18 Aralık 2023

Özür dilerim, yaşamayı beceremedim!

Bu mektup doğru mu? Bu mektubu yazan Ökkeş Gök mü? Elim kaza aslında intihar mı? İntiharsa sorumlusu kim? "Yaşamayı beceremeyen" Uzman Çavuş Ökkeş mi?

"Şehidin var Gaziantep."

Küçük haber, yerel yerel, bu başlıkla çıktı. "Şırnak'ta görev yapan Uzman Çavuş Ökkeş Gök, elim bir kaza sonucu şehit olmuş"tu.

Ailesine taziyeye gittiler, cenaze hemen kalktı zaten ve bayrağa sarılı tabut omuzlarda taşındı.

"Şehit" ama "elim bir kaza" ile!

Uzman Çavuş Ökkeş Gök

Eskiden, belki biliyorsunuzdur, ordu içinde ezilenleri, hırpalananları, bazen kendi hırpalanırken bile başkasını hırpalayanı, hor görenleri, aşağılayanları, platinli gazi bacağına tekme atanları, zorla tavanda tamire çıkartıp ölüme gönderenleri, herkesin içinde tokatlayarak intihara itenleri sık yazardım.

Toplasam buradan oraya yol olur. Sonra benim üstüme de yürür.

Böyle epeyce davam da oldu. Sonra davacı efendilerin önemli kısmı "FETÖ darbecisi" de çıktı. Onları terfi ettirmiş, aynı dilekçeye, aynı adli müşavirle imza atıp beni dava etmiş paşaların kimisi genelkurmay başkanı, kimi bakan oldu.

Şimdi ben merak ettim "Şehidimiz Ökkeş"in başına gelen kazayı.

Ve bana tasvir edilen bazı fotoğraflardan anlatıyorum; tabii yüzde yüz emin olamadan, soru işaretlerimle de olsa.

Bir kare: Uzman erbaş koğuşunda bir yatak, yatakta yatan birisi, yanında bir telefon bir mektup. Uyuyor mu, ölü mü? Kazayla mı, intiharla mı? Söylendiği gibi oradaki kan lekesi mi? Yatan "Şehit Ökkeş" mi?

Bir kare daha: El yazısıyla bir başucu mektubu. Yazan, yatan mı? Yatan yani yazan "Şehit Uzman Çavuş Ökkeş Gök" mü?

Şu mektubu birlikte de okuyalım mı?

"16.12.2023 (bir karalama) Ökkeş Gök

Şırnak ilinde 2020 yılından beri çalışmaktayım. Geldiğim günden beri sürekli baskı ve insan vücuduna aykırı çalışmalara maruz kalıyorum, karşı çıktığımız zaman daha ileri sorunlar ortaya çıkıyor. Artık tahammül edemiyorum. Sürekli üstlerimden doğrudan veya dolaylı tehdit yaşamaktan bıktım. Tüm birikimlerimi anneme bırakıyorum.

Özür dilerim yaşamayı beceremedim."

Şimdi bu mektup doğru mu?

Bu mektubu yazan Ökkeş Gök mü?

Elim kaza aslında intihar mı?

İntiharsa sorumlusu kim?

"Yaşamayı beceremeyen" Uzman Çavuş Ökkeş mi?

Umarım öyle olmaz ama genellikle şöyle oluyor:

Bu yazıyı okuyan sıralı amirler mesela, olaya değil, bana veryansın ediyor. Hemen nasıl susturacaklarını düşünüyor. Daha beteri, olayın nasıl olduğu üzerine düşünmeye, araştırmaya değil, kimin sızdırdığını bulmaya koşturuyorlar.

Oysa her asker, bir üstüne emanet.

Oysa ne gariptir ki, sıralı amirlerdeki halkalara sorsan, onlar da bir üstlerinin kendilerine yaptıklarından şikayetçi!

Oysa her anne evladını asker diye öylesine ölüme (ve öldürmeye de) göndermiyor.

Oysa bu sıvasız hane çocukları bir yandan başkalarını ezen düzeni desteklerken bir yandan da her gün eziliyorlar.

Oysa "demokratik hukuk devleti" meselesi sadece ordunun sivil iktidara, sivil ya da militarist bir "başkomutan"a tabi olması değil; artık sivillerin de mumla aradığı insan haklarının ordu içinde de; altları, astları koruyacak, insan onuruna aykırı her şeyi önleyecek veya cezalandıracak şekilde tesisi.

Tamam, her yer bitti de ordu mu kaldı?

Doğru!

İnsan haysiyetine aykırı çalışma düzeni yüzünden parlak bir genç de cafcaflı bir plazada intihar etti.

Herkes Seçil ile paragöz cemaati değil; onuruyla çalışmak isteyen ama mobbinge uğrayan bankacı da intihar etti.

Atanamadıkları için, bu düzen onları ezip geçtiği için nice öğretmen canına son verdi.

Üç gün önce belki bir mitingde birisine hiddetle, şiddetle vuran bir polis, üç gün sora amirinin aşağılamasına dayanamayıp silahı kendine ateşledi.

Tacize uğramış bir çocuk minicik yaşında kendini asıverdi.

Bunların hepsi var; hiç az değil. Kırıp geçiriyor. Ve elbette intihar çıkış değil ama çoğu genç için çıkışların çoğu da kapalı; silindirler, çarklar, dozerler, amirler, patronlar, işler ve işsizlikler üzerlerine yürüyor durmadan.

Ökkeş Uzman Çavuş birikimlerini annesine bırakmış; o birikim herhalde "Seçil Paragöz Cemaati"nin veya başka arsızların dişinin kovuğuna bile gitmezdi.

Komutanlar da o anneye, bu birikmiş bunalımın sebeplerini bulup açıklamak ve sonsuz bir özür dilemekle borçlu.

Hakikatleri gizlemeye çalıştıkça, bir başkasının hayatına da kast ediyorsunuz demektir! Bakın hakikaten öyle.

Al gözüm, temizle yaramı!

Seninle gül gibi yaşarız
Geçinip gideriz diye düşünüyorum
Sen benim yaralarımı temizlersin
Ben oltaları

Salih Ecer'in bir şiiriydi bu. Benim sınıf ve bazen de "sınıf" ve yol arkadaşımdı. "Yaşamayı beceremeyenler yaşasın, iyi yaşasın" diye bitmeyen bir kavganın da şiir ustasıydı.

Bu başlıkla yazım onun ölümünden sonraydı. Şubatta tam 10 yıl olacak. 

Yazıda demişim ki, "Vasiyet ettiği üzre, daha da önceden veda etmiş, lise arkadaşımız, Sait Faik ödüllü yazar, ressam Mehmet Günsür'ün yanına uzanıverdi; deniz kokusunun berisine.

Mehmet 50'yi görmemişti; Salih de, 20 yıl kadar önce ölümden çıkıp 50'sinin sonunda bıraktı.

Yaşlarla pek işleri olmadı yani; gözyaşlarıyla ise, o ayrı."

Pazar günü onlara Alper Uygur eklendi. Ben Beyoğlu'da tam Galatasaray Müzesi terasından, Galatasaray Lisesi'ne bakarak hep birlikte, "Edebiyat Turu"na katılanlara anlatıyordum… İşte son sınıflardayken biz, lisede küçük bir devrim olmuş, "Sol" rüzgarla bir sanat dergisi ve festival ortaya çıkmıştı; o günlerden iki arkadaşımız Salih ve Mehmet artık yaşamıyor deyip diğer isimlerden saymıştım ki, o sırada, tam o saatlerde, bizim o günlerimizde harika çizimleriyle aynı havayı soluduğumuz Alper uzanmış ve kalbi paydos demiş!

Her giden, bir parçamızı da götürüyor. Ve parça parça, paramparça devam ederken, bazen unutuveriyoruz. Bak yavrum, sonra çok geç oluyor işte. Kalp tüm sevdiklerini, tüm özlemlerini, tüm acılarını taşıyarak, yaşayarak, tamam gidiyoruz deyiveriyor.

Güle güle Alper. Orayı da çiz bize. Salih'e, Mehmet'e baki selam!

O yazıda yazmışım ki, "Düşünüyorum da, Salih'in Biyografisini yaz deseler, ne yazarım?

Hiç düşünmeden, İyi İnsan yazarım. Gerisine herkes gönlünden, hatırasından, hafızasından bir şey yazsın.

'İyi İnsan'a misal ver deseler, oracığa, (Sizden iyi olmasın ama sizden, bizden iyi olabilir) Salih yazarım."

Mehmet de zaten yazılıydı orada. Alper'i de ekleyeyim kalbimizin yasına, yazısına.

Umur Talu kimdir?

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı ÖdülüÇağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet) , Dipsiz Medya (İletişim) , Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay. ) çevirisini yaptı.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Zalim 4!

Hep kasım kasım kasılmaya devam edecek beyler, ağalar, efendiler; bunca yıkılmış hanenin, bunca “ölü toprağı”nın, bunca çocuğun “kul hakkı”nın üstüne basan kibirlerinden geçilmeyecek

Hayırlısıyla yeni yıla girecek dünya, böyle bir gezegen işte!

Aslında felaketler adres sorabiliyor ama adilikler, adaletsizlikler, umursamazlıklar, açgözlülükler, emperyalist veya muktedir kibri, beton- imar affı fetişizmi; 50 bin can alan depremimizde olduğu gibi, binlerce insanı silip gömüyordu!

Varoluşun ve unutuşun, unutuluşun tefekkürü!

“Nostalji” esasen düne değil, galiba bugüne dair. Geçmiş bugünde ne kadarcık kaldıysa. Bazen, hatırınıza geldiğinde, çoktan hatıra olmuştur bile!

"
"