12 Mart 2025

Geciken ödemelerde yasal faiz ile enflasyon farkı istenebilir mi?

Devletin yasal faizi enflasyon oranı altında belirlememe yükümlülüğü hem mülkiyet hakkının hem de adil yargılanma hakkının bir gereği. O halde devlet bu durumda, “dava açarken niçin benim yasal faizime güvendin?” diyememeli!

Kişilerin gerek diğer kişilerden olan, gerekse devletten/idarelerden olan parasal alacaklarında ödemenin gecikmesi durumunda mevcut hukuksal durumda, asıl alacak miktarı yanında, kural olarak ancak “yasal faiz” istenebiliyor.

Yasal faiz ise 1 Haziran 2024’den bu yana halen yıllık yüzde 24.

Yani enflasyon oranının çok altında.

Enflasyon oranı halen devlet kurumu TÜİK’e göre yüzde 40, uzman akademisyenlerden oluşan ENAG’a göre yüzde 80 civarında.

Ticari işlerde ise temerrüt faizi (yani vadesi gelmiş borcun ödenmemesinin faizi) Merkez Bankasının kısa vadeli avanslar için her yılın 31 Aralık günü belirlediği faiz oranına tabi ve daha yüksek. Ancak bu sadece ticari işlerde ve teknik olarak “ticari iş” tanımı oldukça kısıtlı.

Yasal (kanuni) faiz, 3095 sayılı kanun ile düzenlenmiş.

Borçlar Kanunu ve Ticaret Kanununa tabi alacaklar için bu faiz kanunda yüzde 12 olarak belirlenmiş. Cumhurbaşkanı bu oranı bir katına kadar artırabiliyor veya belli orana kadar azaltabiliyor.

Nitekim geçen yıl Haziran’a kadar bu oran yüzde 9 olarak belirlenmişken, Haziran 2024’den bu yana yüzde 24 olarak belirlenmiş durumda.

Diğer bir anlatımla, gerek başka kişilerden, gerekse devletten olan bir alacağınız zamanında ödenmezse, istisnai bir durum yoksa, eğer enflasyon yıllık yüzde 24’ün üzerinde olursa, gecikme nedeniyle alacağınızı enflasyon karşısında erimekten kurtaramıyorsunuz.

Bu konuda hukuk sizi koruyamıyor.

Borçlu olan borcunu ne kadar ödemez ve geciktirirse yanına o kadar kar kalıyor.

Çünkü ödemeyi ne kadar geciktirirse, ödeyeceği miktar reel olarak sürekli azalmış oluyor.

Yani mevcut hukuk sistemi borçlunun borcunu ödememesini teşvik etmiş oluyor.

Üstelik bu durum sadece özel kişiler arasındaki alacak-verecek işlerinde veya haksız fiilerle başkalarına verilen zararlar için değil, aynı zamanda devletin yani idarelerin kişilere olan borçları için de geçerli.

Yani devletten alacaklı olanların da alacakları zaman içinde sürekli erimiş oluyor.

Devlet kişilere olan borcunu ne kadar geç öderse o kadar avantajlı oluyor.

Finansal erozyon

Bu durum aynı zamanda mahkemelerde verilmiş tazminat kararları dahil, yargı kararları için de geçerli.

Dava süresince de davaya konu edilmiş parasal alacaklar için sadece yasal faiz işliyor.

Örneğin bir parasal alacak için 10 yıl önce dava açtınız (yani alacağınızın 10 yıl önceki miktarını talep ettiniz) ve davanız bugün lehinize sonuçlandı ise, dava süresince yani son 10 yıl için alacağınıza uygulamada sadece yasal faiz işleyebiliyor.

2024 öncesi için bir süre yüzde 9 ve daha öncesi için o zamanki yasal faiz, sonrası için yüzde 24.

Yani mahkemelerdeki davalar ne kadar uzarsa, ödenecek parasal alacaklar da o kadar reel erimeye uğramış oluyor.

AİHM bir kararında buna “finansal erozyon” adını vermiş.

Örneğin geçtiğimiz yıllarda (2022-2024) enflasyon yüzde 100’lerin bile üzerindeyken, yasal gecikme faizi sadece yüzde 9 idi.

Enflasyonun düştüğü söylenen şu anda bile resmi enflasyon rakamı ile yasal faiz arasında yaklaşık yarı yarıya fark var.

Sonuçta bir ülke düşünün.

Kişilere maddi zarar verenler veya borcunu ödemeyenler, borçlarını ne kadar geç öderlerse o kadar avantajlı oluyorlar.

Ödemeler ne kadar gecikirse meblağ reel olarak o kadar erimiş oluyor.

Böyle bir ülkede ekonomi nasıl istikrara kavuşacak?

Mali yönden toplumsal barış ortamı nasıl sağlanacak?

Toplumsal huzur nasıl korunacak?

Zarar verenin yaptığı yanına kar kalacak.

Para “pul” olduktan sonra ödeme yapılması neye yarayacak?

AİHM’in getirdiği açılım

Bu konuda AİHM tarafından T.C. vatandaşlarını koruyucu önemli kararlar alındı.

AİHM, 2020 yılında verdiği Timurlenk / Türkiye, 2019’da verdiği Zeki Kaya / Türkiye ve 2008 yılında verdiği Okçu / Türkiye kararlarında, enflasyonun yüksek olduğu dönemlerde yasal faiz oranının enflasyon oranının altında kalması durumunda, alacaklıların alacaklarının sonradan ödenmesi halinde gecikme faizi olarak enflasyonun altında oran belirlenmesinin ve sonuçta yasal faiz ile enflasyon oranı arasındaki farkın ödenmemesinin mülkiyet hakkının ihlali olduğunu içtihat etti.

Anayasa Mahkemesi (AYM) de 2017 yılında bir bireysel başvuru kararında benzer yönde karar verdi (Genel Kurul, 2014/2267, Ano İnşaat Kararı).

Örneğin bunlardan Timurlenk / Türkiye kararında, Ankara'da bir devlet hastanesinde tıbbi hata (malpraktis) sonucunda 1996 yılında bir hastanın bacağı kesiliyor ve aynı yıl idari yargıda dava açılıyor.

İdari yargı süreci 2008 yılında, yani tam 12 yıl sonra, sonuçlanıyor ve davacıya tazminat ödeniyor.

Ne var ki hükmedilen tazminat, 1996 yılında dava açıldığı tarihte istenen tazminat miktarı ve bu miktara eklenen yasal faizden oluşuyor.

Aradan geçen 12 yılda yasal faiz hep veya genelde enflasyon oranının altında kaldığından, sonuçta başta istenen  tazminat miktarı bu zaman içinde iyice “erozyona uğramış”  ve “kuşa dönmüş” oluyor.

Davacı ise 2008 yılında yapılan ödemenin gerçek zararını karşılamadığını ve yasal faizin zararının reel değerini enflasyon karşısında korunmadığını ileri sürüyor.

AİHM kararında çok açık biçimde gerçek zararın bedelinin enflasyon karşısında korunması ve zararın “finansal erozyona” uğramaması ve yasal faiz gerçek enflasyondan düşükse aradaki farkın da tazmin edilmesi gerektiğine vurgu yapılıyor.

Anılan kararda AİHM, Türkiye Devleti tarafının, davacının 2008’deki ödeme esnasında zararının enflasyon karşısında eridiğini ileri sürüyorsa bunu ayrıca yeni bir dava (munzam zarar davası) ile talep etmesi gerektiği ve bu hususta iç hukuk yollarının tüketilmediği iddiasını da açıkça reddediyor.

Gerekçesi ise, Türk idari yargı sisteminde bu şekilde sonradan ek bir dava açma olanağı bulunmaması.

Bu konuda adli yargı açısından da munzam zararın ispatı açısından Yargıtay’ın, munzam zararı enflasyona endekslemeye imkan vermeyen, kısıtlayıcı kararları bulunduğu biliniyor.

Yani iç hukuk sisteminde gerek idari yargıda gerekse adli yargıda, gerçek enflasyon oranı ile yasal faiz arasındaki farkı talep etmek için açıkça ve etkin biçimde gidilebilecek hukuksal başvuru yolları öngörülmemişse, mülkiyet hakkı ihlali nedeniyle önce AYM’ye bireysel başvuru, sonuç alınamazsa da AİHM’e başvuru yapılabilir.

Diğer bir anlatımla, adli yargıda olsun idari yargıda olsun, konusu parasal alacak olan bir dava açıldığında, zararın oluşması ve dava tarihi ile davanın nihai olarak sonuçlanıp hükmedilen zararın ödenme tarihi arasında geçen sürede, zarar/alacak miktarı gerçek enflasyona karşı korunmamışsa ve yasal faiz ile enflasyon arasında fark varsa (ki mutlaka vardır), bu farkın da alınması hukuken mümkün.

Bunun için davanın başında sadece “yasal faizin” talep edilmiş olması ve ayrıca enflasyon farkı gibi ek zararın talep edilmemiş olması da kanaatimce mülkiyet hakkı ihlalinden dolayı AYM ve AİHM’e başvuruya engel olmaz.

Çünkü kişilerin, yasal faizi enflasyonun altında belirlememe ve böylece gerçek zararlarının miktarını finansal erozyona uğratmama konusunda devlete güvenmeleri nedeniyle mağdur edilmemeleri gerekiyor.

Dolayısıyla devletin zaten yasal faizi enflasyon oranı altında belirlememe yükümlülüğü hem mülkiyet hakkının hem de adil yargılanma hakkının bir gereği.

O halde devlet bu durumda, “dava açarken niçin benim yasal faizime güvendin?” diyememeli!

Öte yandan AİHM kararında enflasyon oranı için “gerçek enflasyon” vurgusu yapılması, gerçek enflasyon oranı belirlemede TÜİK’e getirilen eleştirilere bir “gönderme” olabilir mi acaba?!

Ali D. Ulusoy kimdir?

Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur.

Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur.

ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür.

Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri.

Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Öcalan’ın çağrısındaki “ek şart” ve referandum

Başta Öcalan’a “umut hakkı” dahil, on binlerce kişinin öldürülmesinden sorumlu tutulması hukuken kesinleşmiş terör örgütü liderinin serbest bırakılması veya eve çıkarılmasının hukuksal altyapısı nasıl kurulacak?

İktidarın A ve B planları

Ülkeyi hem ekonomide hem de hukukta çöküşe götüren bu yeni sistemi getirenler, şimdi de hiçbir şey olmamış gibi “pardon, bizi yanıltmışlar(!), şimdi de seçim öncesinde tekrar parlamenter sisteme geçelim” derse, sorumluluğu almış olacak mı?

Transformers filmi hukuk mu oldu?

Hukuk bir noktadan sonra, iktidardakilerin iktidarının korunması ve devam etmesi için ihtiyaç duyulan “şey” neyse ona dönüşüyor. Hatta bunun öngörülebilir olması da gerekmiyor

"
"