02 Ekim 2024

Güneri’ye veda: Cilo’da düşen helikopterde “Bulutlar geçiyor, hayat geçiyor”

Gazetecilikte iki büyük başarıya imza atıyor. Biri orta sağ eğilimli Tercüman gazetesinin genel yönetmeni, diğeri belli bir ideolojik eğilimi olmaksızın yayın hayatına başlayan Güneş gazetesinin ortağı ve kurucu genel yayın yönetmeni olarak

Güneri Civaoğlu

“İyi bakın beyler, geçici 4 geliyor” derken, Süleyman Demirel biz üç gazeteciye kıyı boyunca uzanan araç konvoyunu gösteriyor. Güneş batmak üzere, arabaların farları bir yanıyor, bir sönüyor, kornalar Demirel’i selamlıyor.

Hopa’da deniz kıyısında otelin balkonunda Demirel ile Güneri Civaoğlu, Yavuz Donat ve ben varız.

Yıl 1986 olmalı. 12 Eylül askeri darbesiyle on yıllık siyasi yasak getirilenler arasında yer alan Süleyman Demirel, halkta kendisine olan ilgiyi ölçmek istiyor, zaman zaman Anadolu’ya çıkıyor. Siyasi yasaklı olduğu için mitingde konuşması yasak, sadece kürsüye çıkıyor, halkı o ünlü şapkasıyla selamlıyor ve yoluna devam ediyor. O “‘yol” ya da “yollar” uzun konvoylarla doluyor.

İşte, şimdi Hopa’dayız. Demirel’in “geçici 4” dediği, 1982 Anayasası’nın geçici 4. maddesi, 12 Eylül öncesinde aktif siyasette yer alanlara getirilen siyasi yasağı tanımlıyor. Uzun konvoya bakıp, “geçici 4 geliyor” derken, siyasi yasağın halkta karşılığı bulunmadığını vurgulamak istiyor.

Demirel sözünü tamamlarken, Güneri davranıyor:

“Bu durumda siyaset size yeniden yakın galiba?..”

Demirel keyifli:

“Öyle görünüyor.”

Heyecanlı geziler

Güneri’nin dün hayata veda ettiğini büyük bir üzüntüyle öğreniyorum. Eşi Canan’a sabır diliyorum.

1980’lerin başından itibaren yirmi yıl boyunca, dönemin Cumhurbaşkanları, Başbakanları ve parti liderleriyle yurt içinde ve dışında pek çok “gazetecilik gezilerine” Güneri ile katılıyorum.

Arkadaşlık o gezilerde aramızdaki “gazetecilik rekabetini” hiçbir zaman engellemiyor. Kim hangi haberi yakalayacak, kim hangi haberle öne çıkacak heyecanı o yıllarda gazetecilik raconunun ana ilkesi. Gezilerde Güneri esprisini esirgemiyor, bir şiveyle “atlatırsen” diye sormadan edemiyor, “atlatıyor musun, farklı bir haber mi buldun” anlamında. Bizler koca koca adam olmuşuz, hala haber atlama peşinde koşuyoruz, hayatımız bu bizim.

Bitmeyen o heyecan, gazeteciliğin keyif veren o “rekabeti, atlatma haberleri” son yıllarda tarihe karışıyor. Şimdi “gazeteci kılıklı” birilerinin eline sözüm ona sorular tutuşturuluyor, “gazeteciliğin ölüm ilanı” faslından, soruyu önceden bilen de önündeki kâğıttan cevabı okuyor. Ertesi gün, birkaçı hariç, gazete manşetleri aynı kalıp sözlerle yayınlanıyor. Türkiye’nin hayat damarları böyle kesiliyor.

Tercüman ve Güneş

Lüks yaşam biçimiyle, gustosuyla, alışkanlıklarıyla, sahip olduğu varlığı ile Güneri şık giyinmeyi elden bırakmıyor. Çalışkan ve iyi yaşamayı seviyor.

Gazetecilikte iki büyük başarıya imza atıyor. Biri orta sağ eğilimli Tercüman gazetesinin genel yönetmeni, diğeri belli bir ideolojik eğilimi olmaksızın yayın hayatına başlayan Güneş gazetesinin ortağı ve kurucu genel yayın yönetmeni olarak.

Tercüman onun yönetiminde tiraj açısından bir ara ilk üçe giriyor. Sabit sağ fikirli, itici Tercüman’ı orta sağın en etkili gazetesine taşıyor.

Güneş gazetesi ise, klasik Bab-ı Ali kurallarını altüst ediyor. Güneş’i Hisarbank finanse ediyor. Güneş’in ortağı olarak, gazeteyi kurarken, o dönemin önde gelen yazarlarından muhabirlerine, çeşitli kademelerdeki yöneticilerinden teknik ekibine kadar kadrosuna dahil etmek için Hisarbank kesenin ağzını açıyor. Gazetecilere Bab-ı Ali’de o zamana kadar görülmemiş ücretler ödeniyor.

Güneş’in öncülük ettiği yüksek ücretler kısa sürede Bab-ı Ali’de etkisini gösteriyor, diğer gazeteler de çalışanlarının ücretlerini belli ölçüde de olsa, yükseltmek zorunda kalıyor. Gazetecilerin maddi durumu bir parça düzeliyor.

Sabah ve Milliyet

Hisarbank batınca, Güneş’ten ayrılıyor, bir süre Show TV’de yöneticilik, ardından yöneticiliği bırakıyor, önce bugünkü ile zerre kadar ilgisi yok, 80’li yılların Sabah Gazetesinde, daha sonra Milliyet’te köşe yazarlığına geçiyor.

Milliyet’te odalarımız yan yana. Öğleye doğru gazeteye geliyor, gelirken yanında yemeği ama, ne yemek, beyaz bir masa örtüsü, odasında iki masadan birine o örtü seriliyor, asla yalnız değil, keyifli bir yemek vakti.

Krater gölleri

Böyle bir sonbahar, öğle saatleri. Hakkari’den helikopterle Van’a uçuyoruz. Helikopterde beş gazeteciyiz. Güneri, Mehmet Ali Kışlalı, Mehmet Barlas, Muammer Yaşar Bostancı ve ben. Dağlar ve ormanlar üzerinden olağanüstü manzaralar.

Yüksekliği dört bin metreyi aşan Cilo Dağı üzerinde uçarken, sonbaharın pırıl pırıl güneşi eşliğinde, masmavi krater gölleri dikkatimizi çekiyor. Böyle bir manzarayı bu kadar yakından görmek, böyle bir fırsatı bir daha yakalamak mümkün değil, pilottan rica ediyoruz, o göllerden birinin yakınına inip, suya dokunmak arzusu.

Pilot bizi kırmıyor ancak, ineceğimiz gölün üstüne gelince, helikopterin pervanesi aniden boşalıyor. Ve bizim helikopter yaklaşık yirmi metre yükseklikten gölün kenarındaki kayalarla ormanın birleştiği otların arasına düşüyor.

Düşer düşmez biz kendimizi dışarı atmak isterken, pilot bağırıyor:

“Herkes yerinde kalsın, kimse dışarı çıkmasın!..”

Neden?..

Çünkü, helikopter yan yan yatmış, dışarı çıkarken, dönen pervane çarpabilir ve öldürebilir.

İçerde de patlama ihtimali var.

Birkaç dakika ölümü bekliyoruz, pervane duruyor, dışarıya çıkıyoruz.

Siperde gökyüzüne bakarken

Van’a haber veriliyor, bizi almaya gelecek helikopteri beklerken, gölün kenarında ormanın çimenleri üzerine yatıyorum, biraz ileride Güneri var, “hayat ve ölüm üzerine” kısa bir söyleşi sonrasında herkes kendi dünyasına kapanıyor.

O söyleşinin mi, Cilo’nun mu etkisiyle, çimenlere uzanmışken, gökyüzüne bakıyorum, Tolstoy’un klasik eserlerinden “Savaş ve Barış” aklıma geliyor. Romanın kahramanı savaşın yoğun bir anında siperde sırt üstü yatarken, gökyüzüne bakıyor, bulutlar geçiyor o sırada, kendisiyle konuşuyor:

“Bulutlar geçiyor, hayat geçiyor.”

Güneri, ışıklar içinde kal!..

Yalçın Doğan kimdir?

Yalçın Doğan, 1965 yılında Alman Lisesi'ni, 1969'da İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesini bitirdi.

Gazeteciliğe 1973 yılında Cumhuriyet'te ekonomi muhabiri olarak başladı. 1981 yılında Cumhuriyet Ankara Temsilciliğine atandı.

1989'da köşe yazarı olarak geçtiği Milliyet'te önce Yayın Koordinatörü, 1999'da Genel Yayın Yönetmeni görevlerini üstlendi. 2003'te Hürriyet Gazetesi'nde sürdürdüğü köşe yazarlığı 2015 yılında sona erdi. O tarihten bu yana T24'te köşe yazarlığına devam ediyor.

Türk Dil Kurumu, Sedat Simavi, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'in çeşitli ödülleri yanında, 2014'te yılın en iyi köşe yazarı, Halk TV'nin 'Kırılmayan Kalemler' ödülünü kazanan gazeteciler arasında yer aldı.

Her biri özgün araştırma içeren IMF Kıskacında Türkiye, Dar Sokakta Siyaset, Fenerbahçe Cumhuriyeti, Savrulanlar kitapları ile anılarını derlediği Sussam Susulmaz Yazmasam Olmaz kitaplarını yazdı. Ayrıca, Komünist Enternasyonelde Faşizmin Tahlili başlığı ile yayımlanan Almancadan yaptığı bir çevirisi bulunmaktadır. Almanca ve İngilizce bilir.

Yazarın Diğer Yazıları

Biz tanımıyoruz, onlar “daha sağlam demokrasi için” güçlendiriyor

Şu sıralarda Alman siyasetinde en çok şu söz duyuluyor: “Otoriter eğilimler önce anayasayı değiştirmeyi ve Anayasa Mahkemesi’ni zayıflatmayı hedef alıyor. Ardından devlet kurumları güçsüz kılınıyor"

Bahçeli DEM'e çiçek attı ama...

AKP ve MHP tarafından “terörist, bölücü” diye itilip kakılan DEM heyecanlanıyor, o heyecanla “Selahattin Demirtaş serbest kalsın, kayyım uygulaması sona ersin, tutuklu arkadaşlarımıza af çıksın” gibi liste hazırlayanlar bile var

CHP’de unutulan hedef, ayrıca bitmeyen hastalık

İnsanlar bugünkü rejimden bıkmış, değişiklik istiyor, parlamenter rejime geçmek istiyor, çünkü o rejim insanların haklarına ulaşmasını sağlıyor. 31 Mart’a giderken, insanlar parlamenter rejim sözüne sarılıyor. Bugün CHP’nin oy kaybında biraz da o sözün unutulması yatıyor

"
"