Kalabalık bir gruptuk. Rehberimiz dışında, her şehirde bizi karşılayan yerel rehberler vardı. Hintli birilerinin yanımızda olması, yabancısı olduğumuz bu topraklarda insana güven hissi veriyordu.
Güney Hindistan’da tanıştığımız rehber Manoj Vasudevan geldi aklıma. Bilgiliydi, mesafeli ama kibar, tam anlamıyla bir profesyoneldi. Bir rehberin geziyi nasıl bambaşka bir deneyime dönüştürebileceğini onunla anlamıştım. Bu seyahatte de iyi bir rehberimiz vardı, ama Manoj’un anlatımındaki beceri onda maalesef yoktu. Gezi rehberliği yalnızca bilgi aktarmak değil, aynı zamanda bir hikâye anlatıcısı olabilmekti.
Yirmi kişilik grubumuz zaman zaman çocuklaşıyorduk. Haylaz bir sınıf gibiydik. Rehberimiz, bir öğretmen sabrıyla tüm kaprislerimizi ustaca yönetiyordu.
Ve Tac Mahal…
Kalabalığın içinde durup ona bakarken zaman durdu. Bir binadan fazlasıydı bu. Bir aşkın taşa kazınmış hâliydi.
Şah Cihan, en büyük aşkı ve eşi Mümtaz Mahal’in anısını ölümsüzleştirmek için yaptırmış bu muhteşem yapıyı. Mümtaz Mahal, 14. çocuğunu dünyaya getirirken hayatını kaybetmiş. Onun ardından yası, Şah Cihan’ı sarıp sarmalamış, aşkını sonsuz kılmanın tek yolu olarak Tac Mahal’i inşa ettirmiş. Sanırım bu tip aşklar ancak 17. yüzyılda mümkündü artık.
Ancak bu büyük aşkın sonu trajikti. Şah Cihan, devlet işlerini ihmal ettiği ve hazinenin büyük bir kısmını bu yapıya harcadığı için oğulları tarafından Agra Kalesi’ne hapsedilmiş. Hayatının geri kalanını, penceresinden Tac Mahal’i izleyerek geçirmiş. Ve nihayetinde, öldüğünde, sevdiğinin yanına, Tac Mahal’e gömülmüş.
Aşk hikâyeleri her zaman mutlu bitmiyor.

Tac Mahal ve El-Hamra: Zamanın ötesinde iki anıt
Tac Mahal’i gördüğüm an, belleğim beni yıllar önce Granada’ya, El-Hamra Sarayı’na götürdü. O kızıl taşlarla örülmüş, İslam ve Hristiyan mimarisinin kusursuz uyumuyla buluştuğu saray, bugüne dek gördüğüm en etkileyici yapılardan biri olmuştu. Tac Mahal de aynı büyüyü taşıyordu; yalnızca bir yapı değil, içinde tarih, aşk ve hüzün barındıran bir masaldı adeta.
Başka kültürleri, başka hayatları merak edişim beni buralara kadar sürüklemişti. Yolculuğum New Delhi’den başladı; Udaipur, Jodhpur, Jaipur ve Agra’yı kapsayan bir rotanın ardından yine başladığım noktaya dönerek tamamlandı. Sonunda İstanbul’a döndüğümde, içimde tarifsiz bir yorgunluk ve keşfetmenin verdiği o tatlı hava vardı.

Açık konuşmak gerekirse, kolay bir yolculuk olmadı…
İki gece New Delhi’de kaldıktan sonra ilk uçuşla Udaipur’a geçtik. Ondan sonrası hep otobüsle devam etti ve Hindistan yollarında helak olduk diyebilirim. Yolculuk, bizim alıştığımız standartlardan oldukça farklıydı; hijyen anlayışı deseniz, ona da bambaşka bir gözle bakmak gerekiyordu. Çok yüksek beklentilerle yola çıkmamıştım ama yine de zaman zaman zorlandığımı itiraf etmeliyim.
Ama zorlayıcı olduğu kadar çekici bir yolculuktu bu…
Yola çıkmadan önce arkadaşlarım, “Emin misin? Herkes hasta oluyor orada. Ne işin var Hindistan’da?” diye söyleniyorlardı.
Döndüğümde ise, “Peki, değdi mi?” diye sordular.

Bavul aç, bavul kapat… 12 günde 6 farklı otelde kalıp her gece başka bir yatakta uyanmak… Sabah uyandığında, bir an için nerede olduğunu unutmak… Bu yolculuk bir keşif olduğu kadar, kendi sınırlarını da test etmek gibiydi.
Böylesine uzak ve kendimi yeterince güvende hissetmediğim destinasyonlarda grupla seyahat etmek bana her zaman daha iyi gelmiştir. Grup gezilerinin kendine has bir düzeni var; her şey önceden planlanmış, görülmesi gereken yerler belli, yemekler, konaklamalar organize edilmiş. Bu elbette hayatı kolaylaştırıyor. “Şu saatte burada ol, şimdi şurada yemek ye, burada dinlen, şurayı gör…” Bazen plan yapmaktan yorulanlar için her şeyi devretmek gerçekten iyi hissettirebiliyor.
Ama ne yalan söyleyeyim, benim gibi bağımsız ruhlu biri için bu düzen zaman zaman zorlayıcı da olabiliyor. Arabaya atlayıp istediğim yerde durmayı, bir şehrin sokaklarında uzun uzun kaybolmayı, galerileri gezip küçük yerel dükkânlarda vakit geçirmeyi seviyorum. Arada yalnız kalmak da bana iyi gelir.
Ama Hindistan farklı tabii…

Hindistan: Hayatın sokaklarda Attığı ülke…
Hindistan şimdiye kadar gördüğüm hiçbir yere benzemiyor.
Burada hayat sokaklarda akıyor. İnsanların evi de, işi de, ritüelleri de caddelerin üzerinde. Bu şehirler sanki hiç uyumuyor; her an, her köşede bir hareket var. Bir yanda dev kazanlarda yemekler pişerken, diğer yanda rengârenk çiçeklerle süslenmiş tezgâhlar tanrılara sunulacak armağanlarla dolu.
Sokakları izlerken, aklıma Salvador Dalí’nin tabloları geldi. Şehirler derisi soyulmuş, iç organları etrafa dağılmış ama tuhaf bir ahengi olan bir beden gibi… Kaotik, baş döndürücü ama içinde bir düzen barındıran…
Bir sokak köşesinde yere çömelmiş bir adam, ihtiyaç gideriyor. Biraz ilerde kobra yılanıyla gösteri yapan biri, geçimini böyle sağlıyor. Çılgın bir hızla yanınızdan geçen Tuk Tuklar, bir anlık dalgınlığınızda size yapışan sokak satıcıları… Ve bir çatıdan aniden önünüze atlayan bir maymun!
Her köşede başıboş dolaşan çelimsiz köpekler, ağır adımlarla caddelerde gezinen yaşlı inekler…

Gün sonunda otele vardığınızda, bedeniniz toz içinde kalmış oluyor. Ilık bir duşun verdiği rahatlama hissi kısa sürüyor, çünkü elinize aldığınız havlu, eskimiş ve grileşmiş rengiyle size nerede olduğunuzu hatırlatıyor.
Ama tüm bu keşmekeşin içinde insanın ruhunu saran bir şey var. Her şeyin fazlasıyla açık olduğu, gizlisi saklısı olmayan, hayatın tüm çırılçıplaklığıyla gözlerinizin önüne serildiği bir dünya burası.

Keşfetmenin kıymeti
Şimdi geriye dönüp baktığımda, Hindistan’a dair daha çok şey öğrenmek istiyorum. Hakkında okuyor, belgeseller izliyorum. Seyahat sırasında fark edemediğim, gözden kaçırdığım şeyleri şimdi daha iyi anlıyorum.
Belki bir gün, tek başıma yola çıkıp Hindistan’ın hâlâ keşfetmediğim köşelerine gidebilirim…
Şimdilik, bu hikâyeyi burada noktalıyorum.
Kalın sağlıcakla…