme yetkisi il özel idaresinde yani Bolu Valiliği’nde olsa da, otel hukuken tek başına bu ruhsat ile faaliyet gösteremiyor. Bu ruhsat otel için nihai bir faaliyet izni sağlamıyor. Otelin faaliyette bulunmasına hukuken izin veren nihai, asli ve en üst belge turizm işletme belgesi. İşyeri açma ve çalışma ruhsatı, bu nihai ve üst belge için alt ve bağlı belge konumunda.
Bu durumda eğer yangın tarihinde otelin geçerli bir işyeri açma ve çalışma ruhsatı bulunuyorsa ve bu ruhsat alındığı tarihte gerekli alt belgelere sahipse (yangına uygunluk belgesi gibi), il özel idaresi ve valilik idari açıdan sorumlu tutulamaz.
İl özel idaresi ve valilik sadece eğer işyeri açma ve çalışma ruhsatı verildiği tarihte bu ruhsat için gerekli ve geçerli yangına uygunluk belgesi gibi alt belgeler mevcut değilse sorumlu tutulabilir.
Bu arada anılan ruhsat (işyeri açma ve çalışma ruhsatı) otelin faaliyette bulunmasını sağlayan nihai ve en son aşamadaki idari izin belgesi niteliğinde olmadığı için, bu ruhsatın sonraki tarihlerde denetimini yapmak görevi de il özel idaresinde değil.
Bu ruhsatın alma koşullarının sonradan devam edip etmediğini ve örneğin yangına uygunluk belgesinin halen geçerli olup olmadığını sonradan denetleme yetkisi de münhasıran Turizm Bakanlığı’na ait.
Çünkü otelin halen faaliyette bulunmasının mevzuata uygunluğunu düzenli ve periyodik olarak denetleme yetkisi bu Bakanlıkta. Zira otelin faaliyetine nihai ve en son aşamada izin verme yetkisi bu Bakanlıkta.
Yukarıda belirtildiği gibi Bakanlığın bu yetkisi hem salt turizmle ilgili hususları hem de insan sağlığı ile can ve mal güvenliğine ilişkin hususları kapsamaktadır. Aşağıda belirtildiği üzere mevzuat da bunu açıkça öngörmektedir.
Zaten bir idari kurumun bir yandan bir özel işletmenin hukuken faaliyette bulunmasına izin verme ve bunu denetleme yetkisine sahip olması, diğer yandan ise bu idari denetimin insan sağlığı ile can ve mal güvenliğini içermemesi idare hukuku açısından kabul edilemez.
Nitekim Turizm Bakanlığının buradaki yetkisi aslında “Turizm kolluğu” niteliği taşımaktadır. Kolluk yetkilerinin bir türü olan özel idari kolluktur. Kolluk yetkileri ise, o alana ilişkin spesifik yetkiler dışında, öncelikle kamu güvenliğini içerir.
Bu konuda Sayın Turizm Bakanı’nın Anadolu Ajansı’na yaptığı ayrıntılı açıklamayı okudum.
Sayın Bakan çıkan yangın konusunda idari sorumluluğun Bakanlığında olmadığını, Bolu il özel idaresi ve Bolu belediyesinde olduğunu savunuyor.
Gerekçesi ise Bakanlığın denetim yetkisinin sadece salt turizmle ilgili hususları içerdiği ve yangın gibi insan sağlığı ile can ve mal güvenliğine ilişkin hususları içermediği.
Bu noktada Sayın Bakan, anılan otelin Turizm Bakanlığı görevlilerince 2024 yılında -yani yangından kısa süre önce- resmen denetlendiğini açıkça itiraf ediyor.
Ancak Bakan Bey’e göre bu denetimde Bakanlık kontrolörlerinin görevi sadece işyeri açma ve çalışma ruhsatının bulunup bulunmadığına bakma ile sınırlı. Bu iddiaya göre Bakanlık kontrolörlerinin bu ruhsatın alınması için zorunlu alt belge olan yangına uygunluk belgesi gibi diğer zorunlu belgelerin varlığına bakmaları gerekmiyor.
Sayın Bakan’a göre yangına uygunluk belgesinin var olup olmadığını ve geçerli olup olmadığını ise işyeri açma ve çalışma ruhsatını veren Valilik ve yangın belgesini veren/vermekle görevli olan Belediye denetlemekle yükümlü.
Sayın Bakan’a hukuki açıdan kötü haberim şu ki bu savunmasını bizzat kendi Bakanlığının görev ve yetkilerini düzenleyen Kanun, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ve kendi bakanlığının yönetmelikleri yalanlıyor!
2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu, turizm işletme belgelerine ilişkin olarak diğer kamu kurum ve kuruluşlarından alınan belgelerin (yangına uygunluk belgesi gibi) geçerliliğinin yitirmesi halinde, turizm işletme belgesinin Bakanlıkça iptal edilmesini zorunlu kılıyor (m.34/1-e).
Bunun anlamı, Bakanlığın kendi denetimlerinde, turizm işletme belgesi için alınması zorunlu olan ve diğer kurumlardan alınan belgelerin hukuken geçerli olup olmadığını ve gerekli şartları ve (yangına uygunluk belgesi gibi) alt belgelerin mevcut olup olmadığını kontrol etmesinin gerekli olduğu.
Yine aynı Kanunda, turizm işletmeleri için insan sağlığı ile can ve mal güvenliğine ilişkin konularda yönetmelikle gerekli düzenleme yapmak ve Bakanlığın bu konudaki görev ve yetkilerinin ayrıntılarını belirlemek tek başına Turizm Bakanlığına görev olarak verilmiş (m.37/3).
Bunun da anlamı, turizm tesisleri için Bakanlığın görevi sadece salt turistik konularla sınırlı değil ve insan sağlığı ile can ve mal güvenliğini de kapsıyor.
Nitekim Bakanlık, bu kanun hükmüne göre çıkardığı Yönetmelikte (Turizm Yat. İşl. Kur Denetim Yönetmeliği, RG.19.4.1983), Bakanlık denetim elemanlarının oteller gibi işletmelerde yaptıkları denetimlerde,
- işletmenin durumunun işyeri açma ve çalışma ruhsatına uygunluğunu (m.22/a);
- otelde/işletmede insan ve çevre sağlığı ile can ve mal güvenliğinin sağlanmasına ve müşterilerin haklarının korunmasına yönelik tedbirlerin alınıp alınmadığını (m.22/o)
- ve ayrıca yatırımın projeye uygunluğunu, kullanılan malzeme, tesisat ve teçhizatın uygunluğunu (m.20),
incelemekle ve denetlemekle yükümlü oldukları açıkça belirtilmiş.
Yani kendi Yönetmeliği Sayın Bakan’ı açıkça yalanlıyor.
O halde mevzuata göre Bakanlığın görev ve yetkisi sadece salt turizmle ilgili hususlar değil.
Bakanlığın İnsan sağlığı ile can ve mal güvenliğine ilişkin hususları da denetleme yükümlülüğü var.
Öte yandan Turizm Bakanlığının görev ve yetkilerini düzenleyen 1 nolu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde de bakanlığın görev ve yetkileri arasında” turizm işletmelerini denetlemek ve cezalandırma işlemlerini yürütmek” görevi vurgulanmış (m.285/i).
Bakanlığın turizm kolluğu görevi kapsamında bu denetimin insan can güvenliğini içermeyeceğini söylemek de sanırım hukukla alay etmek olur!
O halde yangın çıkan oteldeki insan can güvenliğine dair denetim yetkilerinin idari açıdan münhasıran Turizm Bakanlığı'nda olduğunu yukarıda kanıtları ile ortaya koymuş olduk.
Peki somut olay açısından Bakanlık bu görev ve yetkilerini gereği gibi yerine getirmiş mi? Denetimde ihmali veya kusuru var mı?
Kuşkusuz olayın tüm ayrıntılarına vakıf değiliz.
Ancak kesin olarak bilinen bazı olgular var.
Örneğin Turizm Bakanlığı görevlileri bu oteli 2024 yılında (sanırım Kasım 2024’de) resmi olarak denetlemişler.
Bunu Sayın Bakan da teyit etti.
Bu denetimde herhangi bir sorun görmemiş (!) olacaklar ki otel çalışmaya devam etmiş.
Diğer bir bilinen olgu ise otel yönetiminin Aralık 2024’de (yani Bakanlık denetiminden kısa süre sonra) Bolu Belediyesine başvurarak, otel için yangına uygunluk belgesi talep ettiği.
Belediyenin ise yaptığı incelemede yangın konusunda otelde 7-8 adet ciddi eksiklikler tespit ettiği.
Otelin ise bu eksikleri öğrenmesi üzerine Belediyeye yaptığı belge talebini geri çektiği.
Böylece sonuçta otelin yangına uygunluk belgesi alamadığı.
O halde vahim yangın olayından yaklaşık 2 ay önce Bakanlık, oteli resmen denetliyor.
Bundan kısa süre sonra otel yönetimi yangına uygunluk belgesi almak üzere belediyeye başvurduğuna göre, ortada iki ihtimal bulunuyor:
Ya Bakanlık denetim elemanları, Sayın Bakan’ın da savunduğu gibi, sadece işyeri açma ve çalışma ruhsatına baktılar ve bunun varlığını görünce, bu ruhsatın zorunlu alt belgelerinden olan yangına uygunluk belgesi var mı yok mu diye bakma zahmetine katlanmadılar!
Ki bu durumda yukarıda değinilen kendi Yönetmeliklerine açıkça aykırı davrandılar ve açık bir kusur işlediler.
Ya da yangına uygunluk belgesinin bulunmadığını gördüler. Ama sahibinin nüfuzu ve siyasi bağlantıları bilindiğinden, otelin turizm işletme belgesini iptal etmemek için, bunu görmezden geldiler. Ama işletme sahibine bu eksikliği tamamlamasını bir şekilde ima ettiler veya hatırlattılar.
İşletme de bu uyarı üzerine denetimden hemen sonra aceleyle bu belgeyi almak için belediyeye başvurdu.
Bu durumda da tabii ki Bakanlık denetim elemanları çok ağır kusur işlemiş olurlar.
Benim aklıma 3. bir ihtimal gelmiyor.
Otelin Bakanlık denetiminden hemen sonra yangın belgesi için Belediyeye başvurmuş olması, 2. ihtimali daha güçlü kılıyor. Zira demek ki otelin yangına uygunluk belgesi yoktu veya önceden vardı ama geçerliliğini kaybetmişti.
Bu belge mevcut veya geçerli olsaydı, niçin otel durup dururken ve resmi bir kanaldan uyarı gelmeden, bir anda ve hazır Bakanlık denetiminden de geçmişken, sonrasında bu belgeyi almak için başvursun?
Sonuçta ne yaşandığını kesin bilmiyoruz. Ancak ciddi bir soruşturmada kolaylıkla anlaşılabilir. Ama her iki ihtimalde de otelde o denetimi yapan Bakanlık görevlilerinin açık ve ağır kusuru bulunduğu anlaşılıyor.
Bu durum ise Bakanlığın açık ve ağır hizmet kusurunun göstergesi.
İdare hukukunda hizmet kusurunun mantığı gereği, zarar görenler Bakanlığın hangi görevlisinin sorumlu olduğunu araştırmakla yükümlü değil. İdari yargı önünde Bakanlık genel olarak sorumlu tutulur. Sonrasında Bakanlık ödediği tazminatı sorumlu görevlisine rücu eder.
Ancak cezai sorumluluk açısından, kamu görevlileri içinde Bakanlığın bu denetimi yapan görevlileri bu olayda en üst seviyede ve asli sorumlu gibi görünüyor. Zira görevlerini doğru yapsalar bunlar yaşanmayacaktı.
Tutuklananlar arasında bunların olmaması oldukça şaşırtıcı.
Bakanlığın sorumluluğu konusunda başka bir husus daha var.
Turizm Bakanlığı’nın çıkardığı Turizm Tesislerinin Niteliklerine İlişkin Yönetmelikte (RG. 1.6.2019) 2023 yılında yapılan değişiklikte, 2004-2005 öncesinde belge almış turizm işletmelerinin bu belgelerinin işyeri açma ve çalışma ruhsatı yerine geçeceğini öngörülüyor.
Ama bir şartla.
Bu işletmelerin 30.4.2024 tarihine kadar ilgili kurumlardan yangına uygunluk belgesi almaları gerekiyordu. Bu belgeyi bu tarihe kadar almadılarsa turizm işletme belgelerinin Bakanlıkça iptal edilmesi zorunlu idi (Geçici m.1/3).
Otelin ana kısmının turizm işletme belgesinin hangi tarihli olduğunu anlayamadım. Otel 1998’de açıldığı için 2004 öncesi tarihli olması büyük olasılık. Bakan’ın açıklamasında değinilen 2013 ve 2015’de alınan işletme belgelerinin otelin ilave kat çıkılan kısımları için mi olduğunu da anlamadım.
Sayın Bakan açıklamasında bu konuda net bilgi vermiyor. Eğer otele 2004 öncesinde herhangi bir şekilde turizm işletme belgesi verildi ise bu geçici madde kapsamına girer. Bu durumda yangına uygunluk belgesi alamadığı için mevzuatın açık hükmü gereği Mayıs 2024 itibarıyla turizm işletme belgesinin iptal edilmiş olması gerekirdi. Çünkü otel bu tarihte illegal ve bir anlamda kaçak hale gelmiş oluyor.
Bu durumda da Bakanlığın (belgeyi iptal etmediği için) çok ağır bir hizmet kusuru bulunmuş olacak.
Gerek ceza soruşturmasında gerekse idari davada bu konuyu ortaya çıkarmak zor iş değil.
Kanunlarda belediye ve mücavir alan sınırları dışındaki yerler için belediyelere yangın raporu verme görevi veren herhangi bir hüküm yok.
Belediye İtfaiye Yönetmeliğinde belediyelerin yangına uygunluk belgesi vermesini düzenleyen maddede bu belgenin belediyelerce belediye sınırları dışındaki yerler için de verileceğine dair belirleme yok (Ek m.1).
Zaten Anayasa’ya göre (m.123, m.127) merkezi idare (bakanlıklar dahil) belediyelere yönetmelikle görev veremez. Bu görevi ancak kanun verebilir.
İl özel idarelerinin itfaiye teşkilatı olmaması bu yasallık kuralını değiştirmez. Gerekirse bu tür hassas yerlerde itfaiye kurmalarına zaten hukuksal engel yok.
Bu konuda mevzuatta uygulanabilecek tek yetki, Belediye İtfaiye Yönetmeliğine göre valinin istisnai ve zorunlu hallerde açıkça belediye itfaiye birimini görevlendirmesi (Ek m.3).
O halde somut olayda Bolu Belediyesi, yangına uygunluk belgesi verilmesine dair otel yönetiminden gelen talebi, belediye sınırları dışındaki yer için yetkisi olmadığı gerekçesiyle reddetmeli ve belgeyi ancak valilikten açık görevlendirme olursa verebileceğini belirtmeliydi.
Eğer talep mevzuata uygun biçimde valilik kanalıyla gelseydi, belediye tespit ettiği eksikleri valiliğe bildirmek zorunda kalacak ve valilik büyük olasılıkla duruma vaziyet edecekti.
Ne var ki süreç böyle işlemediğinden, talebin geri çekilmesi üzerine belediyenin geri çekilen talep hakkında valiliği veya bakanlığı bilgilendirmesi yönünde mevzuatta belediyeye verilen bir görev bulunmuyor.
Kaldı ki belediye yetkilisi otelin talebini, eksiklerin tamamlanmasından sonra yeniden başvuru yapmak üzere geri çektiğini düşünmüş ve bu nedenle valiliğe bildirimde bulunmayı gerek görmemiş de olabilir.
Bu durumda kanaatimce Bolu Belediyesi’ndeki ilgili yönetici bu konuda cezai açıdan sorumlu tutulamaz.
Aynı şekilde Bolu Belediyesi’ni yangından dolayı hizmet kusuru nedeniyle sorumlu tutmak da güç görünüyor. Zira anlaşılan o ki uygulamada uzun süredir belediyeler başvuru üzerine il özel sınırları içindeki yerler için de bu belgeyi vermekteler. Gerek valiliklerin, gerek Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın gerekse Turizm Bakanlığı’nın da bu uygulamayı teşvik edip desteklediği anlaşılıyor.
Kaldı ki görevli olmadığı halde Belediye somut olayda eksiklik varken eksiklik yok dememiş ve eksikliği aslında tespit etmiş.
Buna karşın, eğer iddia edildiği gibi, ilgili Belediye yöneticisi otel işletmecisini talebini geri çekmeye teşvik ettiyse veya geri çekmesini önerdiyse ve bunu da bu eksikliği görmezden gelme saikiyle yaptıysa, bu durumda cezai açıdan sorumluluğu görülebilir. Zaten bu durumda hizmet kusuru açısından, görevi ile bağı da kesilmiş kabul edilir ve şahsi sorumluluğu gündeme gelebilir.
Yukarıda açıklandığı üzere, işin ceza sorumluluğu dışında, yangın mağdurları isterlerse adli yargıda tazminat davası; isterlerse idari yargıda tam yargı davası açabilirler.
Aynı mağdurun aynı anda hem adli yargıda hem de idari yargıda dava açmasına hukuken engel yok.
Hatta zaman kaybı olmaması açısından iki davanın aynı anda veya yakın aralıkla açılması daha pratik olur.
Zira adli yargıda açılan davanın davalısı igili özel kişiler (otel sahibi, işletmecisi, sigortacısı vs.); idari davanın davalısı ise ilgili idare (Turizm Bakanlığı) olacak.
Dolayısıyla teknik olarak “derdestlik” sorunu olmayacak.
Adli yargıda açılan davada hem ilgili özel kişiler hem de idare davalı gösterilirse, ya da idareye ayrıca dava açılırsa, mahkemenin idareye açılan kısmı için görevsizlik kararı vermesi gerekir. Çünkü hizmet kusuru nedeniyle idareye karşı açılan davada görevli olan idari yargı.
Gerek adli yargıda gerekse idari yargıda açılan davalarda ayrı ayrı zararın tümünün talep edilmesi isabetli olacaktır. Çünkü buradaki özel hukuk açısından sorumluluk ile idare hukuku açısından sorumluluğu birbirinden bağımsız görmek gerekir.
Buna karşın zararın tam miktarı idari yargıda da dava sürecinde sonradan revize edilebilir (ıslah).
Açılan davalarda ise zarardan dolayı sorumluluk oranlamasında bilirkişinin özel hukuk kişileri arasındaki sorumluluk paylaşımına idarenin sorumluluk oranını dahil etmemesi gerekir.
Örneğin adli yargıda açılan tazminat davasında bilirkişi sorumluluk oranını belirlerken idarenin sorumluluğunu bu orana dahil etmemelidir. Sadece tüm zarardan dolayı sorumluluğu tüm özel kişiler arasında paylaştırmalıdır.
Aksi halde bu davada idareye de sorumluluk payı çıkarırsa, davacının o davada veya adli yargıda idareye karşı dava açma ya da idareyi de bu davaya dahil etme olanağı hukuken bulunmayacağından, davalar çok uzayacak ve içinden çıkılması çok güçleşecektir.
Çünkü idareye karşı idari yargıda açılan davada adli yargının belirlediği sorumluluk oranı idari yargıyı bağlamayacağından, farklı değerlendirmeler arasında bu davalar çok uzun yıllar sonuçlanmayacaktır. Sonunda iş belki de on yıl sonra Uyuşmazlık Mahkemesi önüne hüküm uyuşmazlığı olarak da gelebilecektir. Bu nedenle mağdurlar çok uzun süre haklarını alamayacaktır.
Bu yüzden gerek adli yargı mercilerinin ve Yargıtay’ın gerekse idari yargı ve Danıştay’ın burada hem özel hukuk açısından hem de idare hukuku açısından sorumluluğu “müteselsil” olarak algılayıp, zararın tamamına dair davaların her iki kanalda da ayrı ve bağımsız biçimde yürümesini sağlamalıdır.
Sonuçta her iki kanalda bağımsız ve tüm zarar üzerinden yürüyen davalarda hangisi önce sonuçlanırsa mağdur, zararının tamamının tazminini daha kısa sürede elde edebilir. Hukuktaki “rücu” mekanizması ve sebepsiz zenginleşme kuralları ise zaten mağdurun duble tazminat alması sorununu giderecektir.
Buradaki teknik sorun aslında ülkemizde iki ayrı yargı düzeni bulunmasının doğurduğu pratik sorunlardan biri olup, depremden dolayı kişilerin gördüğü zararlarda da benzer bir sorun vardır.
Rahmetli Ahmet İyimaya’nın çabaları ile bu konuda çıkarılan kanun hükmü, özel hukuktan kaynaklansın idareden kaynaklansın tüm cismani zararlardan dolayı açılacak tazminat davalarını adli yargıya vermişti.
Ne var ki teknik altyapısı aceleye getirilen bu kanun hükmünü Anayasa Mahkemesi -bence tartışmaya açık bir kararla- iptal etti.
Yukarıdaki önerim dikkate alınmazsa da korkarım bu tür davalarda mağdurların zararlarının giderimi çok güçleşir.
NOT: Yazı, kendileri yangından kurtulduğu halde, içeriden gelen yardım çığlıklarına kayıtsız kalamayan ve başkalarını kurtarmak için hayatları pahasına tekrar yangına girmeyi göze alan gerçek “Yiğit”lere ve modern şövalyelere ithaf edilmiştir.
Ali D. Ulusoy kimdir? Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur. Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur. ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür. Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri. Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008. |
Grand Kartal Otel, kaçak veya illegal olarak faaliyet gösteriyormuş demek yanlış olmaz. Çünkü yangına uygunluk belgesi alamadıysa (ki almaya çalıştığı ama alamadığı anlaşılıyor) otelin turizm işletme belgesi mevzuat uyarınca 30 Nisan 2024 itibarıyla geçersiz hale gelmiş görünüyor. Ayrıca halen geçerli bir işyeri açma ve çalışma ruhsatı da bulunmadığı anlaşılıyor
Demirel ve Ecevit 1960’lardan 2000’lere kadar yaklaşık 40 yıl boyunca Türkiye siyasetine damga vuran en önemli iki karakter. Görünen o ki Ekrem İmamoğlu da Mansur Yavaş da önümüzdeki dönemler siyasetinde başat rol alma potansiyeli taşıyorlar. Tabii hata yapmazlarsa veya pes etmezlerse...
Trump’ın büyük balığın küçük balığı yutmasının norm olacağı ve ekonomik ve/veya askeri gücün doğal seleksiyonda belirleyici olacağı “yeni dünya düzeni”nde, hukuk, insan hakları ve demokrasi gibi evrensel idealleri savunanları muhtemelen zor günler bekliyor
© Tüm hakları saklıdır.