Geçen hafta sonu güzel bir hava yakaladık. Daha doğrusu öyle sandık ve hemen çıktık yollara. Ailece bu kez hiç bilmediğimiz bir yoldan gidecektik. Yolun nereye gittiğini ve ne kadar gittiğini bilmiyorduk. Ben arabayla giderken birkaç kez görmüştüm bu toprak yolu. Sarıyer’den gelirken Bahçeköy’e girmeden sola giren bir orman yoluydu. İkizlerle birlikte yapacağımız ilk gerçek keşif olacaktı. Arabayı köy ürünleri ve karpuz satılan tezgâhın arkasındaki yola park edip ormana daldık. Tabi dalmadan önce karşıdan karşıya geçmek için epey bekledik. Orman yolundan kopup gelen cengaver Türk şoförlerinden hiç birinin aklına yavaşlayarak yanlarında dört yaşında iki çocuk olan bir aileye yol vermek gelmedi. Yol iyice boşalana kadar 5 – 6 dakika kadar bekledik. Karşıya geçip Sarıyer yönüne doğru 20 metre kadar yürüyerek yolun girişine vardık. Yolun girişi araç girmesin diye yükseltilmişti.
Araç olmayınca çocukları serbest kaldı ve hemen koşup zıplamaya başladılar. Baharın yeşil renkleri tüm ormana hakim olmuş ve inanılmaz bir sessizlik yaşamaya başlamıştık. Öten kuşları neredeyse tek tek sayacak kadar net duyuyorduk. Üstümüz ise sürpriz bir şekilde kapalıydı. Evet ağaçlardan gökyüzünü göremiyorduk. Çiçeklerden tek tük açanlar bile doğayı bezemeye başlamıştı. İkizler bir dakika durmuyorlardı. İnanılmaz derecede güvenli bir yol burası. Araç gelmiyor ve yol çok düzgün. Daha ne olsun. Çocuklar da bu şansı sonuna kadar değerlendiriyorlardı. Bir ara seyrekleşen ağaçların arasında aşağıda bir gölet gördüm. Çocuklar da biraz sonra koşarak geldiler: “Bir göl keşfettik. Haydi oraya gidelim”. Yol zaten gölete iniyordu. Yaklaşık 500 metre kadar yürüdükten sonra gölete akan derenin üzerinden geçtik. Dere yolun altına alındığı için yoldan yürüdük yani. Gölet artık solumuzda kalmıştı. Yaklaştıkça büyümeye başladı ve an geldi koca bir göletin kenarında yürümeye başladık. Gölet yolun 4-5 metre kadar altındaydı. Kurbağa vıraklamalarına kuş cıvıltıları karışıyordu. Gölet bir bent tarafından kesiliyordu. Daha önce hiç görmediğim ve duymadığım bu bendin etrafı girilmesin diye tel örgüyle çevrilmişti. Bendi geçtikten sonra hafiften mızıldanmalar başladı. Acıkmışlardı. Öğle üzeri yola çıktığımız için karınları acıkmıştı haliyle. Bir yokuşu çıkarak vardığımız düzlükteki bir taşın üzerinde mola verdik. Öğle yemeğimizi burada yiyecektik. Yürüyüşümüz boyunca gökyüzünü gördüğümüz tek yer burasıydı. Burada yaklaşık yarım saat oyalandık. Bu arada hava iyice bozmuş ve yağmur çiselemeye başlamıştı. Dönmeyi düşündüm ama bu fikri ailemle paylaşmalıydım. Üçü de devam etmek istiyordu. Tekrar düştük yollara. İkizlerin rekoru Polonezköyde yürüdüğümüz 4.7 kilometrelik etaptı. Bakalım burada ne kadar yürüyecekler. Yemek yediğimiz yerin 40-50 metre kadar ilerisinde, yolun kenarında yaban çileği buldu ikizler. “ Çabuk gelin çilek var burada çilek” diye bağırınca yanlarına gittik. Gerçekte de çilek vardı ama henüz olgunlaşmamışlardı. Tüm yavru çilekleri tek tek saydık 30 civarında çilek vardı ve sadece biri kızarmıştı. Çilekleri kızarmaları için kendi hallerine bırakıp yola devam ettik. Bir yokuş indik, virajı döndükten sonra yokuş yukarı çıkmaya başladık. İkizlerde hâlâ yorgunluk belirtisi gözlenmiyordu. Ara sıra verdiğimiz molalarda meyve t ve su takviyesi yapıyorduk. Bir ara burnuma bir damla düştü. Yağmur, biraz daha hızlanmıştı ama yoğun bir bitki örtüsü vardı tepemizde. Ağaç yaprakları yağmurun ormana düşmesini engelliyordu. Yaklaşık yarım saat kadar yürüdükten sonra insan sesleri duymaya başladık. Ardından karşı yamaçtaki asfalt yoldan vızır vızır arabalar geçmeye başladı. Kısa bir süre sonra ise bir piknik alanına vardık. Burası geçen yıl araçla gelerek kısa sonbahar yürüyüşü yaptığımız piknik alanıydı. Bugün İstanbul için ızgara vaktiydi. Her noktadan farklı kokular geliyordu. Onbeş – yirmi dakika kadar yürüdükten sonra geri dönmeye karar verdik. Geldiğimiz yolu tekrar geri dönmemiz gerekiyordu. Bazen çileklerle, bazen de mantarlarla oynayarak geldiğimiz yolu geri dönmeyi başardık. Ara sıra gökyüzünü gördüğümüzde az da olsa ıslandık da. Araca yaklaşınca Asya mızıkçılık yaptı ve omuzumda taşınmak istedi. Arabanın yanına vardığımızda tam 4 saat 15 dakikalık bir etabı tamamlamıştık. Bunun sadece yarım saatinde mola vermiş, diğer kalan samanda sürekli yürümüştük. Arabaya gitmeden önce “ Yorulan var mı” dedim ikisi birden al kaldırdı. “ Nasıl yoruldunuz gösterir misiniz “ dediğimde ikisi de ayaklarını sürüyerek sağa sola sallanarak bitirdiler etkinliği. Arabaya binerek eve gitmek için yola çıktığımızda bir sessizlik olduğunu hissettim. Döndüğümde ikisi de uyuyordu.