30 Kasım 2014 10:48
1915 Ermeni olaylarını anlattığı “The Cut” filmi Cuma günü vizyona girecek olan Yönetmen Fatih Akın, “Ermeniler bu filmi çok beğendi. Bir el uzattım onlara ve o eli tuttular, kabul ettiler. Şöyle bir pozitif şok yaşıyorlar: ‘Aaa, bunu bir Türk yaptı. Demek ki bütün Türkler kötü değilmiş’. O yüzden bence iyi bir şey Türkler adına” dedi.
Milliyet gazetesinden Asu Maro’nun sorularını yanıtlayan Fatih Akın, film hakkında aldığı tepkileri anlattı. Maro’nın “Ben bu filmi soykırımı anlatmak için yapmadım” başlığıyla yayımlanan (30 Kasım 2014) söyleşisi şöyle:
Fatih Akın’ın 1915 olaylarını anlattığı filmi “Kesik”, bu cuma Türkiye’de gösterime giriyor. Akın “Bu film soykırımı anlatmak hedefiyle yapılmadı. Bunun için Türklerin Anadolu’ya ilk gelişine kadar gitmem lazım” diyor.
Hayatımda aldığı kötü eleştirilerle bu kadar barışık birini görmedim. Fatih Akın’la telefonla yaptığımız söyleşi bittiğinde beni en çok etkileyen buydu. Kahkahalar arasında “Batı’da yerden yere vurdular filmi” diyordu, “Demek kaderde bu da varmış”. Rahat, komplekssiz, yaptığı işin dürüstlüğünden emin ve şimdi artık aklı yeni yapacağı filmlerde...
“Kesik / The Cut” her şeyden önce 1915 olaylarını ilk kez bir Türk yönetmenin gözünden izlediğimiz için önemli bir film. Mardinli demirci ustası Nazaret’in kızlarını arayış öyküsüne odaklanıyor... Üzerinde beş yıl çalışılmış, müthiş bir görsel dil yakalamış, sürükleyici bir “western”...
Fatih Akın da bunu Türklerle Ermeniler arasında bir köprü olarak görüyor, bir tartışma yaratırsa, insanların konuyu merak edip araştırmalarını sağlarsa ona yetecek.
“Kesik” prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yaptı. Siz filmle istediğiniz sonucu elde ettiniz mi?
Hayal ettiğim filmi yapabildim hemen hemen. Tabii Batı’da beklediğim başarıyı yakalayamadım açıkçası, olmadı. Ama bu herhalde her yönetmenin, hele başarılı yönetmenlerin başına gelen bir durum. Şimdi de benim başıma geliyor, bununla yüzleşmem lazım.
Nasıl bir şey bekliyordunuz da olmadı?
Sinemasal alanda, “Aaa kovboy filmi, biz hep bu filmi beklemiştik” gibi bir tepki bekledim Batı’dan. Siyasetten bahsetmiyorum, sinemasal olarak. Ama yok, “Niye İngilizce?” gibi şeylerle karşılaştım. Ve bir hayal kırıklığı yaşadım. Dediğim gibi, demek bu da kaderde varmış.
Peki neden İngilizce tercih ettiniz?
Sinema tarihinde gayet bilinen bir şey, ben ilk değilim. Ben bunu Ermenice konuşmuyorum diye yaptım, sette bir sıkıntı yaşamayayım diye filmi bildiğim dillerde çekmek istedim. Öbür türlü karar verseydim zannediyorum ki şu an hâlâ sette olurdum.
Diğer karakterler kendi dillerinde konuşuyor ama...
Nasıl olsa bir sürü yerde, dublaj yapılıyor. Biz dedik ki, anadili herkes kendi pazarında dublaj yapabilir ama diğer diller orijinal kalsın. Bir özdeşleşme olması açısından kahraman seyircinin dilini konuşuyor. Böyle bir hesapla seçtim ben bunu. Ve bu kadar sorun olacağını beklemiyordum açıkçası. Bu herhalde benim kimliğimden de kaynaklanan bir şey. Bir Hollywood yönetmeni olsaydım, böyle bir sorun yaşanmazdı.
Almanya’da nasıl bulundu film?
Çok iyi yazanlar oldu ama çok kötü yazanlar da... Benim filmlerim hakkında bugüne kadar hep iyi konuşuldu diye bu bir şok tabii. Ve kötülerin gölgesi iyilerin üzerini örtüyor açıkçası.
Filmin 1915’e nasıl gelindiğine dair bir tarihi arka plan olmaması da eleştirildi...
Bu film soykırımı anlatmak hedefiyle yapılmadı. Bunun için Türklerin Anadolu’ya ilk gelişine kadar gitmem lazım. Ben 1915’te Mardin’deki bir demirciyi seçtim. Tek bir kişinin bakışını anlatmaya karar verdim. O tabii belli bir eleştiriye yol açıyor. Ama ben sinemaya öyle bakmıyorum. Mesela “Traffic” gibi bir film izliyorum Soderbergh’in, kafamda bir sürü soru işareti oluşuyor, gidiyorum ansiklopediye, Wikipedia’ya, araştırıyorum. Bir filmin her şeyi çözmesi, cevaplaması gerekmiyor bence. Bilardodaki gibi ilk topu atıyor, sonrası benim seçimim, bu konuyla ilgili daha fazla bilgi edinmek istiyor muyum, merak ediyor muyum...
Peki siz bilgi sahibi miydiniz bu konuyla ilgili Almanya’da büyürken?
Soykırım kelimesiyle ilk olarak 20 yaşlarında karşılaştım herhalde. “Biz mi, Türkler mi, hayır biz böyle bir şey yapmayız, biz iyi insanlarız” oldu ilk tepkim. Bizim evde de bakış açısı böyleydi tabii.
Babanız MHP’liymiş değil mi?
Evet. Evde de “Böyle bir şey olmadı” diye bir bakış vardı. Bir de korku gördüm bu konuyla ilgili. Bir hassaslık, bir panik ve agresif bir davranış. Benim ailemden söz etmiyorum, çevremde... Ve merak ettim tabii, “Burada bir yasak var, bir karanlık var, bilinmeyen bir şey var”. Ben de meraklı bir insanım, hele de yasak olduğu zaman... 20’li yaşlarımdan itibaren bütün elime geçen kitapları, bunu ispat edenleri de, inkar edenleri de, hepsini okudum.
Bunun filmini yaparım diye düşünüyor muydunuz?
Aslında “Birisinin bunun filmini yapması lazım” diye düşünüyordum. Tamam Atom Egoyan’ın filmi var, Taviani kardeşlerin var ama bizden birisinin yapması lazımdı. Bence bu önemli bir şey. Kimse ortaya çıkmayınca “Madem fırsatım var, ben yapayım” dedim.
Peki filmin western olmasına nasıl karar verdiniz?
Ben tür sinemasını seviyorum. Kendi çizgimi bulduktan sonra daha fazla şey denemeyi, türlerle oynamayı... Ermeni soykırımı sadece vurmakla, kesmekle bitmiyor. Hayatta kalanlar için de bir arayış başlıyor, birbirlerini arıyorlar. Aramak klasik bir western konusu. Amerika’yı keşfetmek de öyle. Ve bu bir göç hikayesi aynı zamanda... Ondan sonra ne bileyim atlar var, silahlar var, çöller var, o yüzden western oldu.
Kendinizi frenlediğiniz oldu mu “Kimseyi fazla kızdırmayayım” diye?
Kamerayı nereye koyacağıma karar verirken düşündüm tabii. Tecavüz var mı var, katliam sahneleri var mı, var. Bütün var olanları göstermem gerekiyor. Ama nasıl? Hangi açıdan? Bunları çok konuştuk ve evet, frenledim kendimi. Ama “Türkiye’deki tepki nasıl olacak?” diye değil de, şöyle dedim: Diyelimki Ermeniyim, kendi anneannemin hikayesini anlatıyorum, anneanneme filmde tecavüz ediliyor. Ermeni seyirci böyle bakar. Şiddeti nasıl göstermeliyim ki, insanlık onuru zedelenmesin? Bugünkü sinemada şiddetle ilgili sanki bir yarışma var. Herkes daha fazla şiddet, daha fazla kan göstermek için yarışıyor. Ve bu yarışmanın sonu da Kobani’deki, Youtube’dan izlediğimiz kafa kesmelere varıyor. Ben bu yarışmaya katılmak istemiyorum.
Bundan sonra sırada hangi film var?
Ben Türkiye’yle film ilişkimi tamamladım. 1915’e kadar uzattım sinemasal alanımı, bundan sonra Türkiye pek konu olmasın filmlerimde. Yurt dışındaki Türkler yine olabilir ama onlar farklı bir grup. Şimdi daha küçük bir film yapacağım, az parayla, Berlin’de, günümüzde geçen bir hikaye.
Bir boks filmi vardı ajandanızda...
Onu da yazıyorum ama ondan daha memnun değilim.
Neonazi cinayetlerini de anlatacağınızı okumuştum... O ne oldu?
O da devam ediyor. Zor senaryo, yine siyasi. “Kesik” siyasi demiyorum, hümanist. Ama belli bir bakışın varsa eğer hayata, bu bakışın da altını çizersen eğer, otomatikman bir karşı bakış olur. Sol dediğin zaman sağlar çıkıyor karşına, sağ dediğin zaman sol, ışık dediğin zaman karanlık. Neonaziler için de öyle olacak. Ama alıştım kötü yorumlara, biliyorum nasıl olduğunu, hoşuma da gidiyor açıkçası.
Olumsuz eleştiriler mi hoşunuza gidiyor?
Biraz, evet. Farklıymış milleti kızdırmak. Bruce Lee diyor ki, “Seni eleştiriyorlarsa demek ki doğru bir şey yapmışsın. Çünkü top sende ve herkes topu almaya çalışıyor elinden”. Neyse, sonuçta neonaziler de var, boksörlerde var, Amin Maalouf’lar da var, Elif Şafak da ilgimi çekiyor.
Babanız nasıl buldu filmi?
“Böyle bir konu anlatacağım” dediğinizde ne demişlerdi?
“Aman yapma! Ne gereği var, başına iş açma oğlum” dediler. Ama ne bileyim, benim hayatım, benim kararlarım. Ama onların nasıl bulacağı da önemliydi tabii. Filmin bir hedefi de bu konuya “Yok, onlar bizi öldürdü” diyen Türk seyircide bir empati yaratmaktı. Film zaten öyle kuruldu. Belli bir saatten sonra unut Hıristiyan, Ermeni olduğunu. Bu bir baba ve çocuklarını arıyor. Ve bunu annemle babamda görebildim. Bu filme karşı çıkanlar olur, oluyor da zaten ama kimler karşı çıkıyor? Filmi seyretmeyenler. Bu bir refleks. Ve filmin aslında amacı bir tartışma yaratmak. Bu filmin bütün düşüncesi fikir özgürlüğü. İyi tamam, sen buna soykırım deme, sözde soykırım de, katliam de, tehcir de, ben bu olaylara soykırım diyorum. Bana bu hakkı ver.
O motivasyonla da yapıldı bu film. Seyirciyi ya da siyasetçiyi ikna etmesi gerekmiyor. Bir film yapamaz zaten bunu. Ama merak edip okuyup araştırmasını sağlayabilir.
Böyle bir film yapmanın Türkiye’ye yapılmış bir düşmanlık olduğunu düşünenlere ne diyorsunuz?
Aslında tam tersi. Bu filmle uğraşırken belli bir ırkçılıkla karşılaştım ben de. Bütün dünyadaki Ermenilerle görüştüm ve birtakım Ermeni gruplar şoka girdiler benim Türk olduğumu öğrendikleri zaman. “Hıristiyansın değil mi?” dediler, “Değilim” dedim. Ve soğuk bir davranış... Tamam, bunu Alman ırkçılardan biliyorum ama dünyada başka bir grubun benim annem-babam Türk diye beni dışlaması çok enteresandı. Buna anlayış gösteriyorum. Bir soykırım oldu ve tüm hükümetler dedi ki “Yok, onlar bizi öldürdüler”. Ama şimdi film çıktı ortaya ve bütün dünyadaki Ermeniler bu filmi çok beğendi. Bir el uzattım onlara ve o eli tuttular, kabul ettiler. Şöyle bir pozitif şok yaşıyorlar: “Aaa, bunu bir Türk yaptı. Demek ki bütün Türkler kötü değilmiş”. O yüzden bence iyi bir şey Türkler adına. Ama bu 100 senelik bir refleks, bana “Ajan bu” demelerini de beklemiştim, dediler. Ayrıca film Batıda fazla beğenilmiyor. İlk defa bu film istediğim başarıyı yakalamadı.
Röportajın tamamı Milliyet Sanat dergisi aralık sayısında...
© Tüm hakları saklıdır.