13 Mayıs 2012

Yoğun bir hafta sonu

Geçen hafta sonu Ezine’deydik

Geçen hafta sonu Ezine’deydik. İstanbul Üniversitesi Jeoloji ve Jeofizik bölümü öğrencilerini saha çalışmasına götürmüştük. Her yıl öğrencileri motive olmaları için bu tür bilimsel teknik gezilere götürüyoruz. Üç gün süren bu gezinin ikinci günü akşamı dönmem gerekiyordu. Bu geziyi dört ay önceden planlamama rağmen ikizlerin okuldaki ilk gösterileri de gelip bu etkinliğin son günüyle çakıştı. Bu aralar çakışma şampiyonuyum diyebilirim. Gezinin ilk günü çok güzel geçti. Gelibolu Milli parkını iyice bir özümsedik. Ezine’de bir otelde kalacaktık. Odalara yerleşen öğrenciler kısa sürede şikayete gelmeye başladılar. Otelde yeterince yer olmasına rağmen üç kişilik odalara dördüncü yatak diye kısa açılan bir koltuk koymuşlardı. Şikayetler artmaya başlayınca. Otel sahipleri birden sertleşmeye başladılar. “Burada otel bulduğunuza dua edin” der gibiydiler. Eskiden Anadolu’daki dükkanlarda şöyle bir anlayış vardı. Bir eşyayı indirmek isteyen müşterisine dükkan sahibi baştan şartını koyar; “almayacaksan indirtme bak!..”  Ya da kazara indirmişse ve malı satamamışsa “ya kardeşim madem almayacaktın neden indirttin bana bu malı?” Anlayış aynen böyle. Birden öyle bir sertleştiler ki anlatamam. Üstelik iki yıldız belgeleri de varmış. Ben de sertleşince bir iki düzenleme yaptılar ama çok da tatmin olmadık. Ama önceden öğrenciler para gönderdikleri için kalmaya mecbur kaldık. Ama Çanakkale gibi bir yerde, ilçe bile olsa böyle bir otelcilik anlayışının olmasını da çok yadırgadık.

\

Sonuçta iki gece kalacağız diye kendimiz kandırdık. Moralimizi bozmamalıydık. Tatile değil çalışmaya gelmiştik. Yirmi yıllık çalışma arkadaşım Prof. Dr. Sabah Yılmaz Şahin, Jeofizik bölümü Araştırma Görevlisi Savaş Karabulut ve ben, tam 40 öğrenci ile ilgilenecektik. Ertesi gün tam 12 noktada bölgenin jeolojik ve de arkeolojik özelliklerini anlattık. Fayları, Kestanbol kaplıcasını, volkanik çamur akıntılarını, bakır oluşumlarını, mermer fabrikasını da gezdik, Alexandria Traos’ı, Neandria’yı, antik granit sütun ocaklarını da. Her gittiğimiz yer öğrencilerin ufkunu genişletiyor, bakış açısını değiştiriyordu. Bunu biz bakışlarından o kadar iyi anlıyorduk ki. Böyle bir şeyi yapmaya kimse bizi zorlamıyordu. Otel parasını biz de kendi cebimizden veriyorduk. Otobüsü de okul veriyordu. Öyleyse neden yıla bir iki kez de olsa böyle bir etkinlik yapmayalım ki? Bu tür teknik gezilerin en büyük maliyeti otobüs kirasıdır. Yunus Söylet rektör olduktan sonra araç almakta hiçbir sıkıntı çekmiyoruz. Araya torpil falan da koymuyoruz. Bir dilekçe yazıyoruz, kısa sürede araç sağlandığına dair yazı geliyor. Bu gezilerin öğrencilerin gelişimine çok büyük katkısını okul süresi içinde çok net olarak gözlemleyebiliyoruz.

Benim için dönüş vakti gelmişti. Akşam Ezine’den saat 21:30 da bir araç vardı. Hesapladım hemen. Saat 03:00- 03:30 gibi İstanbul’da olabiliyordum. Hesabım da şöyle: Bir saat Çanakkale, Yarım saat de Eceabat’e geçiş sürer, etti sana 23:00. Oradan da mola dahil 4.5 saat sürse hesapladığım saatte İstanbul’da olurum. Ama kazın ayağı hiç de öyle değilmiş. Bu arabanın Çanakkale’den ve de sıkı durun, Lapseki’den de bir kalkış saati varmış. Yorgun olduğum için hemen uyumuşum. Her gözümü açtığımda başka bir garda yolcu bekliyor buldum kendimi.

\

Bir ara yine gözümü açtığımda Feribotta olduğumuzu gördüm. En sonunda feribota binmeyi başarmıştık. Otobüsten inerek tuvalete gideyim dedim. Kaderin bu garip cilveleri hep gelir beni mi bulur, yoksa ben mi gidip o cilveleri gözüme sokuyorum anlamış değilim? İner inmez yoğun bir sigara dumanı ile karşılaşıyorum. Öyle böyle değil yani. Rahatsız edici boyutta sigara içiliyor. Hem de alenen. Kimsenin bir şey sakladığı da yok hani. Tuvalet sırasını beklerken, enikonu pasif içici oluyorum. Hani bu tür yerlerde sigara içmek yasaktı!.. Yanımda fabrika bacası gibi tüttüren iri kıyıma dönüyorum.

- Sigara içmek yasak değil mi?
- Ne yasağı abi. Tiryakiye yasak mı söker. Al sen de yak bi tane.
- Sağol ben içmiyorum.
- Yapma yahu. Şimdi sana ne zor geliyordur burada durmak!..
- Burada içmezseniz hiç zor gelmez aslında.
- Daha zoru da var. Tuvalete girince görürüsün

Tuvalet sırası da bana gelmişti. Hemen daldım. Aman Allah’ım bu nasıl pis bir koku. Adam haklıymış. Nefesimi tutarak yarım yamalak hallettim işimi. Gestaş hizmet etmeyi sadece araç taşımak olarak görüyor anlaşılan. Can havliyle kendimi dışarı atarak ciğerlerime mis gibi sigara dumanı karışmış deniz havasını çektim. İri kıyım,  ikinciyi yakmıştı. Bana bir bakışı vardı ki anlatamam. “Sen misin sigara dumanını beğenmeyen” diyordu alaycı bakışları.  Biraz önce “neden sigara içiyorsun” dediğim adamın önünde pis havayı bile ciğerlerime çekmiştim. Merdivenleri çıkmaya başlayınca ne tuvalet ne de sigara kokusu kaldı. Mis gibi temiz havayı çekiyorum ciğerlerime. Bir görevli bulursam derdimi anlatacağım. “Yasalar diyeceğim, bu ne rezalet diyeceğim.” Kuruyorum da kuruyorum kafamda. İkinci kata çıkınca sigara içmek yasaktır levhasının tam altında bir kaç kişi hem sohbet ediyor hem de keyifle sigaralarını içiyorlardı. Bu arada güzel sesli bir kadın anons yaptı: “Sayın yolcularımız yolculuk boyunca Feribotta sigara içmek yasaktır. İçenler hakkında yasal işlem yapılacaktır.” “Hah” dedim. “Ben de gider konuşursam biraz daha ilgilenirler.” Tam içeri girerken dışarı 3 görevli çıktı. Birinin elinde birkaç dal sigara vardı. Sigara içmeye gidiyorlardı.

Sabah 06:30’da esenlere vardım. Ezine –istanbul tam 9 saat sürmüştü. Saat 09:00 gibi evde olmam yettiği için fazla dert etmedim. Yetişmiştim işte. Gerisi artık çok de önemli değildi. Ancak çekeceğim varmış hâlâ. Taksiye binip Avcılar’a, oradan da arabayı alıp Sarıyer’e gidecektim.  Bindiğim taksici sordu:

- Abi E5 ten mi gideyim Tem’den mi?
- E5’ten gidelim. Yol açık nasıl olsa.
- Bence TEM’den gidelim.
- İyi tamam. Sen bilirsin.

Şans bu ya tekstil kentin önünde kilitlendik. Bir araç bariyerlere vura vura gitmiş, ileride bir yerde yolun ortasında durmuştu. Polis de doğal olarak yolu kapatmıştı. Bir yarım saat de orada bekledikten sonra yol tekrar açıldı. Eve vardığımda saat 08:30 olmuştu. İkizler merakla beni bekliyorlardı. Duş aldım. Giyindik ve yola çıktık. İlk gösterilerini her türlü aksiliğe rağmen kaçırmamıştım. Çok değil 10 dakika kadar kaldılar sahnede ama ben oradaydım ve onlar, ben orada olduğum için ayrı bir mutluluk yaşıyorlardı.

Yazarın Diğer Yazıları

Su için yürüyoruz

Amerika’da 2014 yılında yapılan bir çalışmada dünyadaki tatlı su miktarının tüm suların sadece yüzde 2.5’u olduğunu söylüyor

Bir kanyon, Bir adam…….

Elini ilk sıktığımda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. O gün Arapkir yaylalarında çamurla, yağmurla boğuşmuştuk.

Arapkir yaylalarında bir gün

Hava bir kapıyor bir açıyor. Kapadığında bardaktan değil kovadan boşalırcasına yağıyor yağmur

"
"