Bizim gibi ülkelerde kabul edilebilir bir enflasyon oranıyla işsizlik oranını kalıcı bir şekilde makul bir düzeyde tutacak oranda büyürken; cari açığı, dış ticaret fazlası vererek ve“yatırım gelirleri hesabı”nı artırarak kapatmak neredeyse imkansızıdr.
Dış ticaret açığını ithalatı kısarak azaltmak, ihracatı artırmaya göre nispeten daha kolaydır. Ama bunun “alternatif maliyeti”; şayet içeride doğal kaynağınız yetersizse, ithalatı ikame edecek üretim potansiyeliniz yoksa veihracatınız ithal girdiye bağımlıysa;daha az büyümek, daha fazla işsizlik ve daha fazla “terör”dür.
İhracat miktarınızı artırmak için yeni müşteri bulmanız ve varolan müşterilerinizin sizden daha fazla mal ve hizmet almasını sağlamanız lazım. Bunu fiyat düşürerek yapabilirsiniz. Ancak miktar olarak daha fazla ihracatı,daha düşük fiyata yapmak sorunu çözmez. İşin zor kısmı fiyatı sabit tutarak, hatta yükselterek daha fazla ihraç malı satabilmektir. Çünkü işsizliği azaltmak için üretimi de artırmak zorundasınız. Mikro iktisatta bunun analizi “tüketici davranışları teorisi”yle yapılır.
Fiyat aynıyken tüketicinin bir maldan daha fazla satın alması için “geliri”nin artması ve/veya “tercihlerinin” değişmesi; yani daha önce başkalarından aldığı malı sizden satın almaya başlaması gerekir.Bu bir itibar, güven, teknoloji, dizayn, kalite yönetimi, mühendislik, finans, verimlilik, müşteri hizmetleri vs. gibi, karmaşık bir meseleler kümesi işidir.
İhraç malınızın tüketicisinin gelirini kendi devlet politikaları yoluyla artıramazsınız. Dünya ekonomisinin en zenginlerinin uzunca bir süre büyüme sorunu yaşayacağını hatırda tutun.Dolayısıyla tüketicilerinizin gelirlerinin, sorununuzu çözmeye hizmet edecek şekilde artması, orta vadede mümkün değil. Tüketicilerinizn tercihlerini değiştirmek için de yapabilecekleriniz sınırlı. “Turquality” gibi,“ABD Eximbank”ı gibi kendi ihracatçınızı değil, fakat onun malınısatın alan tüketiciyi (ithalatçıyı)düşük faizli krediyle finanse etmek türü politikalarla da başarı imkanı sınırlı.Fiyat düşürmekse sorunu çözmez. Peki ne yapmalı?
Aklınıza ilk gelen malum; ama “küresel marka” yaratmak, münhasıran bir şirketin yapabileceği birşey değildir. Markaya yatırımla, yani “para”yla devamlı ve sürdürülebilir markalar yaratmak mümkün olsaydı, bunu Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri gibi zengin ülkeler denerlerdi ve biz de bu ülkelerin markalarını görür ve rağbet ederdik.
Tüketici davranışları teorisinde talep miktarındaki değişimin analizinde “ceteris paribus “ varsayımı vardır. “Ceteris paribus” varsayımı, tüketicilerin bir malı satın alma arzularının fiyattan başka değişkenlere de bağlı olduğunu ifade eder. Mikro iktisat teorisinde bu değişkenlerin sabit kaldığı varsayılarak, sadece iki değişken arasındaki ilişki incelenir. Ama dış ticarette sabit varsayılan bu değişkenlerin hayati derecede önemi vardır. Çünkü insanlar fiyata bakmaksızın,marka türü başka şeylerepara akıtırlar. “Ceteris paribus” başka şeylerin daha az önemli olduğu anlamına gelmez.
Ülke olarak ve “ülke insanı prototipi” olarak akla getirdiğiniz şeylerden bağımsız olarak marka yaratamazsınız. Cteris paribus gerçek hayatta en çok burada etkilidir. Ne demek istediğimi dünyanın herhangi bir medeni ülkesine gidip, yeni tanıştığınız birine nereli olduğunuzu sorduktan sonraki tavırlarını gözleyerek anlayabilirsiniz.
Misal: Birçok bildik İtalyan giyim-kuşam markası Türkiye de üretilir. Ama onların aynısını yapın ve üzerine başka bir marka yazın; aynı malı, hatta daha kalitelisini onda bir fiyata satamasınız! Hem de en rasyonel tüketiciye dahi!
Bunun nedenlerini tek tek sayarsanız görürsünüz ki, büyük bir çoğunluğu “demokrasi açığı” olan Doğu, Orta Doğu ve Afrika ülkeleri için de geçerlidir. Buradaki mesele örnek alınan “millet portotipi”dir.
Ve maalesef bu tip, millet olarak “insanoğlunun birikimli kültürel mirası”na yaptığınız katkıyla yakından ilişkilidir.
Devamı yarın...