11 Şubat 2025
Ekmek ve Güller grevi; 1912, ABD
Elbette haklı olabilirsiniz: Ne ülkeniz umut verici bir yer, ne dünya öyle… En azından şu zamanda. “Zamanın ruhu” ruhunu karartanlar tarafından işgal edilmiş.
Burasını biliyorsunuz; Trump’ı, Putin’i, Çin’i, Almanya ve Fransa başta “Batı demokrasileri”nde oyla yükselen “faşizm hayaleti”ni, İtalya’daki “bağyan”ı, Polonya, Romanya, Macaristan gibi “demo-dikta”ya dönüşen Avrupa ülkelerini, Danimarka gibi İskandinav ülkelerindeki “soğuk faşizanlık”ı, çevremizi, sınır ötelerimizi biliyorsunuz.
Biraz Meksika gibi kimi Latin ülkeleri, biraz İspanya, bir seçimlik İngiltere, Filistin meselesinde bile onurlu bir tavır alan İrlanda, biraz şurası burası “umut” beslemeye çalışıyor.
Haklısınız, aradığımız umudun düşmanı çok ve bastırıyorlar. Ne var ki o zaman “muhtaç olduğun kudret”i tarihten alabilmek gerekiyor. Çünkü tarih çok zor şartlarda umudunu, hayallerini yitirmeyen insanların mücadeleleri ve kilit kelime olan “dayanışma”yı koşturuyor önünüze, aklınıza, kalbinize. Çok daha zor şartlarda, açlık, yoksulluk, sık sık savaş ve salgınlar ortasında, güçlüler çok güçlüyken bile yılmayanlar “karanlık hayaletler”e karşı bizim umudumuzu beslemek için çırpınıyor. Sizin onları arayıp bulmanız gerekebiliyor tabii!
Size bir asrı aşkın bir zamandan bir “dayanışma ve umut” öyküsü anlatayım, okumak isterseniz. Şimdi göçmenleri sınır dışına atmaya, sınıra duvar örmeye yeminli Trump’ın “göçmen” dedesi Frederic ya da Friedrich’in ABD’ye kesin ayak basışından 20 küsur yıl sonradan, “dede”nin 49 yaşında İspanyol Gribi’nin ilk kurbanlarından oluşundan altı yıl önce.
Ocak 1912. ABD grevlerle çalkalanıyor. Senede 1700-2000 grevin olduğu zamanlar. İşçilerin örgütlendiği, mücadele ettiği, “sınıf savaşı”nın ABD’de canlı olduğu yıllar. Lawrence, Massachusetts. Büyük bir tekstil fabrikası. (Öyküyü France Culture’ün bir programına dayanarak anlatıyorum. Dayanarak ya da danışarak, dayanışarak!)
Birçok yerde olduğu gibi o fabrikada da kadın, genç ve çocuk işçiler çoğunlukta. Ve hepsi “yetişkin erkekler”e göre daha az ücret alıyor elbette. Haftada en az 56 saatlik çalışma için. Devlet ya da eyalet kararıyla 56 saatlik çalışmaya sınır konuyor: İki saat indirimle 54 saat. Aynı ücretle. Fakat patronlar uymuyor. İki saat az çalışma daha az ücret dayatmak demek değil sadece, ayda sekiz saatlik daha az sömürü, daha az artık değer de demek! (Çalışanlarınız kaç saat çalışıyor bir asır sonra?)
Ve kadınlar, onların kadınları ama tarihin lütfuyla onlar da “bizim kadınlarımız” ya, greve gidiyor. Çocuk işçiler de. Grevin sloganı “Ekmek ve Güller” oluyor. Ekmek, hayatta kalabilme mücadelelerinin simgesi; gül ise ABD Bağımsızlık Bildirgesi’nde de yazan “Mutlu olma hakkı”nın, hayatta insanca yaşayabilmek için başka şeyler de gerektiğinin.
Ekmek sadece bir simge değil, çünkü ABD’ye ve oradan dünyaya yayılan “dayanışma rüzgarı”nın içindeki en önemli aktörlerden biri fırıncılar. Grevci kadınlara ekmek çıkarıyorlar daha fazla çalışarak ve üreterek. Fırınlar o kış soğuğunda üşüyen işçilerin ısınma yeri haline geliyor. Yine fırınlar “dayanışma”nın örgütlenmesi için toplantı mekânı da oluyor. Öyle ya, ne cep telefonu var, ne internet, ne Musk’ın Twitter’ı!
Sloganın şiiri zaten bir yıl önceden hazır. Bir işçi ve şair olan James Oppenheim yazmış; atom bombasına yol veren Oppenheimer’dan belki 30 yıl kadar önce. Sloganın sahibi “kadınlara oy hakkı” savaşçısı Helen Todd olmalı.
Grev aynı zamanda, bırak talep ettiğini, var olan ücreti de alamamak, yani daha çok yoksulluk, daha çok açlık ve fedakârlık demek ya… Kadın işçilerin çocukları olduğundan daha beter bir açlığa sürükleniyor tabii. ABD’nin her yanından kadınlar, aileler grev süresince işçi kadınların çocuklarına bakmak için gönüllü oluyor. İşçi çocuklarından kafileler istasyona, trenlere akarken, buradan da bilirsiniz ya bir asır sonra bile; polis sert biçimde müdahale ediyor. Çocuklar da hırpalanıyor.
Çocukların hırpalandığı, öldüğü, öldürüldüğü hoyrat bir ülkedeyseniz, bir asır sonra bunun yarattığı duyarlılığı anlarsınız zaten. O “dayanışma” pek olmasa bile! İşte “çocuklara şiddet” dayanışmayı daha da büyütüyor. Ülkeye, dünyaya yayılma hızı artıyor. Ve sonunda kadın işçiler kazanıyor. Büyük mücadeleyle, büyük fedakarlıklarla ama koskocaman bir dayanışmayla, iki saat için bile!
Şimdi bir haftanızdaki iki saatin bile kıymetini bilme, ama en çok dayanışmanın değerini ve gücünü anlama zamanı belki. Sınır içinde de, “enternasyonal” olarak da.
İşte “Ekmek ve Güller” sonraki işçi hareketlerinin de sloganlarından oluyor. Dayanışmanın ekmeği ve gülü. Hayatta kalmak ve hayatını kıymetli kılabilmenin de. İsterseniz Joan Baez’den dinleyebilirsiniz “Bread and Roses”ı:
Yürüyüşe devam ederken, yürüyüşe devam ederken günün güzelliğinde
Binlerce karanlık mutfak, binlerce değirmen, tavan arası
Anide ortaya çıkan ışıltıyla dokunuluruz
Çünkü halk bizi şarkı söylerken duyar, ekmek ve gül, ekmek ve gül
Yürüyerek gelirken, yürürken, biz de savaşırız erkekler için
Çünkü onlar kadınların çocuklarıdır ve biz onlara yine annelik ederiz
Kalpler de bedenler gibi acı çeker ama bize ekmek verin, güller verin bize
Yürüyerek gelirken, yürürken, sayısız kadın ölü
Şarkılarımızla ağlıyorlar, ekmek için kadim çağrı
Sanat, sevgi ve güzellik, yürüyen ruhları biliyordu
Evet, uğruna savaştığımız şey ekmek ama aynı zamanda güller için de savaşıyoruz
Yürüyerek giderken, yürürken, daha büyük günler getiriyoruz
Kadınların yükselişi, insanlığın yükselişi
Artık angarya değil, birinin dinlendiği yerde çalışan on kişi
Ama hayatın ihtişamının, ekmek ve güllerin, ekmek ve güllerin paylaşımı var.
Bir asırdan fazla zaman sonra, “Ekmek ve Güller” bir Afgan sinemacı kadının, Sahra Mani’nin “Afgan kadınları” için yaptığı belgeselin de adı oldu. Hani ABD’de Lawrence’ta başlamıştı ya mücadele, belgeselin destekçisinin de ABD’li oyuncu Jennifer Lawrence olması hoş oldu.
Bakın dünya devrimci mücadelesinin şahane kadınlarından, her diktaya karşı özgürlükçü, Litvanya-Rusya doğumlu Emma Goldman da grevden 19 yıl önce, işçilere ve işsiz işçilere ABD’de bir meydanda nasıl seslenmişti: “İş isteyin. İş vermiyorlarsa ekmek isteyin. İkisini de vermiyorlarsa, o ekmeği alın onlardan.”
Ne ekmeğiniz eksilsin ne gülün umudu solsun.
Umur Talu kimdir?Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu. |
Bu böyle bir düzen: Öldürürken, ister doğal denen ama sonucu doğal olmayan bir felaketle, ister “yangın” denilen ama sorumsuzluk alevlerinden müteşekkil bir faciada, ister çocuk çocuk ve kadın kadın katlederken genellikle kimlik sormuyor
“Katliam oteli”ndeki gibi çarşafını düğümleyip kurtulmak da belki mümkün; omuz omuza dayanmak, dayanışmak da bir ihtimal!
Hak olmadan özgürlük, özgürlükler olmadan “etik” zaten uyuz kalır! O yüzden ilk talep hep özgürlük ve onu güvenceye alabilen hukuktur. Bu ülkede zaten itirazı olan herkese “parmak sallayan” var. Bir de siz sallamayın koçum!
© Tüm hakları saklıdır.