19 Şubat 2025

Transformers filmi hukuk mu oldu?

Hukuk bir noktadan sonra, iktidardakilerin iktidarının korunması ve devam etmesi için ihtiyaç duyulan “şey” neyse ona dönüşüyor. Hatta bunun öngörülebilir olması da gerekmiyor

Adalet sistemi Cumhuriyet döneminin belki de en kötü zamanlarını yaşıyor.

Dünyanın en etkili, en prestijli ve en güvenilir dergilerinden The Economist bile Ülkede Yargı’nın geldiği vahim duruma dikkat çekiyor.

Gerçi şimdiki kadar vahim duruma hiç düşmese de, AKP öncesinde de ülkenin adalet sistemi öyle çok da parlak sayılmazdı.

Yargı’nın eskiden de özellikle Askeri vesayete karşı dik durabildiği ve kendi ayakları üzerinde bağımsız ve tarafsız konumda kalmayı pek başarabildiği söylenemez.

Askeri brifinge giden yargı mensuplarını, 367 Kararını, başörtüsü içtihadını unutmayalım.

Ne var ki Erdoğan iktidarında Yargı ve adalet sisteminin geldiği nokta önceki dönemleri bile mumla aratır halde.

Yargı bu kez de hemen bütünüyle siyasi iktidara bağımlı hale gelmiş durumda.

Sonuçta Erdoğan’ın “adamları” yargı işini askeri vesayetin “adamları” kadar bile beceremediler.

Ellerine yüzlerine bulaştırdılar.

Hatta işi bir yüksek mahkemenin, kararını beğenmediği diğer yüksek mahkeme üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmasına kadar bile vardırdılar.

Yani işin “suyunu çıkarmayı” bile başardılar!

Yargı, hukukun “sopası” mı iktidarın “sopası” mı?

Yargı aslında demokratik ülkelerde hukukun “sopası”dır.

Yani hukuk düzeninin müeyyidesidir.

Hukuka uymayanları hizaya getirir ve cezalandırır.

Tabii burada kastettiğimiz evrensel demokratik hukuk.

Muktedirin salt kendi iktidarının bekası için, iki dudağı arasından çıkan “şey” değil.

Bizim gibi şeklen demokrasi gibi görünen ama aslında otoriter ülkelerde ise maalesef Yargı, iktidardaki muktedirin “sopası.”

“Transformers” hukuk

Hukuk bir noktadan sonra, iktidardakilerin iktidarının korunması ve devam etmesi için ihtiyaç duyulan “şey” neyse ona dönüşüyor.

Hatta bunun öngörülebilir olması da gerekmiyor.

Örneğin o anda iktidarın ihtiyacı, 12,5 yıl önceki kitlesel protestoları organize ettiği iddiasıyla şimdi pek hazzetmediği birini tutuklatmak ise hukuk bir anda bu “şey”e dönüşüyor.

Sokak röportajında Hükümeti eleştiren emekli “teyze”yi tutuklatmaya ihtiyaç varsa bir anda bu “şey”e dönüşüyor.

İktidarı sert dozdan eleştiren bir muhalif parti liderini tutuklatmak için ihtiyaç duyuluyorsa anında şekil değiştirip o “şey”e dönüşüyor.

Kamu görevi yapan ama sürekli iktidar tarafına “yonttuğu” iddia edilen bir bilirkişinin özel yaşantısı ile ilgili olmayıp salt kamu görevine ilişkin bir röportajını yayınlayıp aslında görevini yapan gazeteciyi tutuklama için ihtiyaç olduğunda, hooop o “şey”e dönüşüyor.

Muktedirin “taktığı” siyasi lideri veya hayırsever iş adamını yıllarca ve üstelik AİHM’in açık kararlarını uygulamayı reddederek içeride tutmak için ihtiyaç varsa, “değiş Tonton!” diyen çizgi filmde veya “Transformers” filminde olduğu gibi, bir anda o “şey”e dönüşüyor.

İşler grev organize etmeye çalışan sendikacıyı, hatta falcıyı, medyumu tutuklatmaya kadar çığırından çıkmaya bile başladı.

Öyle ya, sendikacının ne haddine grev organize etmeye çalışmak, medyumun ne haddine bir politikacının öleceğini öngörmek, değil mi?!

Hatta işler ülkenin 1. partisi haline gelmiş ana muhalefet partisinin kongresini iptal ettirip, seçimlere kadar CHP’ye “kayyum” atamaya kadar bile ileri gider mi derseniz, ortada artık bizim anladığımız anlamda bir hukuk filan kalmadığı için net yanıt veremem.

Bu konuda Batılı bir hukukçuya göre tek farkım, “olur mu yahu öyle saçma şey!” diyememem olur sanırım…

Ülkenin en büyük, köklü ve belki de en “tuzu kuru” iş adamları derneğinin bile gelinen noktadan ciddi biçimde yakınması ayrıca manidar.

Üstelik özü, hukukun ve tutuklamaların keyfiliğine eleştiri olan bu açıklamaya iktidar kanadından gelen tepkiler ve soruşturma “sopası” bile eleştirilerin ne kadar haklı olduğunun en büyük kanıtı!

Önceden kestirilemeyen ve “piyangodan” çıkan suçlar!

Yargı’nın evrensel demokratik hukuk düzeninin “sopası” değil de siyasi konjonktürün “sopası” haline evrilmesinin daha da vahim sonucu ise “öngörülemezlik.

Hangi davranışınızın ne zaman bu “sopayı” hak edeceğini önceden kestirmeniz cidden zor!

Çünkü bu hukuk sopası tamamen iktidarın ve muktedirin o andaki ihtiyaçlarına endekslenmiş durumda.

Şu anda duyulan ihtiyaç, sizin eskiden yaptığınız ve o zamanda suç olmayan bir fiili suç olarak varsayabiliyor.

Hatta daha da ilginci, sizinle eskiden aynı davranışı yapmış birinin bu davranışı, eğer o kişi şimdi “yandaş” konumuna terfi etmişse, suç olmayabiliyor; ama sizinki suç olabiliyor.

Deprem davaları ve otel yangını tutuklamaları örneğinde olduğu gibi.

Yani adına şeklen “hukuk” denilmesine karşın, işlenen fiile endeksli değil, fiili işleyen kişinin iktidarla olan uzaklık-yakınlık pozisyonuna göre ve iktidarın o anlık ihtiyacına göre değişen ve uzaydan gelen tanımlanamayan bir nesne gibi bir “şey” ile karşı karşıyayız.

Ordu’dan atılan teğmenler örneğinde olduğu gibi.

Hesap verme günü geldiğinde ne olacak?

Vakti zamanı gelip makul demokratik hukuk düzenine geçildiğinde, herhalde hukuk önünde hesap verecek ciddi sayıda sorumlu bulunacak.

İşin ilginci hukuk bir gün herkese olduğu gibi bunlara da gerekecek.

Tıpkı öncesinde hukuku kendi ihtiyaçlarına göre “eğip büken” veya hiçe sayıp umursamayan Fethullahçıların sonradan çölde su gibi “hukuk” aramalarına benzeyecek.

Peki, olası bir iktidar değişiminde makul demokratik düzene geçildiğinde, evrensel hukuku hiçe sayıp ve ihlal edip, hukuku siyasi iktidarın “sopası” olarak kullanarak görevlerini kötüye kullanan hukukçulara hukuk önünde nasıl hesap sorulacak?

Böyle bir hesap sormanın AİHM tarafından da kabul edilmiş evrensel standartları var.

KHK eki listelerle “yaşa-kuruya bakmadan” toptan “temizlik” değil tabii.

Objektif ve tarafsız uzmanlardan oluşan inceleme komisyonlarının kişi bazında her birinin geçmiş performanslarını masaya yatırmasından ve görevini açık ve bariz biçimde kötüye kullanıp kullanmadığının ve tarafsızlığını kaybedip siyasi iktidarın “değirmenine su taşıyıp taşımadığının” değerlendirilmesinden bahsediyorum.

İktidarın sonradan, “KHK ile toptan temizlik” çözümünün AİHM kriterlerine uymadığını görünce telafi için kurduğu OHAL İnceleme Komisyonunun daha objektif ve tarafsız işleyen ve üyelerinin, İktidarın atadığı memurları yerine, itibarlı ve prensiplerinden ödün vermemiş akademisyenler ve emekli yüksek mahkeme yargıçları gibi tarafsızlık ve objektifliğinin kamuoyunda da kabul göreninden bahsediyorum.

AİHM’in Xhoxhaj/Arnavutluk içtihadında öngördüğü gibi.

Ali D. Ulusoy kimdir?

Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur.

Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur.

ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür.

Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri.

Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Asıl ön seçim cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda

İkili adaylık partinin onayı ile olursa, adayların hem seçim sürecinde birbirlerini yapay girişimlerle yıpratmamaları hem de ikinci tura kalana tam destek vermeleri, zaten hem doğal olan hem de parti disiplininin gereği olacaktır

Teğmenler ve otel yangını: Cezasızlık ile fahiş ceza arasında sıkışan adalet

Teğmenler aynı zamanda ve aynı yerde, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” demek yerine, “Tayyip Erdoğan’ın askerleriyiz!” deselerdi, yine de aynı cezayı alırlar mıydı?

Kartalkaya otel yangını mağdurları hukuken ne yapmalı?

Gerek adli yargıda gerekse idari yargıda açılan davalarda ayrı ayrı zararın tümünün talep edilmesi isabetli olacaktır. Çünkü buradaki özel hukuk açısından sorumluluk ile idare hukuku açısından sorumluluğu birbirinden bağımsız görmek gerekir

"
"