Bir ormanın içinde yürüyorum. Yalnızım. Yanımda sadece küçük bir sırt çantası, sıcak su termosum ve mandalina var. Lapa lapa kar yağıyor. Çıkan ani rüzgâr bazen karı tipiye dönüştürüyor. O masum yağan kar taneleri kamçı gibi vuruyor suratıma. Rüzgâr dinince iri kar tanelerinin büyülü inişi devam ediyor. Nazlı nazlı yere inen taneler, henüz erimeyen diğerlerinin üzerine düşerek zemini hızla beyaza dönüştürüyor. Hava o kadar dingin ve taneler o kadar iri ki karın kristal yapısını bile görebiliyorum. Hızla beyaza dönüşen ormanın içinde siyah beyaz bir noktayım. Etrafıma bakıyorum. Kuşların kimi soğuğa rağmen dallarda sekiyor, kimi ise karla kaplanan ormanın zemininde yiyecek bulmaya çalışıyor.
.jpg)
Yürümeye başladığımda kar daha başlamamıştı. Doğrusu ben de bu kadar kar yağacağını da bilmiyordum. Kar biraz erken geldi diye hiç de şikâyetçi değilim doğrusu. Atlas dergisinin Kartepe okur yürüyüşünü saymazsak tam üç yıldır kışın dağa gidemiyorum. Bu ormanda uzun bir süre sonra ilk kez biraz da olsa dağ havası soludum. Bu havanın verdiği coşkuyla bırakıyorum yolu ve kendimi ormanın derinliklerine vuruyorum. İlerledikçe havanın daha da soğuduğunu hissediyorum ama kimin umurunda. Ağaçlar, karla kaplı ormanda dans ediyor ben keyifle bu dansı izliyorum. Kar bazen hızını artırıyor. Bu durumda oynağım bir oyun var. Gözlerimi sadece yağan kar tanelerine odaklayınca, kısa bir süre sonra etrafımda kar tanelerinden başka hiçbir şey görünmüyor. Bu büyülü iniş insanı hipnotize ediyor.
Beyaz bürünen orman bir anda tertemiz oluyor. Kar insanların bıraktığı tüm pislikleri örterek ormanı o eski yalın haline dönüştürüyor. Ormanda şimdi sadece olması gerekenler var. Ağaçlar ve hayvanlar. Diğerlerini kar örttü ve gömdü kısa süreliğine de olsa. Kar arttıkça seviniyorum. Çünkü kar demek su demek. Ne kadar kar yağarsa barajlar o kadar çok dolacak. Kar yoksa ne yazık ki su da yok. Ara sıra yağan yağmurların ise çok fazla bir yararı yok.
.jpg)
Kayboluyorum ormanın içinde. Kayboldukça daha da dinginleşiyor daha da kendime geliyorum. Yaz aylarında insandan geçilmeyen ormanda ağaçlarla sohbet ediyorum. Kar kısa süreliğine de olsa duruyor bazen. O anda başımı kaldırıp gökyüzüne baktığımda masmavi bulutlarının bizi izlediğini görüyorum. İşte o anda bazen bir ışık huzmesi geliyor ve hızla tarıyor ormanı. Bu bir kaç saniye içinde orman birden büyüleyici görüntüler sunuyor ve sonra tekrar siyah beyaz haline dönüşüyor.
İstanbul’un yanı başındaki akciğeri Belgrad ormanında geçirdiğim iki huzurlu saatten sonra eve dönüyorum. Ben ormanı anlatmaya daha kapıda başlıyorum ama eşimin verdiği haber beni bu masal dünyasından gerçek dünyaya döndürmeye yetiyor. Elektrik kesilmiş, metro ve tramvay çalışmıyor, insanlar sokaklarda mahsur kalmışlar. Daha kötüsü elektrik olmadığı için kombilerini çalıştıramayan İstanbullular soğuktan donuyorlar.
.jpg)
Televizyonu açıyorum. Metro girişleri kapatılmış, insanlara bilgi yerine nasihat veriliyor:
“Durağa gidin birazdan ek sefer koyarlar.”
Bu kenti yönetenler bir gün metro çalışmazsa ne olur diye düşünüp de bir plan yapmamışlar mı acaba? Beklediğimiz İstanbul depreminin olduğunu düşünüyorum bir an ve üşüyorum. Soğuktan değil, endişeden…
