22 Mayıs 2024

Gün gerçekten ağarıyor mu?

Gençler soru sormak istiyor, siyaset onları 1400 yıl öncenin dünyasına götürmek istiyor. Bunun mümkün olmadığını görmek için P. Klee'nin 100 yıl önce çizdiği tabloyu mu incelememiz gerekiyor? Gençler, evrenin en önemli sermayesi olan aklı kullanarak soruyorlar. Yüzlerce yıllık eskiden gelen kurallar onların akıl filtresinden geçiyor. Önlerinde yapay zekâ, kuantum fiziği gibi yeni dünyanın temel taşları var

Fırtına ve aydınlanma

Rıza Türmen geçen hafta T24'teki yazısında Alman felsefeci Walter Benjamin'in bir yorumuna değindi.

Walter Benjamin tarih ve ilerleme konusunu tartışırken, ressam Paul Klee'nin gelişme konusunu resmettiği Angelus Novus (1920) adlı tablosunu şöyle yorumlamış:[1]

"Meleğin (tarih meleği) yüzü temsil ettiği geçmişe dönüktür. Ayaklarının dibinde olaylar zincirinin getirdiği enkaz, tarihte kalan olaylar yatar. Melek ölüleri, yani geçmişi uyandırmak, enkazı tekrar bir araya getirmek tarihi onarmak ister. Fakat gelişmeyi temsil eden "cennetten" gelen ve değişimi ifade eden fırtına kanatlarını kapatmasına izin vermez, onu karşı konulamaz bir şekilde, sırtı dönük olan geleceğe doğru iter. Bu fırtınanın adı "ilerleme, gelişmedir." Yıllardır ülkemizde tanık olduğumuz, birçoğumuzun yaşamını tahrip eden uygulamaları, aydınlanmayı reddeden kişileri, P. Klee'nin Angelus Novus'u ile özdeşleştirebiliriz. Bu içinden çıkmaya çabaladığımız zorlukları anlatan bir benzetmedir."

P. Klee'nin bu tasvirinden "aydınlanma" kavramına geçebileriz. Aydınlanma 17-18. yüzyılda Avrupa'da felsefecilerin, tanrı, akıl, doğa ve insanlık kavramları üzerine başlattıkları ve daha sonra tüm batı uygarlığının temelini oluşturan kavram ve üç temeli var: serbestiyet (freedom), eşitlik, bireysel haklar.[2] Bu üç hedefe ancak belirtilen üç temel koşulun gerçekleşmesiyle ulaşılır. [3]Demokrasi bir tramvay değildir.

Demokrasi yarışında durum

Nilgün Cerrahoğlu Cumhuriyet Gazetesi'ndeki yazısında (19.05.2024), Slovakya Başbakanı'na yapılan suikast girişimiyle başlayıp, orta Avrupa'yı kasıp kavuran şiddetin, siyasi istikrarsızlığa neden olduğunu vurguluyor. Orta Avrupa onyıllarca çetin mücadelelere sahne oldu. Birinci Dünya Savaşı'nın ardından yenik Almanya'yı ele geçiren A. Hitler'in yarattığı felaket henüz anılarımıza gömülmedi. Nazi yönetiminin başvurduğu propaganda, sindirme yöntemleri halen uygulanıyor.

ABD'nin kurucu babalarından Benjamin Franklin kendisine "kurucular ne yarattı, monarşi mi, cumhuriyet mi?" sorusunu sorduklarında, "bir cumhuriyet, eğer sürdürebilirseniz" yanıtını vermişti. Eyaletlerden oluşan ABD'nin kurumları birçok soruna karşın cumhuriyeti sürdürebildi. Bu sorunlar ve yol açtığı sıkıntılar arasında kongrenin, çıkar gruplarının maddi güçleriyle oluşturdukları "lobby"ler önemlidir. Öyle ki, bugün başkanlık seçimlerinin belirleyicisi, adayların önerdiği programlardan ve vaatlerinden çok, seçim kampanya bütçelerinin ne kadar büyük olduğudur. Böylece demokrasi sakatlanmakta ve bu ABD ile sınırlı kalmamakta, Güney Amerika, çeşitli Asya ülkeleri Avrupa ve Türkiye'ye kadar yayılmaktadır.

Tüm bunlara karşın bu ülkelerde yargı işlemektedir. D. Trump bir yandan başkanlık seçimine hazırlanırken, aynı zamanda değil yüksek mahkeme, New York eyalet mahkemesi tarafından yargılanmaktadır. D. Trump'a yöneltilen suç bir hayat kadınının onunla ilişkisini açıklamaması için kendisine "sus parası" ödenmesidir. Önceki başkanlardan R. Nixon yukarıda saydığımız demokrasi koşullarını ihlal ettiği için yargılanmış ve başkanlıktan ihraç edilmesi kararı verilmiştir. Fransa'nın eski başkanlarından N. Sarkozy seçim kampanyasının finansmanında, Libya Cumhurbaşkanı Kaddafi'den para aldığı için yargılanmış ve mahkum edilmiştir. Sarkozy'nin hapis cezası ev hapsi olarak uygulanmaktadır.

Türkiye'de ise siyasetin tasarladığı kurguladığı suçlarla insanlar tutuklanmakta, mahkeme kararı olmaksızın hapiste tutulmakta, Anayasa Mahkemesi kararına karşına serbest bırakılmamaktadır.

Demokrasi yarışının kuralları

Demokrasi başarılması güç bir düzen. Atatürk Türkiye'nin sönmekte olan küllerinden bir ulus yarattı. Bunu yaparken ilk adımı Cumhuriyet'i ilan ederek attı. Kurtuluş savaşını bile Cumhuriyet'in temeli olan Büyük Millet Meclisi'nin kararıyla başlattı ve onca yokluk içinde savaşı ve daha önemli olan Türk'ün uygarlık savaşını harekete geçirdi. Bu adımların hiçbirisinde tek adamlığa dönmedi.

On yıllar sonra toplumu çürümeye götüren denemeye tanık olmak, bu denemeyi yaşamak ne acı. Yüz yıl önce sağlam cumhuriyet temeli üzerine başlayan ülke inşasını yepyeni fırsatları değerlendirmek yolunda tamamlamak bizim ve yeni nesillerin görevi, ayrıcalığı.

Demokrasinin ana kuralı hesap vermek. ABD ve Fransız başkanlarının yargı karşısındaki durumuna değindik. Türkiye'de yeni anayasa cumhurbaşkanından hesap sorulamayacağını öngörüyor, kendi başına demokrasiye uymayan bir kural. Hesap vermek, bireyin yalnız sorumlu olduğu müesseselere (kurum, mevzuat, hiyerarşi), kişilere değil ve hepsinden önce kendi kendisine hesap vermesidir. İslam'da "tövbe", Hristiyanlıkta günah çıkartmak hesap vermekten çok, manevi güçlerin, kuralların gözünde bireyin yaptığı yanlışların affedilmesiyle ilgili. Yani sonunda af ve cennet vaadi şeklinde "çıkar" var. Oysa önemli olan bireyin kendi kendisini yargılaması, böylece yanlışa karşı korunması. Cezanın büyüğü, kişinin kendi vicdanıyla hesaplaşmasıdır.

Ara bilançosu

Yazılarımda ve dostlarımla sohbetlerimizde, sık sık neredeyse tüm ülkelerde yaşanan olayların, siyasal krizlerin neyin habercisi olduğunu sorguluyoruz. Geçen yüzyılda Avrupa'da, uzak ve Orta Doğu'da yaşanan savaşlardan sonra, Uzak Doğu'nun sakinleştiğini düşünmek mümkün. Acaba bu sakinleşme Batı elini o ülkelerden çektiği için olabilir mi?

Buna karşılık Avrupa henüz savaş durumundan uzak olmakla birlikte ilginç bir şekilde tek adam yönetimine evriliyor. Bunun en belirgin örneği, V. Putin'in B. Yeltsin'den .el aldıktan sonra, Büyük Petro'nun kurduğu, Büyük Katerina'nın genişlettiği Rusya'yı yeniden yaratmak istemesidir. V. Putin bunu yaparken yabana atılmaması gereken bir KGB eğitimine ve çevresine dayanıyor.

A. Hitlerin antisemit saplantıları yanında siyasal, stratejik hedefinin, Birinci Dünya Savaşı'nın intikamını almak, tüm Avrupa'yı Almanya'ın egemenliği altına sokmak olduğu söylenir. Antisemit saplantıları olmasaydı, bunu başarabilr miydi? Unutmamalı ki, kimya endüstrisinden, nükleer endüstriye, mekanikten sağlık bilimlerine birçok alanda Alman bilim adamları ABD'nin hamlelerinin arkasında olmuştur.

2014 Avusturya'da suikast, 2024 Slovakya suikast

Sosyal demokrat geçmişten gelen, ancak direksiyonu "Viktor Orban - Macaristan modeli"ne kırdığından beri Avrupa sosyal demokratları tarafından aforoz edilen ve son suikast girişimi ile tüm kıtanın gündemine oturan Slovakya Başbakanı Fico aynı zamanda Putin yandaşlığı ve hayranlığı ile biliniyor. 5.7 milyon nüfusa sahip olan ama Avrupa tarihinde birçok siyasal krizin odağı olan bölgede yer alan ülke önemli bir derin bölünmüşlük yaşıyor.

Bu bölünmüşlük bizde olduğu gibi din, tarikat, etnik merkezli değil. Ama durumu Guardian gazetesinde değerlendiren Slovak yazar Monika Kompanikova; "Toplum farklı akımlarla sürüklenen buz kütleleri gibi ayrışıyor" diyerek ekliyor: "Polonya ve Macaristan'da olduğu gibi tıpkı; kamuoyu ve muhafazarlarla liberaller, gençler ve yaşlılar, AB değerleri ve Rusyacılık arasında ayrı kavimlere bölünüyorlar"[4]

"Feodal beylik" kafası

"Fico ve çevresi" diyor Kompanikova; "siyaseti yurttaşlara hizmet değil, güç ve mülkiyet üzerinde feodal bir hak olarak görüyor. Ülkeye, sağlayabilecekleri kadar, maksimum istifade getirecek bir beylik gözüyle bakıyorlar. İstediklerini sonuna değin elde edebilmek için anayasayı ve yasaları değiştirmekten, sansür uygulamaktan, demokratik kurumları ve demokrasiyi zayıflatmaktan zerre çekinmiyorlar… Suikast girişimini de bundan böyle her aracı meşrulaştırmak için kullanacaklardır."

Siyasetçinin görüşü: 2/20, gençliğin görüşü:20/20

Bu ortamda Orta ve Doğu Avrupa'da gelecek görmeyen gençler yaygın biçimde kapağı, komşu ülkelere, Çek Cumhuriyeti, Avusturya ve Almanya'ya atmayı hedefliyorlar. Durum Türkiye'de farklı değil. Ülkede bambaşka bir nesil var. Varlıklı ailelerin çocukları da, aile şirketinde çalışmak yerine kendi kaderini belirlemek için çok çeşitli alanlarda girişimler başlatıyor. Çok sayıda genç dünyanın önemli teknoloji şirketlerinde kritik görevler üstleniyor ve başarıyla yükseliyor.

Siyasi liderlik maalesef bunu görmüyor, ama gençlik siyasal eğilimi ne olursa olsun buna aldırmıyor. Çok ilginç bir dönemden geçiyor Türkiye. Siyaset, yönetim, adalet, güvenlik sadece kaygı veriyor, ama galiba bu kaygı orta yaşını geçmiş olanlarla sınırlı. Tarih ders almak için önemlidir, geleceğe hazırlanmak için değil. Gençlerin siyasetle ilgilenmemesi onları zafiyeti değil, mevcut siyaset ortamının onların dünyasından uzakta olmasının sonucu.

Her mahallede bir üniversite kurulması, birilerinin "maarif müfredatı" adı altında sunulan, ne gençlerin gündemine, yaşam programına girmeyen, ne de günün ve yarının ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak taslaklar, niyetler, gençlerin körelmemiş ve taze zihinlerinde çağa uygun arayışlara yönelmelerine yol açıyor. Gençler soru sormak istiyor, siyaset onları 1400 yıl öncenin dünyasına götürmek istiyor. Bunun mümkün olmadığını görmek için P. Klee'nin 100 yıl önce çizdiği tabloyu mu incelememiz gerekiyor?

Gençler, evrenin en önemli sermayesi olan aklı kullanarak soruyorlar. Yüzlerce yıllık eskiden gelen kurallar onların akıl filtresinden geçiyor. Önlerinde yapay zekâ, kuantum fiziği gibi yeni dünyanın temel taşları var.

Siyasetin dünyasını seçim kazanmak, bunun için seçmeni kazanmak oluşturuyor. Gelişmiş ülkelerin yarım yüzyıl ve daha önce meşgul olduğu şampiyon endüstriler, yerli ve millilik gibi kavramlarla hedef belirlemek, bugün yirmi, otuz yaş civarında olanlara ve daha gençlere hitap etmiyor. Bilgisayar oyunlarının çıkışı çok eskilerde kaldı, bugünün dünyasını kuantum teknolojisi belirliyor.

Gün gerçekten ağarıyor mu? Evet ve bu ağarma çok hızlı oluyor. Siyasetçisinden iş adamına, hocasından öğrencisine, herkesin kendisini maratona değil, son yüz metredeki tempoya hazırlaması gerekli. Artık "izmler" değil, kuantum hızında yarışta ön safta hizalanmak önemli.

Bunu başaramayanlar seyirci bile olamayacaklardır. Bu uyarı kendisini, işini değişim fırtınasına hazırlamakta tereddüt eden, yeniye doğru hamle yapmak, yelken açmak yerine, P. Klee'nin "tarih meleği" gibi korunmayı tercih edenler sakin koy arayanlar için önemlidir. Köprüden önceki son çıkışı kaçırmak üzereyiz. 


[1] Walter Benjamin, Paul Klee's Angelus Novus and Wim Wender's Wings of Desire, Aesthetic Apperceptions, March 2015

[2] Encyclopedia Brittanica

[3] Erica Benner, What the West Forgot About Democracy, Financial Times, January 17, 2024

Roula Khalaf, Democracy 2024, Financial Times, January 17, 2024.

[4] Nilgün Cerrahoğlu, "Nefret cini şişeden çıkınca", Cumhuriyet Gazetesi, 19 Mayıs 2024

Ahmet Çelik Kurtoğlu kimdir?

Ahmet Çelik Kurtoğlu, 1942'de Ankara'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu.

Akademik kariyerini 1982 yılına kadar aynı kurumda sürdürdü, Cambridge Üniversitesi'nde lisansüstü derecesi aldı. 1972-74 yılları arasında Yale Üniversitesi'nde doktora sonrası çalışmaları yaparken teknolojik gelişme ve endojen büyüme teorisi üzerinde yoğunlaştı, 1997-2006 yılları arası Galatasaray Üniversitesi'nde ders verdi.

T.C. Dışişleri Bakanlığı'nın görevlendirmesiyle 1978-82 yılları arasında B .M. UNCTAD "Teknoloji Transferi Davranış Kodu" müzakerelerinde T.C. delegesi olarak yer aldı.

1983-86 yıllarında arasında İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Kalkınma Merkezi'nde araştırma yöneticisi olarak görev yaptı. Türkiye ve beş Asya ülkesinde Müşavir Mühendislik sektörü üzerinde yaptığı çalışma OECD tarafından yayınlandı.

1987 yılında Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) kurucu direktörü olan Kurtoğlu, 1992 yılından itibaren Karadeniz Ekonomik İşbirliği İş Konseyleri Genel Sekreteri, daha sonra 2008 yılına kadar DEİK Yönetim Kurulu ve İcra kurulu üyesi olarak görev yaptı. DEİK pek çok Türk şirketin uluslararası işbirliği kurması sürecinde yardımcı oldu.

Prof. Dr. Kurtoğlu, yurtdışındaki faaliyetini 1994-2006 yılları arasında European Roundtable of Industrialists (ERT) adlı kurumda danışman olarak sürdürdü. ERT en büyük 50 Avrupa sanayi şirketi başkanları tarafından, AB Komisyonuna politika tavsiyesi yapmak üzere kurulmuştur. Politika tavsiyesi danışmanların oluşturduğu çalışma gruplarında geliştirilmektedir.

1999 yılında Kurdoğlu Danışmanlık A.Ş.'ni, 2003 yılında "İyişirket Danışmanlık A.Ş."yi kurdu ve strateji, şirket değerlemesi ve satış müzakeleri, iş geliştirme ve finansman, kurumsal yönetim (governance) konularında danışmanlık hizmeti verdi.

2001 yılında TMSF "9 Banka Yönetim Kurulu Üyesi" olarak, 2002-2007 yıllarında arasında Tekfenbank Yönetim Kurulu, 2012-2019 yılları arasında Tekfen Holding A.Ş. Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı.

2007-2008 döneminde TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı oldu

A.Çelik Kurtoğlu teknoloji ve uluslararası ekonomik ilişkiler konularında yayın yapmıştır. Son çalışması olan "Değer Zincirinin Evrimi", Aralık 2022'de Efil Yayınevi tarafından yayınlanmıştır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Asteriks’ten BRICS’e

BRICS üyesi ülkelerin yönetim standartlarının, kültürel birikiminin, siyasal tercihlerinin ne nitelik ne de nicelik bakımından ortak bir yanı bulunmamaktadır. BRICS’in AB gibi bir kurumsal yapıya ulaşması hedeflenmemektedir, hedeflense de bunun gerçekleşmesi olası değildir

Filenin Sultanları'ndan yapay zekâya

Dönem demir çelik ve ağır sanayi yatırımı değil, akıl, yaratıcılık dönemi ve yaratıcılığını temel koşulu sorgulamak

Küresel ticarete ne oluyor?

Küresel ticarette dün üretimini başarıyla sürdüren tedarikçilerin bugün sorunlarla karşılaştığı görülüyor. Bu sadece ülkemizle sınırlı değildir. Türkiye giyim endüstrisinde de, otomotivde de, yapı endüstrisinde de özellikle Avrupa'nın önemli tedarikçisi konumundadır. Ancak Avrupa'daki müşterilerin bir yandan Kuzey Afrika, Doğu Avrupa ülkelerine de döndüğü görülmektedir. Aynı zamanda Güneydoğu Asya ülkeleri de otomotivde -özellikle Vietnam- önemli tedarikçi durumuna gelmektedir