04 Nisan 2013 21:25
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Âkil İnsanlar Heyeti ile ilk buluşmasında sürece ilişkin hedefi anlatırken Abdullah Öcalan'ın Nevruz mesajında dile getirdiği ''helalleşme'' kavramını da kullandı. Erdoğan, ''âkil insanlar'' olarak adlandırılan heyetin, Türkiye’nin tüm âkil insanları olmadığını belirterek, “Bu heyet Türkiye’nin temsili, özeti olarak görülmelidir” dedi. 1920 Meclisi’ndeki çok sesliliğe bir kez daha vurgu yapan Başbakan Erdoğan, “Dışlananların olduğu değil herkesin birinci sınıf olduğu bir Türkiye inşa etme gayreti içindeyiz” diye konuştu. “Artık helalleşme, kucaklaşma, bayramlaşma zamanıdır” diyen Erdoğan, “Yeni bir Türkiye, yeni bir cumhuriyet kurmaya çalışmadıklarını” belirterek, “Türkiye’nin özüne kavuşma çabası içindeyiz” dedi.
Dolmabahçe'deki Başbakanlık Ofisi'nde gerçekleşen ''Çözüm Süreci Akil İnsanlar Heyeti İstişare Toplantısı''nın açılışında konuşan Erdoğan, toplantının ülke ve millet, özellikle de umutla ilerleyen çözüm süreci için hayırlı olmasını istedi.
Erdoğan, ''Öncelikle çağrımıza olumlu yanıt verdiğiniz için bu sürece yüreğinizi koyduğunuz için Türkiye umutla geleceğe ilerlerken tarihin yapımında görev üstlendiğiniz için her birinize ülkem ve milletim adına tek tek teşekkür ediyorum'' diye konuştu.
Konuşmasının başında 2009 yılında başlattıkları Milli Birlik ve Beraberlik Projesi'nden bahsetmekte fayda gördüğünü ifade eden Erdoğan, Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi adını vererek başlattıkları süreçte, içinde bulunulan salonda çok değerli dostları ağırladıklarını, sanatçı, mütefekkir, yazar, gazeteciler, spor insanları, sivil toplum örgütü temsilcileri, rektörlerle toplantılar yaptıklarını anlattı.
Erdoğan, şu anda burada bulunanların bazılarının da o toplantılara katıldıklarını belirterek, o süreçte bu salonda gerçekleştirilen toplantılardan, istişarelerden gerçekten çok istifade ettiklerini söyledi. Başbakan Erdoğan, bugün gelinen bu noktada birkaç hususun altını özellikle çizmek istediğini belirterek, şöyle devam etti:
''Bugün bu salonda bulunmuyor olmak takdir edersiniz ki, süreçlerin dışında kalmak anlamına asla gelmez. Kamuoyunda bu heyete 'Akil İnsanlar Heyeti' adı verildi. Burada bulunan heyet, Türkiye'nin elbette ki tüm akil insanlarından oluşan bir heyet değildir. Bu heyeti bir özet, bir örnek, temsili bir grup olarak görmek belki daha doğru olacaktır. Benzeri bir yapılanmayı 2005 yılında ihdas ettiğimiz Medeniyetler İttifakı girişiminde de uygulamıştık. O zaman 20 kişiden oluşan bir grup oluşturulmuş, ittifak içerisinde de ismi 'High Level Grup' yani 'Yüksek Düzeyli Grup' olarak belirlenmişti. Sonradan bu grup Akil Adamlar ismiyle anılmaya başlanmıştı. Grup içinde çok değerli hanımefendilerin olmasına rağmen Akil Adamlar isminin kullanılması haklı olarak eleştirilere maruz kaldı. Biz enerjimizi isim üzerinde harcayacak değiliz. Akil İnsanlar da denilebilir, yüksek düzeyli temsilciler de denilebilir. Burada listenin ve heyetin isminden de ziyade işin magazin boyutundan ziyade üstlenmekte olduğumuz misyonun çok daha önemli olduğunu, çok daha hassas bir zeminde yürütülüyor olduğunu özellikle hatırlatmak durumundayım.''
Başbakan Erdoğan, kamuoyuna özellikle de medya, yazarlar ve yorumculara çağrı yapmak istediğini belirterek, şöyle konuştu:
''Hayırlı bir iş için bir araya geldik. Hayırlı niyetler için bir araya geldik. İşin magazin boyutuna, isim boyutuna kim vardı, kim yoktu boyutuna takılıp hedefin ve niyetin arka plana itilmesine, sulandırılmasına lütfen müsaade etmeyelim, zira geçmişte bunu çok yaşadık. Çok can alıcı çok acil bir meseleyi çözmek için istişare toplantıları yaparken niyet unutuldu, hedef unutuldu, yapılanlar, konuşulanlar ne yazık ki magazin, sulandırma hep ön plana çıktı. Hem buradaki heyetin hem de dışarıdaki dost ve kardeşlerimizin zarfla, çerçeveyle ilgili tartışmaları bir kenara bırakıp mazrufla, özle ilgilenmelerini sürecin önemi ve hassasiyeti açısından çok hayati bulduğumu özellikle ifade etmek istiyorum.''
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, heyeti oluştururken gerçekten zorlu bir bir seçme süreci yaşadıklarını ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Geniş bir havuz oluşturduk. Katkı verebilecek, söz söyleyebilecek, örnek teşkil edecek temsil kabiliyeti yüksek, kanaat önderliği yapabilecek çok sayıda isim belirledik. Ancak heyetin etkinliği, çalışma kolaylığı açısından sayıyı sınırlı tutmak gibi bir zorunluluğumuz da vardı. Çok ince çok hassas bir tercih sürecinin ardından farklı kesimleri, farklı düşünce dünyalarını temsil etmek suretiyle 76 milyonun özeti sayılabilecek bir listeyi oluşturduk. Oluşturmaya gayret ettik. Elbette burada bulunan insanların ortak noktası; kangren olmuş bir sorunun çözüme kavuşturulmasını istemeleridir. Can kaybına kan kaybına yol açan bir meselenin sona erdirilmesini dert edinmeleridir. Her zaman ifade ediyorum; bu heyetin içinde ya da dışında söyleyecek sözü, önerisi olan, eleştirisi olan varsa dikkatle dinleriz, dinliyoruz ve hiçbir komplekse kapılmadan dinlemeye devam edeceğiz. 76 milyonun tamamını ilgilendiren bir meselede 76 milyonun tamamına kulak verebilmek için bugüne kadar nasıl hassasiyetle çalıştıysak bundan sonra da aynı hassasiyetle aynı sabırla aynı kucaklaştırıcı tavırla çalışmaya devam edeceğiz.''
Başbakan Erdoğan, 14 Ağustos 2001'de AK Parti'yi kurarken, terör meselesine ilişkin görüşlerini ve çözüm önerilerini programda net şekilde açıkladıklarını da anımsattı.
Erdoğan, ''O zamandan itibaren de bu meseleyi çözmek, Türkiye'nin ayağına takılan bu prangayı söküp atmak, enerjimizi bu meseleye değil, büyümeye, kalkınmaya, daha fazla demokrasiye hasretmek için yoğun gayret içinde olduk. Çok açık söylüyorum; bütün bu süreçte yalnız olduk, yalnız kaldık, yalnız bırakıldık'' ifadelerini kullandı.
''Birlikte yol yürüdüğümüz milyonları kast etmiyorum'' diyen Erdoğan, ''Elbette bizimle aynı sızıyı yüreğinde hisseden, eliyle, diliyle, kalemiyle, hiç olmazsa gönlüyle bir şeyler yapanları, yapmaya çalışanları kast etmiyorum. Gücü, yetkisi, birikimi, tecrübesi, imkanı ve fırsatı olduğu halde bu can alıcı, can yakıcı meselede inisiyatif almayanları, elini taşın altına koymayanları mazur görmemiz mümkün değil'' şeklinde konuştu.
Erdoğan, ülkede teröre, kazanacağı veya kaybedeceği oy penceresinden bakanlar olduğunu belirterek, şöyle devam etti:
''Bu ülkede gençlerin ölümüne, tiraj kaygısıyla, reyting endişesiyle bakanlar oldu ve bunlar halen de var. Bu ülkede ocaklara düşen ateşe, kaybettiği ve kazandıklarıyla, kasasına giren ve çıkan parayla bakanlar oldu ve bunlar da halen var. Akan kana bakarken, kendi canlarını, kendi çocuklarını, kendi kardeşlerini gözünün önüne getirmeyip, sadece reytingini, şöhretini, imajını düşünenler oldu ve bunlar da halen var.
Bütün kalbimle, samimiyetimle söylüyorum; isterdim ki bir başbakan olarak, siyasetçi olarak ben sadece yol açsaydım, yolu temizleseydim, yolu aydınlatıp, o yoldaki engelleri kaldırsaydım, açtığımız o yoldan bilim insanları, mütefekkirler, münevverler, gönül insanları, kanaat önderleri, aydınlar, sanatçılar, en önemlisi de siyasetçiler ilerleseydi. Ne yazık ki, biz yolu açtık ama o yol sadece kendimiz, milletimiz -kimsenin hakkını yemeyelim- bir avuç o da gönül insanıyla devam ediyor. O yolda ilerlemesi, bizi takip etmesi değil, bize yol göstermesi gereken niceleri, 'Hele siz gidin, bakalım biz de arkanızdan belki geliriz' dedi. Niceleri, yola hendekler kazdı. Niceleri yola tuzaklar döşedi. Niceleri bizi o yoldan saptırmaya çalıştı. Yol boyunca taşlandık, tehdit edildik, saldırıya uğradık. Partimizin kapatılması tehdidinden tutun, Danıştay saldırısına, müdahale senaryolarından tutun sabotajlara, provokasyonlara kadar nice badire atlattık ama hiçbir zaman vazgeçmedik, hiçbir zaman yılgınlığa boyun eğmedik, umutsuzluğa kapılmadık, vazgeçmeyi aklımızın ucundan bile geçirmedik. Çünkü biz bu süreçte şunu çok net olarak gördük; Eğer bir ülkede demokrasi açığı, hukuk açığı varsa o ülkede her alandaki sorunlar birbirini besleyerek derinleşiyor. Eğer bir ülkede tek tipçi, dayatmacı, inkarcı bakış açısı, bir zihniyet, devlet ve siyaset anlayışı varsa, orada karmaşa, çatışma, huzursuzluk eksik olmuyor. Eğer bir ülkede, milletin iradesi gasp ediliyorsa, çeteler, karanlık odaklar cirit atıyorsa, vesayetçi odaklar kendini hakim olarak görüyorsa, orada ne huzur ne refah ne hak ne özgürlük olur.''
Terörü sadece silahlı saldırı, sindirme hareketi olarak görenlerin ciddi şekilde yanıldığını belirten Erdoğan, terörün ekonomik, diplomatik, sosyal, siyasal, psikolojik boyutları olan bir mesele olduğunu söyledi.
Erdoğan, ''Terör, bir ülkeye, millete karanlık bir istikamet çizme yöntemidir. Terör, hükümetleri sıkıştırmak, seçimleri yönlendirmek, toplum mühendislerine imkan sağlamak için bir araca, bir taşerona dönüşmüştür. Maalesef terör 29 yıl boyunca kısmen de olsa bu noktalarda başarı sağlamıştır'' dedi.
Terör ve şiddetin ekonomiye, sosyal, psikolojik yapıya zarar verdiğinin altını çizen Erdoğan, konu ele alınırken bunların göz önünde bulundurulması gerektiğine işaret etti.
Erdoğan, ''Silaha, teröre, bölücü anlayışlara sarılanlar ne kadar suçluysa, başta Diyarbakır Cezaevi olmak üzere insanlık dışı muameleyle, işkenceyle o örgütün adeta kurulmasına çanak tutanlar da o kadar suçludur. Kan döken örgüt ne kadar suçluysa, o örgüte inanılmaz fırsatlar sunan, hiçbir yerde bulamayacağı istismar bataklıkları sunanlar da o kadar suçludur. Sadece şu son birkaç ay içinde kimi siyasetçi, kimi akademisyen ve kimi yazarların sergilediği faşizm, inanın terör örgütünün 29 yılda yaptığı tahribattan çok daha fazlasını yapmıştır'' şeklinde konuştu.
Erdoğan, bu süreçte sadece devletin kucaklamasının yetmeyeceğini, şimdi artık topyekun kucaklama zamanı olduğunu belirtti.
Artık kardeşlik hukukunun gereklerini yerine getirme zamanı olduğunu ifade eden Erdoğan, şunları kaydetti:
''Şimdi ayrılıklara vurgu yapmanın değil ortaklıklara vurgu yapmanın, acıları öne çıkarmanın değil ortak zaferleri, ortak sevinçleri öne çıkarmanın zamanı. Şimdi ayrıştırmanın değil bayramlaşmanın, müsafahanın zamanı, hesaplaşmanın değil helalleşmenin zamanı. Şimdi artık sosyal restorasyon dönemini başlatıp kararlılıkla büyütme zamanı. Şunu herkes bilmeli ki Türk ile Kürt'ün tarihi son 29 yıl üzerinden özellikle '29 yıl yeterlidir' veya '29 yıldır' gibi bir yaklaşım doğru bir tarih tespiti değildir. Yaklaşık bin yılı bir kenara koyup 29 yıl üzerinden fitne üretenler, bu kadim dostluğu, bu kadim kardeşliği anlayamazlar. Ortak geçmişimizi görmeyenler ortak geleceğimizi de anlayamazlar. Size ben bu akşam burada Malazgirt demeyeceğim, size Çaldıran, Kut'ul Amare, Sarıkamış, Çanakkale demeyeceğim. Cumhuriyetimizin kuruluşundaki o ruh, o irade, o kardeşlik anlayışı bize fazlasıyla yeter.''
Başbakan Erdoğan, 7 Ağustos 1919'da daha meclisin açılmadığını ve Cumhuriyetin ilan edilmediğini anımsatarak, şöyle devam etti:
''Erzurum Kongresi yapılıyor. Ve bir beyanname yayınlanıyor. Şu ifadelere özellikle dikkatlerinizi çekiyorum; 'Trabzon vilayeti ve Samsun Sancağı ile doğu vilayetleri adını taşıyan Erzurum, Sivas, Diyarbekir, Elaziz, Van, Bitlis vilayetleri ve bu çevrenin içindeki bağımsız livalar hiçbir sebeple, bahaneyle birbirinden ve Osmanlı camiasından ayrılmak imkanı tasavvur edilmeyen bir bütündür. Bu bölgeler halkı saadet ve felakette tam bir beraberliği kabul eder ve mukadderatı hakkında aynı hedefi amaç olarak alır. Bu çevrede yaşayan bütün İslam unsurları yürekleri birbirine karşı fedakarlık duyguları ile dolu birbirlerinin içtimai ve ırki özelliklerine saygılı öz kardaştırlar.' Evet, bu ifadeler, tekrar ediyorum, 7 Ağustos 1919 Erzurum Kongresi sonrasında yayınlanan beyannamede yer alıyor. Ardından 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi açılıyor. Mecliste sınırlarımız dahilinde yer alan inanç bakımından, mezhep bakımından, ırk bakımından herkesi temsil eden mebuslar bulunuyor.''
Hükümet olarak sivil toplumun, kanaat önderlerinin ve farklı toplum kesimlerinin katkı ve eleştirilerini rehber edinerek süreçleri işlettiklerini, demokratik katılım kanallarını açık tuttuklarını, en geniş mutabakat ve istişare ile hareket ettiklerini, uzlaşı ve diyaloğa büyük önem verdiklerini anlattı.
AK Partili olsun veya olmasın, kendileri gibi düşünsün veya düşünmesin, ileri demokrasi hedefine, hakkın ve hukukun üstünlüğüne inanan her kesimin enerjisini bir araya getirmenin gayreti içinde olduklarını, büyük bir demokratikleşme hamlesi başlattıklarını ifade eden Erdoğan, ''Akil İnsanlar Heyeti''nin çok farklı kesimleri temsil ettiğini, farklı düşüncelerden oluştuğunu belirtti.
Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
''Etnik kökenler, inançlar, mezhepler, ideolojiler her ne olursa olsun, burada bulunan herkes bir sorunun var olduğunu ve acilen çözülmesi gerektiğini kabul ediyor. Bizim ortak paydamız da esasen budur. Biz Türkiye sevdalıları olarak, Türkiye'nin sorunları olduğuna ve bunların acilen çözülmesi gerektiğine inanan kişiler olarak buradayız. Türkiye'nin can alıcı, can yakıcı bir meselesinde her ne şekilde olursa olsun çözüm arayışlarının uzağında kalmak için hiçbir bahane geçerli olmaz. Kan akmaya devam ederken her bahane teferruattır. Terörün sebepleri, sonuçları, çözüm yöntemleri ve çözüm muhtevası konusunda herkes fikir ve değer dünyasına göre farklı perspektifler ortaya koyabilir ama hepimizin ittifak edebileceği konu, kanın durmasıdır, hakkın ve hukukun üstün tutulmasıdır, ileri demokrasinin hayat bulmasıdır.
Silahı, terörü, şiddeti, çatışmayı, ölümü değil demokrasiyi, hakkı, hukuku, siyaseti, hayatı önemseyen herkesin yapması gereken, taşın altına elini koymak, sorumluluk üstlenmek, yanlış gidişe 'dur' demektir. Bu salonda bulunan insanlar sadece akil değil aynı zamanda cesurdur, yüreklidir, idealisttir, barış severdir. Böyle bir tablonun oluşması, en başta Türkiye'yi yüreklendirmiş, milletimizi umutlandırmıştır. Çok farklı kesimlerden insanların bir arada bulunması, ortak bir fotoğraf vermesi, sorunun çözümüne ilişkin umutları daha da yeşertmiştir. Çözümün değil sorunun parçası olanların yaptıkları, yapacakları eleştiriler, bizim umudumuzu, irademizi, kararlılığımızı kesinlikle zayıflatmaz. Kanı, gözyaşını durdurmak, Türkiye'yi daha yaşanabilir bir ülke, birinci sınıf demokrasiye sahip bir ülke yapmak için birlikte çalışmak arzusundayız. Bu heyeti nasıl halis niyetlerle, samimi niyetlerle oluşturduysak, aynı halis, samimi niyetlerle toplumdaki algıyı da değiştirmek, toplumu çok daha sağlıklı şekilde bilgilendirmek durumundayız.''
Neler yapılacağı, nasıl bir yol izleneceği, hangi takvim çerçevesinde ilerleneceği konusunda bazı düşünceleri olduğunu ancak yolun ve yöntemin çizilmesi konusunda heyet ve heyetin istişarelerinin asıl belirleyici olacağını belirten Erdoğan, 7 coğrafi bölge için gruplandırma, her grup için bir başkan, bir başkanvekili ve bir sekreter belirlendiğini, bu yapı içindeki çalışmaların, izlenecek yolun, bugünkü ve sonraki toplantılarda çok daha net zemine kavuşacağını söyledi.
Erdoğan, bu tür bir heyete neden ihtiyaç duyulduğu, heyetten beklentilerinin ne olduğu, çözüm sürecindeki amacın, istikametin, yöntemin, bulunulan noktanın ne olduğu sorularına da en kısa sürede cevap vermek arzusunda olduklarını ifade etti.
Türkiye'nin terör ve şiddet nedeniyle 40 bine yakın insanını toprağa verdiğini kaydeden Erdoğan, ''Sorunun ekonomik, sosyal ve siyasi faturasıyla ilgili yapılan tahminleri biliyorsunuz. Bu sorun, sadece iç barışımızı, toplumsal bütünlüğümüzü, huzur ve esenliğimizi tehdit etmiyor, aynı zamanda bölgesel etkinliğimizi, 2023 hedeflerimizi, büyük zorluklarla sağladığımız güven ve istikrarı da riske atıyor. Çözümsüzlüğü çözüm görenlerin anlamadığı gerçek, bu yaklaşımın miadını doldurduğu, bu anlayışın artık sürdürülebilir olmadığıdır. Çözüme karşı olanların önerisi, açıkça ölümlerin devam etmesi, Türkiye'nin kan kaybetmeyi sürdürmesidir. Biz ülkemize ve milletimize bu faturayı ödetmek istemiyoruz. Her yıl belli sayıda şehit vermeyi, büyük bedeller ödemeyi sineye çeken, kabullenen bir anlayış, ne insanidir ne de vicdanidir'' diye konuştu.
Erdoğan, hükümetlerin, siyaset ve siyasetçilerin yapabileceklerinin belli ve sınırlı olduğuna dikkati çekerek, özellikle psikolojik havayı, sosyal dokuyu terörden arındırmak için herkesin sorumluluk üstenmesi gerektiğinin altını çizdi.
Başbakan Erdoğan, 10 yıl boyunca kararlılıkla, engelleyenlere, saldıranlara inat doğu ve güneydoğuya ''inanılmaz'' hizmetler götürdüklerini kaydederek, şöyle devam etti:
''İstanbul'da ne varsa Diyarbakır'da da o olacak dedik. Yol, baraj, konut, okul, üniversite, hastane, ambulans, havalimanı ne lazımsa onu bölgeye kazandırdık, kazandırıyoruz. Hükümet, devlet olarak, o bölgeyi şefkatle kucaklıyoruz. 10 yıl önce acaba 'Hakkari'ye havalimanı gidecek' deselerdi inanır mıydınız? 'Iğdır'a havaalanı gidecek, orada da havaalanı yapılacak' veya 'Şırnak'a havalimanı yapılacak' deselerdi, inanır mıydınız? Iğdır'ı açtık. Yıl sonu itibariyle de Şırnak ve Hakkari'yi, Yüksekova'da yapılıyor, onları da açacağız.
Tehditlere rağmen, iş makineleri yakılmasına rağmen... Bir taraftan yakılıp yıkılıyor, öbür taraftan biz yine yapmaya devam ediyoruz. Son 10 yılda bölgeye yaptığımız yatırımların miktarı 40 milyar liraya yaklaştı. OHAL'i kaldırdık. Bölgeyi dolaşırken oradaki bütün kardeşlerimizin bize söylediği şuydu; 'Olağanüstü hali kaldırın, biz sizden başka bir şey istemiyoruz'. Biz OHAL'i kaldırdık. Hemen geldiğimiz ay kaldırdık. Devlet güvenlik mahkemelerine son verdik. Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğini sivilleştirdik. Emasya protokolünü kaldırdık. Doğu ve güneydoğuda günlük yaşamı kolaylaştıracak adımlar attık. Maddi ve manevi olarak yaraları sarmanın mücadelesi içinde olduk. İsimler, film, dizi, tiyatro üzerindeki dil yasaklarını kaldırdık. Farklı dil ve lehçelerde yayının, seçmeli eğitimin, savunma hakkının önünü açtık. Benzeri birçok adımları attık. En önemlisi, inkar, ret ve asimilasyon politikalarına son vererek, büyük bir zihniyet devrimini gerçekleştirdik. Halkı küçümseyen, halkın değerlerini hor gören, farklılıkları reddeden, ötekileştiren, ayrıştıran anlayış bizimle birlikte yerle bir oldu. Kucaklayan, kabullenen, sahip çıkan, empati yapan bir anlayışı getirdik ama bunlar yetmiyor.''
Konuşmasında, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş aşamasına değinen Başbakan Erdoğan, Mustafa Kemal Atatürk'ün 24 Nisan 1920'de ilk meclisteki ilk hitabını hatırlatarak, şöyle konuştu:
''Gazi Mustafa Kemal, meclisin açılışının hemen ertesi günü, 24 Nisan 1920'de ilk meclisteki ilk hitabını yapıyor. Bu uzun ve tarihi konuşmanın kısa bir bölümünü de burada sizlerle paylaşmak istiyorum. Vatanımız olacak sınırları tarif ettikten sonra diyor ki Gazi Mustafa Kemal, 'Efendiler, bu sınır sadece askeri gerekçelerle çizilmiş bir sınır değildir, milli sınırdır. Fakat bu sınır içinde İslam unsuruna sahip yalnız bir milletin olduğu düşünülmesin. Bu sınır içinde Türk, Çerkez ve diğer İslam unsurları vardır. Bu sınır, karışık bir halde yaşayan, bütün amacını tam anlamıyla birleştirmiş olan kardeş unsurların milli sınırıdır'. Gazi Mustafa Kemal, bu sözleri söyleyince Genel Kurul'dan 'hepsi İslamdır, kardeştir' sesleri yükseliyor. Bunun hemen ardından Gazi Mustafa Kemal, Müslüman olmayan unsurlara Müslümanlarla aynı hakların verileceğini, bunun da son derece tabi olduğunu ifade ediyor. 29 Ekim 1923'te Türkiye Cumhuriyeti bu ruh, bu öz, bu kardeşlik üzerine inşa ediliyor. Ne var ki sonraları, bu ahde vefa gösterilmiyor. Bu öz ve ruh çiğneniyor. Kardeşlik hukuku ihlal ediliyor. Kuruluştaki bu ruh, bu öz, bu kardeşlik hukuku ihlal edilince işte o zaman tek parti döneminde, maalesef o yaşadığımız sıkıntılar, toplumun hemen her kesimine yönelik acımasız bir zulüm dönemi başlıyor.''
Başbakan Erdoğan, ülkede bin yıllık birlikte yaşama kültürü, bir arada kardeşçe yaşamayı mümkün kılan bir sosyal yapı olduğunu ifade ederek, ''Bu kültürü, bu yapıyı bozmak, milletin fertleri arasına bariyerler koymak istediler. İmtiyazsız sınıfsız, kaynaşmış bir kitle inşa etmek diyorlardı buna. Ne var ki birileri bunu tek tip insan olarak anladı ve her türlü farklılığı inkar ettiler'' dedi.
Bu ülkede, bu topraklarda aynı milletin fertleri olarak herkesin aynı zulmü iliklerine kadar yaşadığını dile getiren Başbakan Erdoğan, ''O anneler farklı olabildi, kimliklerimiz, etnik kökenlerimiz, mezheplerimiz farklı olabildi. Yapılan zulmün dönemleri, yapılan zulmün dereceleri farklı olabildi. Hepimiz aynı zalim zihniyet tarafından aynı zulümlere uğradık. Hepimizin kitapları yasaklandı. Hepimizin sesi kısılmak istendi. Hepimizin varlığı inkar edildi. Sadece etnik kökenler değil, inançlar, değerler dahi asimilasyona tabi tutuldu. Sadece dillerimizi değil, kelimelerimiz, tarihimiz, kavramlarımız dahi sakıncalı ilan edildi. Biz 10 yıldır işte bu örselenmiş duyguları tamir etmenin mücadelesi içindeyiz'' ifadelerini kullandı.
Başbakan Erdoğan, 10 yıldır Cumhuriyetin kuruluşundaki, Kurtuluş Savaşı'ndaki o ruhu, inancı, özü ve öz kardeşliği tesis etmenin mücadelesi içinde olduklarını belirterek, konuşmasını şöyle sürdürdü:
''Eksiklerimiz olabilir, hatalarımız olabilir ama niyetimiz yeni bir Türkiye, yeni Cumhuriyet kurmanın çabası değil, Türkiye'yi, Cumhuriyetimizi, özüyle ruh köküyle buluşturmanın gayreti içindeyiz. Dışlananların, zulüm görenlerin, inkar edilenlerin olduğu değil, herkesin bir olduğu, birinci sınıf olduğu bir Türkiye inşa etmenin sevdası içindeyiz. Bin yıl boyunca olduğu gibi bugün de yarın da herkes kendi kimliğiyle kendi kültürü ve gelenekleriyle yaşamını devam ettirsin. Bin yıl boyunca olduğu gibi bugün de yarın da fikirler özgürce ifade edilsin. Herkesin birbirine saygı duyduğu bir özgürlük ortamı inşa edilsin. İnançlara, değerlere, dinlere ve duygulara kimse karışmasın. Yasaklar, kısıtlamalar olmasın. Bundan hiç kimse korkmasın. Kimse tedirgin olmasın. Bu, Cumhuriyetin, kardeşliğin güçlenmesidir. Birliğin ve beraberliğin pekişmesidir. Bu, istikbalimizi aydınlatacak, Türkiye'yi kalkındıracak, demokrasimizi birinci sınıfa yükseltecek yegane yöntemdir.''
Türkiye'nin son 10 yılda, ileri demokrasiye ulaşmak için hayati adımlar attığını ifade eden Başbakan Erdoğan, hayati reformlar gerçekleştirildiğini bildirdi.
Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
''İleri demokrasi dediğimiz zaman bazı çevreler, 'nereden çıktı ileri demokrasi?' diyerek bizi tezyif etmeye kalktılar. Biz kendilerine 'istemeseniz de ileri demokrasi' dedik. Oralarda biz sabit kadem olduk. Ayaklarımızı sabit tuttuk ve daha fazla yapabiliriz. Ama daha fazlasını işte bu meseleyi çözerek, bu meseleyi artık Türkiye'nin gündeminden çıkararak gerçekleştirebiliriz. Böyle bir Türkiye'de sadece imtiyazlılar, fitneciler ve Türkiye düşmanları kaybeder. Ama böyle bir Türkiye'de, Türkiye kazanır, hep birlikte millet kazanır.''
Acı ve korkuların üzerine gelecek inşa edilemeyeceğini dile getiren Başbakan Erdoğan, acılardan ders çıkarılması, korkulara, tehditlere karşı uyanık olunması gerektiğini vurguladı.
Erdoğan, geleceğin karşılıklı güven üzerine inşa edileceğine dikkati çekerek, şöyle devam etti:
''Çözüm süreci adını verdiğimiz bu süreç, çok büyük hassasiyetle, büyük dikkatle, yaralı duyguları tamir etme, karşılıklı güven tesis etme, kardeşlik hukukunu yüceltme sürecidir. Çözüm süreci, silahı aradan çıkarma, sözü, düşünceyi, siyaseti devreye alma sürecidir. Çözüm süreci, tavizlerin verildiği, pazarlıkların yapıldığı, teröre karşı geri adımların atıldığı bir süreç değildir. Miadını doldurmuş, Türkiye'ye büyük zararlar vermiş, kan akıtmış, gözyaşı akıtmış terörün sonlandırılması sürecidir. Büyük Türkiye'nin, kalkınmış, huzurlu Türkiye'nin, kardeşliğimizin önündeki son engel terördür. Terörü sonlandırmak suretiyle Türkiye'yi de milletimizi de kardeşliğimizi de güçlendirmekten gayrı hiçbir gayemiz, hiçbir hedefimiz yoktur.''
Akil İnsanlar Heyeti'nin birbirinden değerli kişilerden oluştuğunu bildiren Başbakan Erdoğan, şunları söyledi:
''Bazılarınızı gençliğimizden itibaren hayranlıkla takip ediyoruz. Bazılarınızı genç olmanıza rağmen büyük bir takdirle izliyoruz. Şunu samimiyetle söylemek durumundayım; sizlerin seyircileriniz, hayranlarınız, izleyicileriniz, okurlarınız, takipçileriniz olarak, inanın eserlerinizin, sözlerinizin, yazılarınızın, şiir ve şarkılarınızın, eylemlerinizin etkisini sizlerden daha fazla hissediyor, çok daha fazla biliyoruz. Üstad Necip Fazıl, şairin şiir tarifini, arı ile bal arasındaki ilişkiye benzetiyor. 'Arı bal yapar, onu tarif edemez' diyor. Emin olun sizin ortaya koyduğunuz eserleri, takipçileriniz olarak sizlerden daha iyi biliyoruz. Çünkü siz filmlerinizde hayatımızı oynadınız, şarkılarınızla bizim gönüllerimize hitap ettiniz. Şiirlerinizde, yazılarınızda bize bizleri anlattınız. İş adamlarımız, iş kadınlarımız bizimle birlikte bize ürettiler. Sendikalarımız, derneklerimiz, vakıflarımız, bizimle birlikte bizim haklarımızı savundu. Köşe yazarlarımız, yazarlarımız, bizi eleştirdikleri kadar bizlere ayna tuttular. Bugüne kadar Türkiye'yi anlattınız, Türkiye'nin sorunlarına dikkati çektiniz. Şimdi ise sizlerden filmini yaptığınız, şiirini yazdığınız, notalara döktüğünüz, sayfalara aktardığınız tüm o sorunların çözümü için destek bekliyor, katkı bekliyor, inisiyatif bekliyoruz.''
Heyette yer alanlara seslenen Başbakan Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
''Bütün annelerin melek olduğunu hepimize anlatan değerli sanatçımız Hülya Koçyiğit'ten, Anadolu'nun, Trakya'nın melek misali annelerinin gözyaşlarını dindirecek yeni bir rol bekliyorum. O unutulmaz 'Tatar Ramazan' rolünde 'bir ekmeği beraber bölüşerek yemektir hüner' diyen sevgili Kadir İnanır'dan bir sofraya oturup bir somunu paylaşan 76 milyonun kardeşliğine yeniden vurgu istiyoruz. 'Dertler, benim, hasret benim, ömrüm senin olsun' diyen sevgili Orhan Gencebay'dan dertleri de hasreti de ortadan kaldıracak yeni bir duruş bekliyoruz. 'Vizontele' filminde 'bir yerde mutlu mesut olmanın ilk şartı orayı sevmektir. Burayı seversen burası dünyanın en güzel yeridir' diyen sevgili Yılmaz Erdoğan'dan daha fazla seveceğimiz, daha fazla mutlu, mesut olacağımız bir Türkiye'nin inşasında yeni katkılar arzuluyoruz. Bir röportajında 'ortak vicdanı temsil etmesi gereken sanatçılar arasında bile barışa kuşku duyulması gereken bir şeymiş gibi bakanlar var' diyen değerli sanatçımız Lale Mansur'dan, barışın kaybedenleri olmayacağını daha güçlü anlatmasını bekliyoruz. Meselenin sancısını yıllarca çekmiş Yılmaz Ensaroğlu kardeşimizden, yıllarca hapis yatmış sevgili Oral Çalışlar'dan, sayın Doğu Ergil'den, devletin değil, insanın özne olabileceğini güçlü şekilde savunan sayın Deniz Ülke Arıboğan'dan, andıçlanan Ali Bayramoğlu'ndan, hukukun sesi Kezban Hatemi hanımdan, milletin ve milliyetçiliğin derin analizlerini yapmış sayın Erol Göka'dan, tek tek ismini sayamadığım buradaki tüm dostlarımızdan artık eserleri kadar yüreklerini de sürece koymalarını istiyoruz.''
Heyetin her rengiyle, her sesiyle ve her nefesiyle bir Türkiye yansıması olduğuna inandığını dile getiren Erdoğan, konuşmasını şöyle tamamladı:
''Bugün burada oluşan tablonun Türkiye'nin milyonlarca çiçeğinden derlenmiş buram buram Türkiye kokan bir bahçe olduğuna inanıyorum. Siz, sahaya dağıldığınızda, siz konuştuğunuzda, milletimizle irtibatınızı barış için, huzur için, kardeşlik için harekete geçirdiğinizde inanıyorum ki Türkiye hiç bitmeyen bir bahara da kavuşmuş olacaktır. Aziz milletimizin huzurunda bir kez daha sizlere teşekkür ediyorum. Bugüne kadar yaptıklarınız ve bundan sonra yapacaklarınız noktasında inanıyorum ki tarihi bir sürecin başlayacağını, bunun bir milat olduğunu hep birlikte yaşayacağız ve huzur dolu bir Türkiye'de inanın çok farklı bir geleceğin inşasını sağlayacağız. Ve tabi bu hepimize ayrı bir gurur, ayrı bir zevk verecektir. İyi niyetle, güzel bir niyetle çıktığımız yolumuz açık olsun, kardeşliğimiz daim olsun. Türkiye'nin iklimi inşallah her daim bahar olsun.''
Başbakan Erdoğan'ın konuşmasının ardından toplantı basına kapalı devam etti.
© Tüm hakları saklıdır.