İnancımız odur ki demokrasi, eğitimli ve bilinçli insanların işidir. Çünkü gerçekleri görünce insan aydınlanır, bilinçlenir, yanlış düşünceleriyle yüzleşir, doğrudan yana tercih yapar ve ona göre davranır.
Size okuduğum bir makalede karşılaştığım ve sonrasında peşine düşüp “kaybolduğum” bir meseleden bahsedeceğim.
Soru şu: Peki ya inandığımız şey doğru değilse?
Yani gerçekler düşüncelerimizi değiştirmiyorsa! Tercihlerimizle (kararlarımızla) objektif gerçekler arasında sanıldığı kadar güçlü bir bağlantı yoksa! Yani tercihlerimiz objektif gerçekler değil, inançlarımız belirliyorsa! İnançlarımız bize hangi gerçekleri kararlarımıza dayanak yapmamız gerektiğini söylüyor ve kafamızdaki fikri desteklemek için gerçeği başka biçimlere sokabiliyorsak! Daha da kötüsü, kafamızdaki doğrular yanlış olanı muhakeme etmeden, sadece kendileriyle uyumlu olanı kabul etmemize yol açıyorsa! “Kafamıza yatmayan” olguları seçmiyor, gözümüze sokulsa bile bilişsel alana (cognitive domain) girmelerine izin vermiyorsak! Yani olgusal gerçeklere bakıp düşüncelerimizi değiştirmek yerine, gerçeklere kulağımız tıkayıp, var olan kendi doğrularımıza sıkıca sarılıyorsak!..
Yarım yüzyıl önce bilim dünyasında şuna inanılırdı: teorin mi var, desteklemek için örnek bulmalısın. Kaç örnek mi? Mümkün olduğunca. Sonra Karl Popper şunu söyledi: “Tüm kuğuların beyaz olduğu teorisini ispatlamak için görmemiz gereken kuğu diye bir sayı yoktur. Sadece bir tane siyah kuğu görmek bu teoriyi geçersiz kılmaya yeter.”
Sorumuz şu: Gerçekler neden insan düşüncesini değiştirmiyor?
Bir başka şekilde soralım: Bir siyasi partinin koyu bir taraftarı, kendi partisinin iktidarda olup olmamasına göre birbirine 180 derece zıt fikirleri hangi gerekçelerle savunabiliyor? Hem de hiç tutarsızlık vehmine kapılmadan!
Bunu sadece “menfaat” ile açıklayamazsınız. AKP tabanından çok samimi insanlar var, yolsuzluk meselesinden rahatsız, ama tavır almıyor. Yani her seçmenin AKP ile siyasi ilişkisi kişisel menfaate dayanmıyor.
Geçenlerde “eski” bir siyasinin, Türk siyaset tarihinde ilginç bir döneme neden olan bir tavrıyla ilgili sohbetine tanıklık ettim. Çevresindekiler onu onaylayan bildik gerekçeleri sıraladılar. O da gayet dürüst bir şekilde: “Bunların hepse sonuçtan sebep üretme. Kendi hatalarımızdan bahsetmezsek gerçeği bulamayız. Hata bendeydi”, dedi.
“Sonuçtan sebep üretme” lafına takıldım. İnsan aklının çalışma tarzı hakkında düşünmeme neden oldu.
Yukarıda kaybolduğumdan söz ettiğim mesele, “motivated reasoning” denilen ve benim en yakın olarak “motivasyonlu muhakeme” diye çevirebildiğim, karar alma süreçleriyle ilgili bir olgu. Yani girdi sayısı, önemi, rengi, şekli vesairenin hiçbir önemi yok, öyle bir muhakeme ki çıktı (sonuç) hep aynı!
Sanıyoruz ki insanın karar oluşturma sürecinde veriler, gözlemler, gerçekler, vesaire etkili oluyor, öyle mi?
“Motivasyonlu muhakeme” diyor ki: duygusal önyargılarımız başkaları hakkındaki inançlarımızı ve kanaatlerimizi oluştururken, başkalarının verdikleri kararların dayanağı olan kanıtların doğru olup olmadığını, bu kanıtların vardıkları sonucu destekleyip desteklemediğini değerlendirirken, sandığımızdan çok daha fazla etkili oluyor.
2000’li yıllarda siyaset bilimciler yaptıkları deneysel çalışmalarda demokrasi adına ürkütücü bazı insan davranışları gözlemlediler. O da şu: Yanlış bilgilendirilmiş insanlar, özellikle de siyasette sıkı taraf olanlar, doğru bilgiyle yüzleştirildiklerinde dahi düşüncelerini değiştirmiyor, yanlış fikirde ısrarcı olabiliyorlar. Hatta gerçekler bu insanlardaki yanlış bilgiyi daha da güçlü hale getirebiliyor.
İlginç değil mi?
Size bu deneysel çalışmaların içerik olarak neredeyse aynısı bir örneği bizden vereyim. Konu şu: SGK, Sağlık Uygulama Tebliği'nde bazı değişiklikler yapmış. Bu değişiklikten sonra SGK fizik tedavi hastalarının her masrafını karşılamaz olmuş. Bazı hastalar da bu nedenle mağdur olmuş. Tebliğle ilgili olarak Kanal D muhabiri sokakta vatandaşların yorumunu alıyor. Muhabir “Bazı kalemleri artık ödememeye başlamış SGK” diye soruyor. Vatandaş “Ödüyor. Yalan bunlar inanma” diyor. Muhabir "Pazartesi günü resmi gazetede yayınlandı ama" deyince vatandaş, "Yalan bunlar, inanma. Devlet mükemmel bir şekilde çalışıyor" diyor. Muhabir "Ama Resmi Gazete devletin gazetesi" deyince vatandaş "O gazetelere inanma" diye cevap veriyor.*
Sözünü ettiğim deneysel çalışmaları yapanlardan birisi olan James Kuklinski buna “Biliyorum. Ben haklıyım sendromu” diyor.
Siyaset bilimci Brendan Nyhan da şunu söylüyor: “Yanlış olduğunu kabul etmek yerine geri tepme (backfire) ile karşılık vermek, bilişsel ahenksizlikten kaçınmaya yarayan doğal bir savunma mekanizması.”**
Yani gerçek insanı tehdit ediyorsa, insan doğal bir savunma mekanizmasıyla yanlışa daha sıkıca sarılabiliyor. (Literatür geniş ve başka tezler de var.)
Mealen şunu diyor Nyhan: “İnsanlara onlarla aynı fikirde olmadığınızı söyleyin size sırtlarını dönerler. Gerçekleri anlatın, kaynağınızı sorgularlar. Bunun mantığını sorgulayın meramınızı anlamazlar. O nedenle yerleşik inançlarımız bizleri yönlendirirken gerçeklerden çok daha etkindir.”
Başa, yani demokrasi meselesine dönelim.
Amacımız daha iyi bir Türkiye’de yaşamak ve bunun için toplumu değiştirmeye çalışıyoruz, öyle değil mi?
Kirli akıl sahipleri, özgür–tarafsız medya ve çarpıtılmış gerçekler bahsinde değiliz.
Şunu diyorum: İnsanlar doğru bilgiyle yüzleştiklerinde dahi düşüncelerini değiştirmiyor, hatta yanlış düşüncelerine daha derinden bağlanıyorlarsa, sizce de bu durum demokrasi açısından büyük bir tehlike değil mi?
Ek: "On human nature" (İnsan doğası üzerie) adlı kitabıyla Politzer ödülü alan ünlü biyolog E.O. Wilson şunu demiş: "İnsanlığın gerçek sorunu şu: Paleolitik Çağ'dan kalma duygularımız, Orta Çağ'dan kalma kurumlarımız ve Tanrısal teknolojimiz var. Ve bu, müthiş tehlikeli bir sorun ve geniş kapsamlı bir krize doğru yaklaşıyor."