26 Şubat 2025

Siyaset, siyasi-yurttaş, yeni güç dengeleri: Yalta Konferansı?

Trump her an düşüncesinden cayabilir, yapılacak her teklife açıktır. Putin çarlık Rusya’sını kurmak için her şeyi yapar, başka ihtirası yoktur. Xi Jinping herhalde Çin’in “Orta Krallığını” kurarken, Çin Komünist Partisi ilkelerinin tüm dünyada geçerli olmasını ister

Yalta Konferansı

“Ortaçağ’da Avrupa birliği, din ortaklığına dayanıyordu. Modern Çağ’da din, yerini eğer Avrupa’lıların kendilerini tanımladıkları, kendilerini buldukları, kendileriyle özdeşleştirdikleri yüksek değerlerin gerçekleştirilmesi olan kültüre (sanat, edebiyat, felsefe) bıraktı.” [1]

Karışıklık had safhada

Siyaset her yerde yapılan bir faaliyet. Herhangi bir konuda üstünlüğünüzü kullanabilirsiniz. Bu evde de, arkadaşlarla da, işte de, sporda da, alış verişte, tartışmalarda olabilir. Beceriniz ölçülüp biçilen bir özellik veya nitelikse, sorun yoktur, “siyasi”siniz, tercihinizi oyunuzla belli ediyorsunuz. Ama nesnel şekilde ölçüp biçmek mümkün değilse, o zaman “siyaset” işin içine giriyor. Yani siyaset, söylediklerinizle ağır basmanıza, karşınızdakine galebe çalmanıza imkân veriyor. Kandırmaya başlıyorsuınuz ve tabii kandırılmaya.

Hele birkaç aydır, özellikle ABD’de olanları algılamakta zorluk çekiyoruz. Özellikle siyaset yeteneğiniz güçlüyse geminizi yürütürsünüz, yoksa, ülke demokratsa kurtarır, yoksa bedelini ödersiniz.

İnanmıyorsanız, “J.D.Vance’ın Hillybilly Elegy” olarak çevrilen filmini seyretmenizi salık veririm. J.D.Vance, 1984’te Middletown Ohio’da doğmuş, Yale Üniversitesi’nde hukuk okumuş, sonrası yine Yale’de okuyan Hintli eşiyle evlenmiş. Ardından ABD Kongresi ve ABD’nin bundan sonraki başkanı. Geçen haftaki haliyle, tavrıyla ve hitabıyla Münih’te insanları korkuttu, ama önünde törpülenmek için 4 yıl var!

Geçen hafta Almanya’da ABD Başkan Yardımcısı protokol kurallarına uymayarak, Alman seçimlerine alabildiğine “vahşi” bir şekilde müdahale etti. Önceki Başbakan yerine onu ezip, aşırı sağ parti başkanını ziyaret etti. Bu siyasette hiç göz ardı edilmemesi gereken bir kuraldır. Seçim dönemlerinde değil resmi heyetler, iş adamı heyetleri dahi böyle ziyaretler yapmazlar. Çünkü bu açıkça, o adayın tercih edildiğini ifade eder.

Polonya-Ukrayna

Yıllarca önce, James Michener’in çeşitli ülkeler hakkında yazdığı kitaplar arasında Polonya’yı, Alaska ve Meksika’yı okumuştum. 1970’lere giden kitaplardır, ama bulunabilirlerse tavsiye ederim. Bugün Michael Palin benzer konularda yazıyor.

J.Michener, Polonya ile birlikte Ukrayna’yı sürekli olarak “dövülen bir ülke” olarak anlatıyordu. Avusturya Macaristan İmparatorluğu’ndan kuzeye doğru başlayan seferler önce Ukrayna, sonra Polonya’yı çiğniyordu. Bu hala devam ediyor, Polonya ABD’nin Truva atı, Ukrayna NATO’nun Truva atı olmaya çabalıyor.

1945’e kadar COMECON bünyesinde yer alan ve Moskova tarafından yönetilen Polonya’nın önce sağın kontrolu altına girdi düştü. Polonya 54 milyon nüfusu olan, adam başına 54 bin Macdonald (PPP) doları, 25 bin cari dolar gelire sahip, Gini katsayısı Türkiye’den iyi olan bir ülke. Uzun bir COMECON döneminden sonra 2005’te Lech-Jaroslaw Kacynski ikiz kardeşler anti komünist Adalet ve Kalkınma Partisi’ni kurdu. Tuhaftır, bu partinin adı da “Adalet ve Kalkınma Partisi”. Kim koydu acaba?

Bunun ardından uzun süre Ukrayna’da sol ve sağın iktidarı ele geçirme çabaları görüldü, sonunda komedyen Volodymir Jerelski seçimle sahneden başkanlığa geçti. Ülkenin yüzölçümü Polonya’nın iki katı kadar büyük, 20 bin Macdonalds (PPP) doları, 5.800 cari dolar gelire sahip.

Nisbeten uzun sayılabilecek bir aradan sonra orta Avrupa ve Baltık ülkelerinin NATO üyesi olması ve böylece NATO’nun Rusya’nın “haremine” girmesi, Kırım müdahalesine, ardından Ukrayna savaşına yol açtı. Bu savaşta dayak yiyen, ölen yine ve bu defa çalışmak için değil, savaşmak için, boğaz tokluğuna Asya’nın diplerinden bu coğrafyaya getirilen yoksul köylüler oldu. [2]

Ukrayna Avrupa’nın ortasında, dümdüz, mümbit topraklar, zengin madenler, güzel insanlar ve Moskova siyasetinin kaynağı. Rus siyasetini iyi bilen bir dostum, Kremlin’in yolu Dnipropetrovsk’tan geçer demişti, çok doğru bir tespit.

Nilgün Cerrahoğlu hafta sonunda Cumhuriyet gazetesinde şu ifadeye yer vermiş; “Rüşveti kelam/lip service” adına “Özgürlük Yolu” filan önermesi bile yok bu sosyal medya çağında. Lafı uzatmadan “Nadir madenlere giden yol nereden?” diye soruyor bu yeni yönetim.

Yeniden bölüşüm

“Avrupa ülkeleri kıtayı kendi aralarında yeniden bölüyorlar”; bunu söyleyen Belçika’nın önceki başbakanı.[3] İlginçtir, bu konuyu Yalta’nın ellinci yılında, 1995’te, Davos’ta World Economic Forum’un mimarı Profesör Klaus Schwabb’la konuşmuştuk. O araya 4. Endüstri Devrimini sokmuştu, şimdi belki de önlenemez bir bölüşüm senaryosu var.

4-11 Şubat 1945 günleri Kırım’ın Yalta şehrinde bir araya gelen F.Roosevelt, J.Stalin ve W.Churchill, II Dünya Savaşı sonrası dünyayı bölüşmüşlerdi. İsrail’in bugün bulunduğu ve halen genişlediği Gazze’ye yerleşmesi ise 1915 Balfour deklarasyonu ile olmuştur.

Yalta’nın 80 yılı dolarken, sanki dünya yeni bir “Yalta konferansına” hazırlanıyor. Bu defa da Yalta’da mı, yoksa bir başka yerde mi olur o belli değil. Xi Ping-V.Putin ve D.Trump bugün için dünyanın geleceğine karar verebilecek liderler.

Bölüşümün esasları herhalde hayli ilginç olacaktır. 80 yılda çok şey değişti. Coğrafya önemli, ticaret artık tedarik ticareti, “küresel ekonomi artık dikey tedarik ağı”olarak tarif ediliyor.

Talep üretimi belirliyor. Karl Marx emek derken, bugün ender metaller kısıt, az bulunan madde (rare metal), haline geldi. D.Trump ABD’ni kendi içine kapatmaktan söz ediyor. Herhalde E.Musk’ın 30-50 yıl içinde Mars’tan yeni malzeme getireceğinden ve kendi tesislerinin o malzemeyi yepyeni ürünler üreteceğine ve böylece yeni paradigmaya geçileceğinen emin.

Bölüşümün paradigması: Bir yanda yapay zekâ ve singularity, öte yanda kapitalizmin ilkel yöntemleri

İktisatın temel sorunu olan istihdam, yani kim, kimin için ne üretecek, üretemeyenler ne yapacak sorusu yanıtsız. Kamu Verimlilik Ofisi (GEO), Aldous Huxley’in “Cesur Yeni Dünya”sını düşündürüyor. O bir romandı, oysa bugün konuşulanlar gerçek yaşamla ilgili.

Sözünü ettiğim gerçek bir bölüşüm; yandan Suriye, Irak, Gazze coğrafyasından başlayacak, yeniden Taiwan’a kadar uzanacak. Ayrıca Grönland, Kıbrıs ve dünyanın birçok köşesinde bulunan, kime ait olduğu bilinmeyen topraklar mı paylaşılacak, yoksa daha futuristik bir bölüşüm mü başlayacak.

Sayılan üç liderin böyle bir bölüşümü görüşecek “bilimsel, siyasi, ekonomik” gücü var mı? D. Trump her an düşüncesinden cayabilir, yapılacak her teklife açıktır. V. Putin çarlık Rusya’sını kurmak için her şeyi yapar, başka ihtirası yoktur. Xi Jinping herhalde Çin’in “Orta Krallığını” kurarken, Çin Komünist Partisi ilkelerinin tüm dünyada geçerli olmasını ister.

Bunlar gerçekçi midir?

Sözü getirmek istediğim yer, siyasi tartışmanın kendisi. Amacım tartışmak değil, çünkü görevim o değil, ama hepimizin görevimiz, onun nasıl yapılması gerektiğini düşünmek. Çünkü uzun süredir tartışamıyoruz, bizi temsil etmeleri için seçip o koca binaya koyduğumuz insanlar bu görevi yapmıyorlar ve sadece birbirlerine hakaret ederek polemik yapıyorlar.

Büyük düşünmek

Türkiye “kendisinden” daha büyük bir ülke. Büyük Atatürk’ün hedef aldığı, hayal ettiği Türkiye, Cumhuriyet’in hemen ilk yıllarında, bir yandan kurtuluş savaşını zaferle sürdürürken yaptıkları kolay kolay kavrayabildiğimiz şeyler değil. O’nun devlet kavramını hala iyi kavradığımızı söyleyemeyiz. Düşünebiliyor musunuz, Kurtuluş Savaşı'na gitmeden önce, TBMM’ni oluşturuyor, onun kendisine yetki vermesini istiyor. Bir o günün koşullarında yasamaya tanınan güce bakın, bir de bugünün yasamasının haline. Ve düşünün ki, bugün TBMM’de oturanlar da “milleti temsil ediyor”, eh öyle, yasa çıkartıyorlar.

Amacım Atatürk’ü yüceltmek değil, zaten o mümkün değil.

Zaman zaman, Türk’ün kıvraklığından, yeni koşullara, yadırgamadan uymasından söz edilir, doğrudur. Bu yaşıma kadar çok insanla birlikte oldum. Kimilerine tahammül edemedim, kimilerinin de daha önce nerede olduğunu sorguladım. İşte öyle durumlarda O’nun ülkeyi nereden nereye getirdiğini bir kez daha gördüm. Onun için Türk kendisinden büyüktür, yeter ki, kendisine güvensin, yolundan yılmasın.

Teknoloji hamlesini Osmanlı’nın son döneminde, sonra bu yüzyılda kurtuluş savaşının arkasından, imkansız koşullarda, sanayiyi kurarak yakaladık. Bugün dünyanın dört bir köşesinde ve değer zincirinin üst bölümünde, doğal kaynakları değerlendirmekte olan elektronik, imalat, yazılım, maden, metalurji mühendislerimiz var.

Genişleme dönemi var, daralma dönemi var, hepsinin sonucu , çok önemli tecrübe birikimi var. Önemli eksik sanayi devrimi. Hiçbir daralma, yavaşlama dönemi kalıcı değildir. Mutlaka hemen arkasından sıçrama vardır. Kore bu eksiğini fazlasıyla giderdi ve 1960’lı yıllarda elindeki imkanları doğru kullanarak bugünkü refah düzeyine ulaştı.

Bugüne bakalım.

Düşünmeye çalışmak

Geçen hafta Kondratief dalgalarından söz ettim. [4] Bilinen dönemler, dalgalar: teknolojik devre, demografik, toprak, borç dönemleri.

Bu dönemler alışılmış ekonomi politikalarıyla yönetilemeyen, başka nedenlerle anlatılamayan, anlaşılmayan dengesizlikleri anlatıyor. Ülkemizde Osmanlı İmparatorluğu döneminde böyle dönemler yaşanmıştır. Keza, bilinen politikaların sonuç vermediği, örneğin 1980-bugün arası bu dalgalardan biri veya birkaçı ile yorumlanabilir.

İktisatçı çaresiz kalınca mı böyle açıklamalara başvuruyor? Yoksa yukarıda Türkiye’nin kendisinden büyük olduğunu söylerken böyle bir dalga döneminden mi söz ediyorum? Tarifi güç bir nitelemeden söz ettiğimin farkındayım, çare çoktandır unuttuğumuz bir şeyi yapmaya, düşünmeye çalışmak, çözüm yaratmak üzere, hakaret etmeden, uygarca tartışmaktır.

Bunun da ilk adımı okumaktır. Okuyarak zihin dünyamızın kendimizden büyük olduğunu görürüz.


[1] Milan Kundera

[2] Michener, James, Poland

[3] Alexander de Croo, FT, 24.02.2025

[4]Nikolai Dmitriyevich Kondratiev, Kondratiev Waves, teknolojik devre, demografik, toprak, borç dönemleri

Ahmet Çelik Kurtoğlu kimdir?

Ahmet Çelik Kurtoğlu, 1942'de Ankara'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu.

Akademik kariyerini 1982 yılına kadar aynı kurumda sürdürdü, Cambridge Üniversitesi'nde lisansüstü derecesi aldı. 1972-74 yılları arasında Yale Üniversitesi'nde doktora sonrası çalışmaları yaparken teknolojik gelişme ve endojen büyüme teorisi üzerinde yoğunlaştı, 1997-2006 yılları arası Galatasaray Üniversitesi'nde ders verdi.

T.C. Dışişleri Bakanlığı'nın görevlendirmesiyle 1978-82 yılları arasında B .M. UNCTAD "Teknoloji Transferi Davranış Kodu" müzakerelerinde T.C. delegesi olarak yer aldı.

1983-86 yıllarında arasında İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Kalkınma Merkezi'nde araştırma yöneticisi olarak görev yaptı. Türkiye ve beş Asya ülkesinde Müşavir Mühendislik sektörü üzerinde yaptığı çalışma OECD tarafından yayınlandı.

1987 yılında Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) kurucu direktörü olan Kurtoğlu, 1992 yılından itibaren Karadeniz Ekonomik İşbirliği İş Konseyleri Genel Sekreteri, daha sonra 2008 yılına kadar DEİK Yönetim Kurulu ve İcra kurulu üyesi olarak görev yaptı. DEİK pek çok Türk şirketin uluslararası işbirliği kurması sürecinde yardımcı oldu.

Prof. Dr. Kurtoğlu, yurtdışındaki faaliyetini 1994-2006 yılları arasında European Roundtable of Industrialists (ERT) adlı kurumda danışman olarak sürdürdü. ERT en büyük 50 Avrupa sanayi şirketi başkanları tarafından, AB Komisyonuna politika tavsiyesi yapmak üzere kurulmuştur. Politika tavsiyesi danışmanların oluşturduğu çalışma gruplarında geliştirilmektedir.

1999 yılında Kurdoğlu Danışmanlık A.Ş.'ni, 2003 yılında "İyişirket Danışmanlık A.Ş."yi kurdu ve strateji, şirket değerlemesi ve satış müzakeleri, iş geliştirme ve finansman, kurumsal yönetim (governance) konularında danışmanlık hizmeti verdi.

2001 yılında TMSF "9 Banka Yönetim Kurulu Üyesi" olarak, 2002-2007 yıllarında arasında Tekfenbank Yönetim Kurulu, 2012-2019 yılları arasında Tekfen Holding A.Ş. Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı.

2007-2008 döneminde TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı oldu

A. Çelik Kurtoğlu teknoloji ve uluslararası ekonomik ilişkiler konularında yayın yapmıştır. Son çalışması olan "Değer Zincirinin Evrimi", Aralık 2022'de Efil Yayınevi tarafından yayınlanmıştır.

Yazarın Diğer Yazıları

İlginç bir tarz-ı siyaset: Ben yaparım, başkası yapamaz

Kapitalizmin kalesi olan ABD, “serbest piyasa” iktisat teorisini alt üst ediyor. Merkantilizmin, tam uygulanmasının iktisat teorisinin bir tercihi olduğu söylenir. Ama bununla son kırk yılda gelişen “tedarik temelli şirket stratejisini” yok sayılmaktadır. Bunun temelinde ise merkantilizm değil, D. Trump’ın kabadayı popülizm tercihi bulunmaktadır

Sertleşen rüzgarlar

Musk, oğlu daha eğlenceli yerlere gitmek isteyinceye kadar onu başında gezdirecek, resmi ziyaretler yapacak. Anlaşılan o da bu ziyaretleri ancak bu kadar ciddiye alıyor. Görüntü ilginç, ABD Başkanlık ofisi, Musk, iki bebek ve bakıcısı; hoş, o ofis Clinton döneminde nelere tanık olmuştu!

Bu daha bir şey değil

Endüstri 4.0 olarak adlandırılan devrim dört nala devam etmektedir. Bu arada elektrikli otomobil, yapay zekânın hem imalat sürecini hem de mobilite yani ulaşımı temelden etkilemektedir. Tasarım esnekliği, malzeme endüstrisi ve malzeme kullanımı Avrupa endüstrisini çalkalamaktadır

"
"