25 Mart 2017

Su için yürüyoruz

Amerika’da 2014 yılında yapılan bir çalışmada dünyadaki tatlı su miktarının tüm suların sadece yüzde 2.5’u olduğunu söylüyor

Nefesimi tutmuş muş Terkos gölünün kıyısındaki düzlüğe inmiş olan yüzlerce leyleği izliyorum. Yürüyüşlerindeki azamet, kalkış ve inişlerindeki estetik hareketler kendimi bir doğanın sunduğu bir dans gösterisi içinde hissetmeme neden oluyor.  Bir bölge kirlenirse ilk olarak kuşlar terk ederlermiş. Temizlenen bölgelere de ilk olarak kuşlar dönermiş geri. Bu muhteşem canlılar hâlâ buralara gelmeleri geleceğe küçük de olsa umutla bakama neden oluyor. Çocukluğumun efsane kuşlarının buraya gelmelerin bir başka nedeni de su. Bu sulak alan onlar için bir nimet. Bu küçük düzlükte doğal denge gereği binlerce leyleği besleyecek yiyecek var. Her yıl buraya gelerek yazı bu düzlükte geçiren bu muhteşem hayvanların zaman geçtikçe konaklayacakları alanlar azalıyor. Bu leylekler buradan Anadolu’nun dört bir yanına dağılacaklar. Bir kısmı geçen yıl yuva yaptıkları yerleri bulamayacaklar belki de. Su aklıma gelince yağmurdan sırılsıklam olmama rağmen huzursuz oluyorum. Suyumuz her geçen gün azalıyor ama tüketim de her geçen gün artıyor.

 Leyleklere veda ederek geri dönüp grubu yakalamaya çalışıyorum ama yaklaşık 100 kişiden oluşuna grup almış başını gitmiş. Ne soğuk hava  ne de yağmur onları yürümekten caydırmamış.  Her ne kadar WİLO nun hazırladığı yağmurluklarla yürüyor olsalar da su altında yürümek ülkemiz insanlarının tercih ettiği bir şey değil. Ama Doğa sever olmak böl bir şey işte. İyi hava kötü hava yoktur doğada olmak  vardır doğa severler için .  Vitesi artırıp gruba yetişmeye çalışıyorum. Kısa sürede yokuşu çıkmadan son gruba yetiştim. Herkes doğanın tadını çıkarıyor, yağmurla birlikte yayılan mantar ve toprak kokusunu ciğerlerine çekiyordu.. İki yıl önce Wilo ile Şile’de yaptığımız “Su için yürüyoruz” etkinliğinde de yağmur altında yürümüştük. Şimdi yine yağmur var. Su için  yürüdüğümüzden olsa gerek.

Sabah İnceğiz mağaralarında buluşmuş, Atlas ve Wilo’nun Dünyanın azalan su kaynaklarına dikkati çekmek için düzenlediği doğa yürüyüşünün ilk etkinliği burada yapmıştık.  Jeoloji- insan ilişkisinin İstanbul’da gözlendiği en güzel yerlerden biri olan İnceğiz mağaraları Çatalca’nın İnceğiz köyü sınırları içinde yer alıyor.

İlk yerleşim yeri en alttaki birkaç mağara. Buradaki yaşamın en az Yenikapı’yla yaşıt  olduğuna inanmak istiyorum. Bir derenin hemen kenarında yaşayan insanlar için en bu mağaralar çok iyi bir seçimdir. Av kaynaklarına yakındı, güvenliydi. Ama en önemlisi su kaynaklarına yakında ve bir dere tarafında korunuyorlardı. Ama burada yaşayan insanları koruyan dere her taşkın döneminde insanların kullandığı tüm malzemeleri de alıp götürmüş. Bu nedenledir ki mağaradaki eski yaşama ait neredeyse hiç iz yok.

Doğal yolla oluşmuş mağaralar içinde yaşayanlar tarafında sürekli şekillendirilmiş ve Bizans döneminde dört katlı bir yerleşim yerinde dönüşmüş. Mağaraların Cenevizlilerden kaldığı söyleniyor söylenmesine de aslında öyküsünün çok eskilere  dayandığından hiç kuşkum yok.

Katın birinde  küçük bir şapel var. Ayrıca odalardan birinde  büyük bir haç kabartması var. Yani mağaralar bir dönem Hıristiyanlar tarafından yoğun olarak kullanılmış. Bu nedenle mağaraları Hristiyanların yaptığı sanılıyor. Mağara içindeki şapel ne yazık ki yazılarla sürekli tahrip ediliyor. Bir dünya mirası olan mağaralar yazılarla berbat edilmiş durumda.

Aslında o dönemde epey bir genişleme yaşanmış ama  mağaraların daha eski zamanlarda yapılmış olması gerekiyor. İstanbul’un ilk sakinlerinin  400.000 yıl önce Yarımburgaz mağarasında yaşadığını, daha sonra Yenikapı’da 8000 yıllık bir köyün bulunduğunu da düşünürsek Hıristiyanlıktan çok daha önce buralarda da birileri yaşamış olmalı. Bu konuda ne yazık ki çok fazla bilgi yok. Bunlar benim kişisel gözlemlerim. Bu tür eski yerleşim yerlerinde toprağın içinden mutlaka eski aletler çıkar ancak burası bir derenin hemen kenarında olduğu için seller her şeyi silip süpürmüş olmalı. Mağara içindekileri de yüzlerce yıllık süre içinde yörede yaşayanlar tahrip etmişlerdir.

 

Alttan başlayarak tüm katlara çıktık ve bir zamanlar burada yaşayan insanların şekillendirdiği duvarlara dokunduk, onların hissettiklerini hissetmeye çalıştık, duygulandık.  Bize göre uygar olmayan insanlar  tarafından şekillendirilen bu doğal anıta, uygar (!) insanlar  tarafından nasıl zarar verildiğini gördük, üzüldük.

Mağaraları gezdikten sonra yola çıkıyoruz tekrar . İzzettin köyünün içinden geçerek yeni yapılan Saray yolun bağlanıp kısa süre içinde Durusu Parka ulaşıyoruz. Öğle yemeğini burada yedikten sonra yağmur altında başlayan yürüyüşümüz gölün kenarındaki biz düzlükte sona eriyor.

Durusu (Terkos) Gölü, İstanbul’un üç doğal gölü içinde en temiz olanı ve en iyi korunanı. İstanbul il merkezinin yaklaşık 45 kilometre kuzeybatısında yer alan gölün yüzölçümü 25 kilometrekare, en derin yeri ise 11 metre. Durusu (Terkos) Gölü, Karadeniz’e çok yakın ve aralarında 100-150 metre uzunluğunda bir kanal bulunuyor. Çok kurak dönemlerde Karadeniz’den alınan sular bu kanalda dinlendirildikten sonra göle akıtılmaktaydı. Gölün en büyük beslenme kaynağı Istranca Deresi İstanbul’un en önemli su kaynaklarından biri olan bu gölün baraja dönüştürülmesinin tarihi çok eskiye gidiyor. Sultan Abdülaziz, 1868’de İstanbul’un su ihtiyacını karşılamak ve yeni yapılan modern binalara basınçlı su vermek amacıyla bir Fransız şirketine imtiyaz hakkı verdi. Böylece Terkos Şirketi’nin menba, dere ve yeraltı sularını toplayıp göle ulaştırması ve göl suyunu arıtarak şehre vermesi kabul edildi.

Bu imtiyaz sonrasında kurulan Dersaadet Anonim Su Şirketi (Terkos Şirketi) o günden beri İstanbul’un su ihtiyacını karşılıyor. İlk tesis 1883’de inşa edilen Terkos Gölü kenarındaki terfi merkezi. Terkos Şirketi, göl kenarında çok katlı binaların basınçlı su ihtiyacını karşılamak için terfi merkezi de kuruldu. 1967’ye kadar çalıştırılan bu pompa istasyonu bugün sanayi müzesi olarak korunuyor. Terkos İçme Suyu Tesisleri’ni 1923’ten beri İSKİ işletiyor.

Burada su hakkında, daha doğrusu her geçen gün azalan su kaynakları hakkında konuştuk. Atlas okurları yağan yağmura aldırmadan bizi dinledi.  Ger geçen gün hem İstanbul’un hem de Anadolu’nun su kaynakları biraz daha azalıyor.  Dünyada temiz su kaynaklarını Toplamı yüzde 3 ün altında.  Ülkeniz ise su fakiri bir ülke. Bütün bunları bilmediğimiz veya bilmek istemediğimiz için suyu çok hor kullanıyoruz. Yeraltı su kaynakları her geçen gün biraz daha derine kaçıyor.

Suyumuz her geçen gün tükeniyor. Amerika’da 2014 yılında yapılan bir çalışmada dünyadaki tatlı su miktarının tüm suların  sadece  yüzde 2.5’u olduğunu söylüyor. Bu tatlı suyun da sadece yüzde 1.2 si yüzey suları. Yeraltı suları yaklaşık yüzde 30, buz tabakaları ve buzullar ise yaklaşık yüzde 67 sini oluşturuyorlar tatlı suların. Ülkemiz ise bilinenin aksine tatlı su kaynakları açısından fakir bir ülke. Her geçen gün de fakirleşiyoruz. Bu durumda şapkamızı önümüze koyup ne yapmamız lazım diye düşünmemiz gerekmiyor mu ? 

Yazarın Diğer Yazıları

Bir kanyon, Bir adam…….

Elini ilk sıktığımda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. O gün Arapkir yaylalarında çamurla, yağmurla boğuşmuştuk.

Arapkir yaylalarında bir gün

Hava bir kapıyor bir açıyor. Kapadığında bardaktan değil kovadan boşalırcasına yağıyor yağmur

Bulgaristan'daki Amasra: Nesebar

Bulgaristan’ın deniz turizmi açısından en turistik yeri Burgaz ve civarı