07 Ekim 2024

Şiddete yolculuk: Kopenhag’dan Ankara’ya, şimdi BRICS’e

“Cennet vatan” çoktan mazide kalıyor, “cehenneme” dönüşüyor...

“-Eşini öldürdü, iyi hali nedeniyle cezası bilmem şu kadar yıl azaltıldı."

-"Çocuğa tecavüz etti, altı yaşındaki kızın rızası vardı, cezası bilmem şu kadar yıl azaltıldı."

-"Saldırıya uğrayan kadın şikayetçi olmadı, sapık serbest bırakıldı.”

Bir yanda şiddet, bir yanda hukukun sonuna gelindiğinin resmi.

Son bir hafta içinde Adıyaman, Van, Karabük, Didim, Manavgat, İstanbul, Kars ve Afyon’da kadınlar öldürülüyor, Narin’in katili hala sır, İstanbul’da en işlek caddelerden birinde kadına tecavüz edilmek isteniyor. Kadın cinayetlerindeki artışla birlikte, her yönüyle şiddet olayları tavana vuruyor. Elinde pompalı tüfeklerle, bıçaklarla serseriler sokakta cirit atıyor, sapıklar serbestçe dolaşıyor, trafiğe ve sokağa çıkmak cesaret istiyor.

Suçluları yakalamak isterken, polisler öldürülüyor.

“Cennet vatan” çoktan mazide kalıyor, “cehenneme” dönüşüyor.

Manşetlerinde “hayatın kabusa dönüştüğünü” itiraf eden yandaşlar zıvanadan çıkmış bir mantıkta ısrar ediyor, “bu çürümüşlük sizin eseriniz” saçmalığıyla, ülkeyi 22 yıldır yöneten AKP iktidarını hala korumaya çalışıyor.

Ülke yönetimi ve şiddet

Son bir kaç yılda omlağanüstü artan şiddetin kaynağı ne?..

Dünya Bankası her yıl bütün üye ülkeler için Siyasal İstikrar ve Şiddet Endeksi yayınlıyor. Türkiye için hazırlanan tablodan geçenlerde Prof. Dr. Hurşit Güneş T24’te söz ediyor.

Dünya Bankası’nın endeksi neyi anlatıyor?..

Siyasal istikrarla, yani ülke ylönetimiyle şiddet arasında bağlantı kuruyor. Siyasal istikrar varsa, ülke iyi yönetiliyorsa,  şiddet azalıyor, siyasal istikrar yoksa, ülke yönetimi kötü ise, şiddet artıyor.

Siyasal istikrarı nasıl tanımlıyor, nelere bağlıyor? Şunlara:

-İfade ve basın özgürlüğüne,

-Hükümetin etkinliğine,

-Hukukun üstünlüğüne,

-Yolsuzluk iddialarının denetimine,

-İktidarın hesap verilebilirliğine,

-Ekonomik verilere

Bizde siyasal istikrarın bozulması 2013’te başlıyor, 2018’de tek adam rejimine geçilmesiyle birlikte bu göstergelerin hepsi iyice başaşağı iniyor. Şiddetli günlere böyle geliyoruz.

Avrupa Birliği'nden sapma

Avrupa Birliği (AB) üyesi olmanın temel koşullarının başında “siyasi kriterleri” yerine getirmek geliyor.

1993’te AB Zirvesi Danimarka’nın başkenti Kopenhag’ta toplanıyor. Üyelik için belirlenen siyasi kriterlere, orada kabul edildiği için “Kopenhag Kriterleri”deniyor. Nedir bunlar:

“Demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını ve azınlıkların haklarını güvence altına alan kurumların varlığı.

Ek olarak, rekabete dayanan serbest piyasa ekonomisi”.

Özellikle son beş yılda var mı bu siyasi kriterler bizde?..

Yok.  

Ekonomide ise, 22 yılda Kamu İhale Yasası’nın 190 kez değiştiği ve değiştirilmesi hala “reform” diye sunulan bir ülkede hangi serbest rekabet?..

"Biz de Ankara kriterleri deriz"

Demokrasiden uzaklaşan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını “hükümsüz” sayan, Kopenhag Kriterlerine uymayan Türkiye’yi AB doğal olarak dışlıyor. Bunun üzerine Tayyip Erdoğan:

“Vatandaşlarımızın temel hak ve özgürlüklerinin geliştirilmesi bizim için temel önceliktir. Bu doğrultuda atılması gereken adımların adına Kopenhag değil, Ankara Kriterleri der, yola devam ederiz”.

Bu sözü 2011’den sonra bir kaç yıl tekarlıyor, son yıllarda duyan yok!..

Kaldı ki, “Ankara Kriterlerinin” ne olduğunu da bilen yok, uygulaması ne, o da bilinmiyor!..

Her zamanki gibi, algı yaratmak amacıyla söylenmiş, içi boş bir laf!..

Önce Kopenhag’dan Ankara’ya geliyoruz.

Gelince, demokraside geriliyoruz.

Putin'in danışmanı açıkladı

Şimdi de, BRİCS macerası.

Ne olduğunu hiç bir zaman bilmediğimiz, görmediğimiz “Ankara Kriterleri’nden” daha da geriye.

Rusya Devlet Başkanı Putin’in danışmanı geçen ay “Türkiye’nin BRİCS’e üyelik başvurusu yaptığını” açıklıyor.

BRİCS, Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti’nin oluşturduğu birlik.

Demokrasiden yoksun bir ittifak!..

Bu ölçüde hayati, çok temel bir politika kaymasından Türkiye’de kimsenin haberi yok!..

Tek bir kişi, hiç kimseye sormadan, halka gitmeden karar veriyor.

Türkiye Kopenhag’dan, önce Ankara’ya savruluyor, şimdi de BRİCS’e doğru!..

Bu macera her yönüyle şiddete yol açıyor.

Demokrasi ve hesap verme yoksa, başıbozukluğun sonu işte yaşadığımız şiddet günleri.

Yalçın Doğan kimdir?

Yalçın Doğan, 1965 yılında Alman Lisesi'ni, 1969'da İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesini bitirdi.

Gazeteciliğe 1973 yılında Cumhuriyet'te ekonomi muhabiri olarak başladı. 1981 yılında Cumhuriyet Ankara Temsilciliğine atandı.

1989'da köşe yazarı olarak geçtiği Milliyet'te önce Yayın Koordinatörü, 1999'da Genel Yayın Yönetmeni görevlerini üstlendi. 2003'te Hürriyet Gazetesi'nde sürdürdüğü köşe yazarlığı 2015 yılında sona erdi. O tarihten bu yana T24'te köşe yazarlığına devam ediyor.

Türk Dil Kurumu, Sedat Simavi, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'in çeşitli ödülleri yanında, 2014'te yılın en iyi köşe yazarı, Halk TV'nin 'Kırılmayan Kalemler' ödülünü kazanan gazeteciler arasında yer aldı.

Her biri özgün araştırma içeren IMF Kıskacında Türkiye, Dar Sokakta Siyaset, Fenerbahçe Cumhuriyeti, Savrulanlar kitapları ile anılarını derlediği Sussam Susulmaz Yazmasam Olmaz kitaplarını yazdı. Ayrıca, Komünist Enternasyonelde Faşizmin Tahlili başlığı ile yayımlanan Almancadan yaptığı bir çevirisi bulunmaktadır. Almanca ve İngilizce bilir.

Yazarın Diğer Yazıları

Güneri’ye veda: Cilo’da düşen helikopterde “Bulutlar geçiyor, hayat geçiyor”

Gazetecilikte iki büyük başarıya imza atıyor. Biri orta sağ eğilimli Tercüman gazetesinin genel yönetmeni, diğeri belli bir ideolojik eğilimi olmaksızın yayın hayatına başlayan Güneş gazetesinin ortağı ve kurucu genel yayın yönetmeni olarak

Bir cinayette bile saplantı: “Kemalist rejim”

Yeni Akit gazetesi, ülkeyi 22 yıldır yöneten AKP iktidarını yok sayıyor, “taciz, tecavüz, yolsuzluk, cinayet” vurgularıyla, “suç işleyen herkesin elini kolunu sallayarak sokakta dolaştığını” itiraf ediyor. İktidardaki “Kemalist” değil, canla başla desteklediği İslamcı AKP’yi suçluyor, farkında değil!..

“Kırmızı Pazartesi”yi AİHM bozdu: Can Atalay sorusuyla

AİHM’in Can Atalay soruları yaptırım sürecinin yeni bir aşamaya geçip geçmeyeceğini belirleyebilir. Ya da ek süre tanıyabilir. Tanımazsa, bunun Batı ile ilişkilerde olağanüstü siyasi sonuçları olabilir. Cinayetiyle, hukukuyla, siyasetiyle, pek çok yönüyle herkesin her şeyi bildiği bir “Kırmızı Pazartesi” bugün

"
"