Hatay’a sadece 150 kilometre, Türkiye karasularına 25 kilometre, Kıbrıs’ın uç noktasına 109 kilometre olan, tarihin parlak şehri Lazkiye’de “iç savaş” bir anda “Alevi katliamı” olarak sürdü. Sadece dört günde ölü sayısı bini geçti ve bunun yüzde 70’inden fazlası sivillerdi.
“Patlamalar”a her zaman bir sebep, gerekçe, bahane bulunur. Orada da “devletin güvenlik gücü”ne, bir devriyeye yapılan saldırı infilakı ateşledi. Ateş şöyle: Sivillerin katli, evlerin yakılması, “mezhep savaşı”nın şiddetli tezahürü.
Kilometrelere bakınca, Lazkiye çok uzak değil. Ama hafızamıza bakınca, daha da yakın. Bir asırlık tarihimizde Koçgiri var, Dersim var; daha yakın tarihte Maraş, Çorum, Sivas var. O yüzden Lazkiye’deki ateş burada, hafızanın korlarını da canlandırır.
Fenikelilerin, Yunanlıların (ki adının kökündeki, kökenindeki Laodice oradan geliyor), Romalıların, Bizans’ın, Emevilerin, Abbasilerin, Selçukluların, Haçlıların, Eyyübilerin, Memlukların, Osmanlı’nın hükümranlıklarının üzerinden geçtiği bir kent ve bölgeden söz ediyoruz. Fransız işgaliyle “bölünüp yönetilmek istenen”, zaman zaman “bağımsız Alevi devleti”nin kurulduğu bir coğrafya.
Lazkiye’de çoğunluk ama genellikle ekonomik olarak bir alt sınıf, Suriye’de azınlık olan Aleviler. Esad hanedanlığı, bir azınlık iktidarı olarak bütün ülkeyi yönetti ve “en istikrarlı” göründüğü zamanda bile, ülkenin her köşesine tahakküm, baskı, acı ve ölüm saçtı. Elbette her zaman en büyük bedel sivillere çıkarılır. Katledilirler, evlerinden, topraklarından edilirler. “Pogrom” diye “soykırım”a bir iki çeyrek kalan “temizlik girişimi” esas siviller üstünden yürür.
Kendi topraklarımızın tarihinde de var, Rusya’nınkinde de; esasen Avrupa’da, Amerika kıtasında da. Siyasi, sınıfsal, milli, sömürgeci ve benzeri katliamlar dışında, “kimlik”e sarılır; “öteki kimlik”i kazımak, azaltmak, boyun eğmesini sağlamak, toprakları ondan arındırmak üzere.
Belli ki Suriye’de, Lazkiye ve Tartus’ta tarihi Alevi çoğunluğu ve hakimiyetini artık “rövanş meselesi” gören bir “kimlik kini” de harekete geçti. Aynı tarihi gerilimlerin acısını yaşamış, benzer kimliklerin “mozaği”nden filan bahsedilen bir ülkeyseniz, vatandaşlarınızın orada Alevi veya Türkmen akrabaları varsa, öyle ABD ve İsrail gibi üstten ve üstenci bakamazsınız. Kendi yüreğiniz de yaralıdır çünkü.
Türkiye devleti, komşusunun ve hemen ötesindeki coğrafyanın “iyileşmesi”ni istiyorsa, herhangi bir ata değil, akla ve barışa oynayabilmeli. Öyle ya, “yurtta barış” da söyleniyor şimdi. Sınır ötesinde de. Orası da öyle!
Kaldı ki, öyle ya da böyle tarihi ve vicdani sorumluluk da var: Mercidabık’la 500 yıl önce girmiş oraya ataların. 100 yıl öncesine kadar onlar hükmetmiş yahut hükümran tayin etmiş. İstiklal Savaşı’nın bir Kuvay-i Milliye kolu bile, Fransızlara karşı, Lazkiye, Halep, Samandağ, İskenderun hattında kurulmuş. Alevilerin, Sünnilerin, Türkmenlerin, Hıristiyanların “bir arada yaşayabilmesi” mümkün de olmuş. “Mümkün”ün insanlık ve medeniyet, “imkansız”ın kin ve nefret olduğunu yeterince biliyor olmalıyız.
“Rövanş, intikam, katliam” üçlüsü dünyanın da, bölgenin de yakasını bırakmıyor. İlle kendine düşman, ille ezecek bir azınlık, ille bir “öteki” buluyor. Trump’ın da var listesi, Putin’in Ukrayna ve ötekileri, medeni dünyanın popülist ve faşizanlarının da, Latin Amerika ve Uzak Doğu’nun da, siyahın “öteki” siyahı aşağılık saydığı nice Afrika ülkesinin de.
O yüzden “kimliklere saygı”yla da bezenen ama “kimlik ötesi bir insani, vicdani enternasyonalizm”dir esas olan. Ezilen “öteki”ni de kendinden bilmek, “ona değmiş buna değmemiş” diye ayrımcılık yapmamaktır. Mümkün mü? Neden olmasın? Önce kendi aklımıza ve kalbimize bir soralım bakalım!
Umur Talu kimdir?
Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.
Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.
Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.
Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.
İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.
Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.
Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.
Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.
Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı.
|