22 Mayıs 2021

Sanat, şehir ve insan!

Londra'da hayat normale dönmeye başladı… Geçen sene harika bir bahar ve yaz geçirmişken bu sene tam bir Londra havası yaşıyoruz

Gün içine dört mevsim giriyor. Bir de aşırı kuvvetli rüzgar. Serseme döndük. Neyse ki şehir 17 Mayıs'ta kapalı alanlarda kontrollü bir şekilde açıldığı için yağmur yağdığında sığınacak yerler daha kolay bulunuyor.

Yine sokaklarda birden bastıran yağmurla ıslak kediye dönmemek için uğraşırken kendimi bir galerinin önünde buldum. Hafta başından beri açılmalarına izin çıkmıştı.

Şu taşınma işim bitince ilk yapacağım şey kendime güzel sanat programları yapmak olacak.

Hatta yapmaya başladım bile.

Ajandamda Tate Modern'de Japon sanatçı Yayoi Kusama'nın "Infinity Mirror Rooms" sergisi var.

12 Haziran 2022'ye kadar devam edecek olan sergiye, Tate'e üye olmama rağmen yer bulamadım. Yine de sergiye gidip, bileti olup da gelmeyen birinin yerine izlemeyi deneyeceğim ben de.


Yayoi Kusama

Daha önce Kusama'nın şahane sergilerini bir iki kez Venedik Bienali'nde ve Londra'da Victoria Gallery'de izleme fırsatım olmuştu. Beni garip bir şekilde çok etkiliyor.

Royal Academy of Arts'ta ise David Hockney sergisi var. Galeriler, açılışı popüler isimlerle yapıp insanların korkmadan kapalı alanlara girmesini cesaretlendirmeye çalışıyorlar. Özellikle uzun dönem kapalı kalan, yardım ve üyelerinin sağladığı gelirle ayakta kalmaya çalışan Royal Academy'nin ne kadar zorlandığını duydum. Tate ise devletten yardım aldığı için daha rahatmış. Kapalı kaldıkları dönemde online hizmet vermeye devam eden galeri ve müzeler bağış çağrısında bulunup, ayakta kalmanın tek yolunun küçük yardımların yarattığı etkiden oluşacağını anlattılar.

Ağır hastalık geçiren ve sağlığına tekrar kavuşan Tracey Emin'in de yeni eserlerle dönüşünü merakla bekliyorum. Royal Academy'de Tracey Emin ve Edvard Munch eserlerinin birlikte sergileneceği "Yalnız Ruhlar Sergisi" beni ismiyle bile şimdiden etkiledi.

Marina Abramovic severlere de duyurmuş olayım; kendisinin yeni projesi Maria Callas için düzenlenen bir online sohbeti var. Bilet alıp dinlemek isterseniz 8 pound'a evden çıkmadan sohbete katılabilirsiniz.

Londra'da yaşayan ressam Seçil Erel ile birlikte sanat gezileri yapmayı özledim. Onun renklerle ilişkisini izlemek için ziyaretine gitmek beni hep mutlu eder. Yaratıcı insanların dünyaları kuşkusuz bizimkilerden daha farklı. Yakınımda olan sanatçı arkadaşlarımdan görüyorum, tuvale dokunamadıkları zaman mutsuz ve huysuz oluyorlar. Onların bizim gibi olmalarını beklemek de biraz saflık olsa gerek.

 

Yıllardır tanıdığım edebiyatçı bir arkadaşım ile tatile gittiğimizde onun azıcık normalleşmekten zevk aldığını görsem de, aynı zamanda nasıl da ızdırap çektiğini düşünürüm… O sürekli okumak, yazmak, tartışmak, farklı düşüncelerin içinde yolculuğa çıkmak isterdi. Ya da ben öyle düşünürdüm.

Tabii bütün sanatçılar için iç dünyalarına dönükler diyemeyiz ama genelde diğer insanlardan farklı oldukları kesin. Bu yüzden hep ilgimi çekerler işte. Ama şanslıyım, onlar da beni bir şekilde ilginç bulurlar. :)

Dün, yıllar önce bir tablosunu aldığım Kemal Seyhan'la kahvaltı yaptık. Onunla tanışmama Pi Artworks'ün sahibi sevgili Yeşim Turanlı aracı oldu.

Yeşim uzun yıllardır hem İstanbul'da hem Londra'da galericilik yapıyor. Bu zor işi iki şehirde tek başına, genç bir Türk kadını olarak devam ettirebilmesi de beni ayrıca çok mutlu ediyor.

Galerinin yeri çok merkezi: Oxford Street'in hemen arkası. Sanatın bu kadar önemli olduğu, dünyanın en büyük şehirlerinden birinin göbeğinde bir galeri açmaya cesaret etmek ve bunu başarıyla devam ettirebilmek ancak bir kadın gücü ister diye düşündüm.

Yeşim, galerisinde sergilediği eserler kadar ilginç gelir bana. Bembeyaz yüzündeki renkli gözleri ve incecik vücudu sergilediği eserlerin arasında başka bir anlama bürünüyor.

Yeşim'in galerisinde şu ara Kemal Seyhan sergisi var.

Yıllar önce Contemporary Istanbul'da Art On Galeri'den almıştım Kemal Seyhan'ın bir eserini.

O günden beri, evime gelen misafirlerden bazıları hep önünde durup resme bakar ve bu resim mi şimdi derler? Ne var bunda, bunu ben de yaparım!

Sonra da her seferinde "sanat sanat için mi, yoksa toplum için mi" kadar olmasa da, garip bir sanat sohbeti başlardı evde. Ben de bu tartışmalardan garip bir zevk alırdım her seferinde.

Aynı soruyu yüzümü kızartıp Kemal'e soruverdim.

Bana sordukları gibi soran oluyor mu sana da; ne var şimdi bunda, ben de yaparım bunu, alırım bir fırça sürerim işte diye?

Kemal'in cevabı o kadar sakin ve içtendi ki, hayranlığım o an daha da arttı.

"Sanat zaten aslında benim için bu soru. Herkesin bir şeyler yapabilmesine cesaret vermek. İnsanlarda "bunu ben de yapabilirim"i hissettirmek" dedi.

Çok etkilendim. Sohbet akıp gitti… Onu dinlerken kendimi bir tuvalin önünde, elimde fırçam ve o boyamaya bir türlü cesaret edemediğim renklere dönüp onları korkusuzca tuvale fırlatırken korkularımdan kurtulduğumu hayal ederken buldum.

Aslında sanat özgürlüktü. Ne muazzam bir özgürlük isteği ki en kırılgan insanların, sanatçıların yaptıklarını bütün bu acımasız eleştirilerin önüne bütün çıplaklığıyla taşıyıp orada bırakıyor ve sanatçının bundan garip bir keyif alarak güçlenip çıkmasını sağlıyor. Bir nevi tedavi yani.

Kemal Seyhan darbe sonrası Boğaziçi Üniversitesi'nde sosyoloji eğitimini bitirip Viyana'ya yeni bir soluk almaya gidiyor.

Orada kendi yolunu bulmaya çalışırken takı tasarımı dahil pek çok iş yapıyor. El becerisi de iyi olduğu için kısa sürede geçimini kazanabiliyor. Ama bu arada sanat okumak için başvurduğu okul, hazırladığı portfolyonun daha özgün olmasını istediği için sonraki iki yıl Kemal'in özgünlüğünü bulma yolculuğuyla geçiyor, sonra gerisi hızla akıp gidiyor. Ve günümüzün başarılı Türk ressamları arasına ismini yazdırıyor, üstelik global arenada. Ama Kemal fazla PR insanı değil; içine kapalı, dijital dünyaya mesafeli, kendine dönük bir yaşamı var.

Bizim yaptığımız işleri gerekli görmekle birlikte biraz da ürküyor.

Hızlı tüketilmek ve o dünyanın parçası haline gelmek istemediği çok belli. Ama yine de bunun önemini ve kendi istediği kadar ve kendi özgünlüğü içinde bile olsa yapması gerektiğini ikna eder gibi oldum sanırım.

Tabii yine de kendi kararı ve yolculuğu. Dünyanın her yerinden bir sürü hayranı var zaten tıpkı benim gibi.

Merak ettiğim şeylerden biridir soyut resim. Neden bazı sanatçılar soyut resim yaparlar?

Çizim yetenekleri olmadığı için mi yoksa kendilerini böyle ifade etmek istedikleri için mi?

Mesela Rönesans dönemindeki gibi figüratif çalışmaları da başarabilirler mi diye merak edip Kemal'e sordum. "Şimdi sen bir şeyin karşısına geçip aynısını çizebilir misin?"

"Tabii, ama bunun bir önemi yok benim için. O gördüğün renklerin oluşumunda çok katmanlı bir çalışma var. Fırçayı alıp badana yapmıyorum yani." deyip gülümsedi Kemal.

Bizim sohbet harika akıp gitti. Devamını haftaya tüm detaylarıyla aktaracağım

Bu arada Londra'da Covid döneminde bütün galerilerin birleşip organize ettiği London Gallery Weekend 4-6 Haziran'da başlıyor, meraklılarına duyurmuş olayım.

Haftaya harika bir sanat sohbetinde buluşmak üzere… Ben kutuların, kolilerin arasına dönüyorum izninizle… Kalın sağlıcakla…

Yazarın Diğer Yazıları

Bir daha asla demeyeceğim: "Hindistan mı asla! Ne işim var orada!" dedim ve yine gitmek istiyorum

Giderken beni hijyenle ilgili o kadar korkutmuşlardı ki yanıma aldığım kraker ve kuru yemişlerle iki hafta geçirmeyi planlıyordum. Oysa hiç öyle olmadı. Gezi boyunca inanılmaz güzel Hint yemekleri yedim. Her şey nasıl baharatlı ve lezzetliydi anlatamam

Yeni yıldan ne istiyorum?

"Bak bu benim manifesto listem, seninki nerede?"

Shavasana

Kendinle yalnız kalmak ve o derin sessizliğin içinde ne istediğini bulmaya çalışmak çok zor ama bir o kadar da çekici…