17 Mayıs 2024

Seçim sonrasında CHP'den beklentiler

31 Mart seçimleri sonrasındaki Türkiye'de paradoks şudur: Demokratik bir rejimle yönetilmeyen bir ülkenin kentlerinde demokratik bir rejimden söz etmek olanağı var mıdır? Bu sorunun yanıtı CHP'li belediyelerin performansına bağlıdır. CHP'li belediyeler, Türkiye'de demokrasiyi, aşağıdan yukarı yerelden merkeze doğru inşa etmek olanağına sahipler. Yeter ki bu fırsat iyi değerlendirilsin

Türkiye'de siyaset kısa bir süre içinde büyük değişikliklere sahne oldu. 2023 Mayıs seçimlerinden sonra 6'lı koalisyon dağıldı, CHP ve İyi Parti'de genel başkanlar değişti, 31 Mart seçimleriyle CHP birinci parti oldu. Türkiye'de neredeyse bütün büyük kentlerin belediye başkanlıklarını CHP kazandı, siyasette "yumuşama" ya da "normalleşme" rüzgarları esmeye başladı.

Bütün bunlar Türkiye'de yeni bir dönemin mi başladığını gösteriyor, yoksa kısa vadeli taktiksel hesapların egemen olduğu bir ara dönemden mi geçiyoruz? Yeni bir dönemden söz edebilmek için demokratikleşmenin bazı işaretlerini görmemize gereksinim var.

Türkiye'de bir rejim sorununun varlığını, adı demokrasi olmayan otoriter bir rejimde yaşadığımız gerçeğini göz ardı edemeyiz. "Yumuşama"dan da anlaşılması gereken rejimin otoriter, baskıcı uygulamalara son vermesi. Şimdilik böyle demokratik işaretler görülmüyor. 1 Mayıs'ta Saraçhane olayları, "maarif" reformu tasarısı, 9. Yargı paketindeki "etki ajanlığı düzenlemesi" demokratikleşme değil, sertleşme işaretleri.

Belli ki iktidarı görünüşte bir yumuşama sürecine iten 31 Mart seçim sonuçları. Seçim, AKP iktidarının üstünde durduğu "beka", "yerli ve milli" olma gibi sütunların, artık iktidarda kalmaya yetmeyeceğini gösterdi. Bir söylem değişikliğini zorunlu yaptı. Buna karşılık otoriter bir iktidarın bütün baskıcı yöntemleri yerinde dururken ve ufukta yenileri gözükürken, ana muhalefetin iktidarla bir diyaloga girmesinin bazı riskler taşıdığı açıktır. Bu diyalog bir demokratikleşmenin tohumlarını atmazsa, otoriterliğe meşruiyet kazandırmak sonucunu doğurması kaçınılmaz olacaktır. Ana muhalefetin istediği herhalde bu değil.

Önümüzdeki genel seçimlere dek uzanan dönemde, asıl önemli olan 31 Mart seçimlerinden birinci parti olarak çıkan ve kentleri kontrol eden CHP'nin nasıl bir performans göstereceği. 31 Mart seçimleriyle iki paralel iktidar ortaya çıktı. Biri merkezde devleti kontrol eden AKP iktidarı, diğeri ise yerelde yereli kontrol eden CHP iktidarı. Biri makro düzeyde, diğeri mikro düzeyde iktidar. Bu durumda CHP'nin siyaset yapma alanı yerel yönetimler olmalıdır. CHP yereldeki demokratikleşmeyi sağlamaya öncelik vermelidir. CHP'nin demokrasi ve değişim projeleri yerelden başlamalı, merkeze doğru genişlemelidir. CHP'nin yereldeki siyasetinin öznesi sokaktaki insanlar olmalıdır. Ezilmişler, yoksullar, dışlanmışlar, işçiler, emekliler,kadınlar, giderek prekaryalaşan orta sınıf. Bu insanlar kamusal alanda temsilden ve ifade özgürlüğünden yoksun bırakılmıştır. Seslerini duyurma olanaklarından yoksundurlar. CHP'nin yeni yerel yönetim siyaseti bu insanları siyasetin içine çekmek, yereldeki karar mekanizmalarına katılımlarını sağlamak, bunun için yerelde bir program çerçevesinde katılım mekanizmalarını kurmak olmalı. Yerelde siyasal katılım alanı genişledikçe, merkezin siyaset alanı daralacak, toplum demokratikleşecektir. Bir Afrika atasözünün dediği gibi, pek çok küçük yerde pek çok küçük insan dünyanın yüzünü değiştirebilecek pek çok küçük şey yapar. İşte CHP küçük yerlerde ve küçük insanlarla siyaset yaparak Türkiye'nin yüzünü değiştirmeyi hedeflemelidir.

Enflasyon, işsizlik rakamları, tasarruf önlemleri karar makamında oturanlar için. İstatistikler yoksulların verdiği yaşam mücadelesini anlatmıyor. Onların neye maruz kaldığını söylüyor. Ama yoksulun, işsizin, emekçinin öyküsü yok. CHP yoksulun, işsizin, emekçinin öyküsünü yazmalı. Onların yaşam mücadelesini kendi mücadelesi olarak görmeli. Gündelik yaşamda onlara dokunabilmeli. Yukarıdan bakarak değil, karşılıklı öğrenme ortamı içinde konuşarak pasif, yoksul, çaresiz, halk kitlelerini itiraz eden, hakkını talep eden, eşit ve özgür bir toplumda yaşamak isteyen aktif yurttaşlara dönüştürebilmeli. Bunun için yerelde halkın kendisiyle ilgili kararları vereceği, kendi geleceğini kendi eline alan bir kurumsallaşmanın gerçekleştirilmesi önem taşıyor.Katılımcı bir demokrasinin kanallarını açmak gerekiyor. Merkeze egemen, otoriter siyasal iktidarla yereldeki iktidar arasında çekişme olması kaçınılmaz. Yerelde katılımı sağlayacak kurumlar gelişip kök saldıkça yereldeki iktidar merkezin baskısına karşı direnme gücüne kavuşacaktır.

O nedenle CHP'nin gelecek için yetersizlikleri genel bir kabul gören temsili demokrasi yerine, katılımcı demokrasiyle tamamlanan, güçlendirilen bir demokrasiden söz etmesi daha doğru olur. Temsili demokrasi çoğunluğun azınlık üzerinde tahakkümüne yol açmakta, siyasetle ilgisi seçim sandığıyla sınırlı olan halkı siyasete yabancılaştırmakta, milletvekilleri halktan kopuk olduğundan, halkın görüşleri parlamentoya yansımamakta. Parlamenter demokraside, iktidar halkın rızasını almaya çalışır. Katılımcı demokraside ise iktidarın sahibi zaten halktır.

31 Mart seçimleri sonrasındaki Türkiye'de paradoks şudur: Demokratik bir rejimle yönetilmeyen bir ülkenin kentlerinde demokratik bir rejimden söz etmek olanağı var mıdır? Bu sorunun yanıtı CHP'li belediyelerin performansına bağlıdır. CHP'li belediyeler, Türkiye'de demokrasiyi, aşağıdan yukarı yerelden merkeze doğru inşa etmek olanağına sahipler. Yeter ki bu fırsat iyi değerlendirilsin.

Demokrasinin yerelden merkeze, halkla birlikte inşası Cumhuriyet tarihi bakımından yeni bir yaklaşım. Cumhuriyet tarihinde bütün reformlar yukardan aşağıya yapıldı. Bunun tersi, yani yerelden, ufak topluluklardan başlayan, orada yaşayan halkın katılımıyla inşa edilen bir demokrasi için yeni bir siyaset anlayışı gerekir. Bu da CHP'nin kendini yenilemesine bağlıdır.

Bu sorun AKP ve MHP koalisyonun ne olacağından daha önemlidir. 31 Mart seçimleriyle bir değişim potansiyeli yakalayan CHP'nin bu potansiyeli değerlendirmesi her şeyden önce kendini değiştirebilmesine bağlıdır.

CHP, Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran parti. Atatürk'ün partisi. Cumhuriyet'in laiklik gibi temel değerleri, Atatürk'ün reformları elbette çok önemli. Bu kazanımları mutlaka korumak gerekiyor. CHP'nin 31 Mart seçimlerinin kendisine yüklediği sorumluluğa sahip çıkacak ve yeni çağdaş demokrasinin inşasında öncülük edecekse, reformcu yeni bir kimliğe kavuşması gerekli. Cumhuriyet'in temel ilkeleri bu yeni kimliğe engel değil, esin kaynağı olmalı. Geçmişi reddetmeyen ama geçmişle sınırlı olmayan, onu aşan, çağdaş evrensel değerlere yer veren, ileriye bakan yeni bir kimliğe kavuşmalı. Bu yeni kimlikle CHP yerelde yeni bir demokrasi inşa etmeli. Kürt sorununa demokratik bir cumhuriyet çerçevesinde barışçı bir çözüm getirmeli. Sosyal demokrat bir parti olarak yoksulla, emekçiyle bütünleşmeli. Gelir dağılımını adil bir düzeye çekmeli. Hukuk devletini yeniden kurmalı. Özgürlük ve eşitlik içinde yaşanan bir Türkiye'nin alt yapısını oluşturmalı.

Paul Klee'nin 1920'de yaptığı Angelus Norvus adlı resim kanatlarını açmış bir meleği gösterir. Resimden etkilenen Walter Benjamin şu satırları yazar:

"Meleğin yüzü geçmişe dönüktür. Ayaklarının dibinde olaylar zincirinin getirdiği enkaz yatar. Arkasından gelen fırtına nedeniyle kanatlarını kapatamaz. Fakat onu karşı konulamaz bir şekilde geleceğe doğru iter. Bu fırtınanın adı ilerlemedir."

Paul Klee - Angelus Norvus

Rıza Türmen kimdir?

Türkiye'nin önde gelen insan hakları hukukçularından ve diplomatlarından olan Rıza Türmen İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi.

Kanada Montreal McGill Üniversitesi'nden hukuk yüksek lisansı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Siyasal Bilimler doktorası aldı.

Avukatlık stajını yaptıktan sonra, 1966 yılında Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Dışişleri Bakanlığı'nda çeşitli görevlerde bulundu.

1985'de Singapur'a ilk Türk Büyükelçisi olarak atandı.

1993 Birleşmiş Milletler Dünya İnsan Hakları Konferansı'nda ve AGİT, İnsani Boyut Toplantıları'nda Türk Heyeti Başkanlığı'nı yaptı.

1994'te İsviçre'ye Büyükelçi olarak atandı. 1996'da Türkiye'nin Avrupa Konseyi Daimi Temsilcisi oldu.

1998 yılında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığına seçildi. 2008 yılına kadar bu görevi sürdürdü.

2008'de Türkiye'ye döndükten sonra 10 yıl Milliyet gazetesinde köşe yazıları yazdı.

2011 seçimlerinde CHP İzmir Milletvekili olarak parlamentoya girdi. TBMM Adalet Komisyonu ile Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nda görev yaptı.

2009 yılında Türkiye Barolar Birliği Yılın Hukukçusu Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Üstün Hizmet Ödülü, 2010 yılında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin Cumhuriyet Ödülü Rıza Türmen'e verildi.

İnsan Hakları ve hukuk konularında yerli ve yabancı dergilerde yayınlanmış çok sayıda makale ile kitap bölümleri kaleme aldı. "Güçsüzlerin Gücü-Türkiye'de İnsan Hakları" ve "Türkiye'de Demokrasi Arayışı" adlı iki kitabı yayımlandı.

Halen demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti alanlarında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarında çalışmalarını sürdüren Rıza Türmen, Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi'nin eş sözcülüğünü yapıyor.

Sanata yakın ilgi duyan ve yaklaşık 40 yıldır çello (viyolonsel) çalan Rıza Türmen, T24'te 2013 yılından beri, ağırlıklı olarak temel haklar, insan hakları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, genel hukuk ve politika konularında yazılar yazıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Barış çağrısı ve Kürt sorunu

Her şeyin başında, bir güven ortamının yaratılmasına gereksinim var. Karşınızda oturan kişinin düşmanınız değil, farklı görüşlere sahip müzakere ortağınız olduğu anlayışının görüşmelere egemen olması gerekli

İnsan hakları gününüz kutlu olsun

İnsan haklarıyla demokrasi ve hukuk devleti arasında yakın bir bağlantı var. Türkiye, demokrasiden uzaklaştıkça, hukuk devleti rafa kaldırıldıkça, insan hakları ihlalleri de artıyor. Hukuk devleti güvencesinin olmaması insan haklarını da korumasız bırakıyor

Türkiye’nin demokratiksizleştirilmesi

Siyasal iktidarın demokrasiyle bağını kopararak giderek daha fazla otoriterleşme, daha fazla şiddete başvurma yolundaki yürüyüşü bu aşamada etkili bir toplumsal direnişle durdurulamazsa, Türkiye’nin demokratiksizleşmesinin geri dönülmesi olanaksız bir noktaya ulaşması kaçınılmaz olacak

"
"