09 Ocak 2017

Evire çevire Cenevre

Umarım 12 Ocak’ta Cenevre’den çıkan sonuç bu kötü senaryonun imkansızlığının tescili olur...

Birlikte Türk Milletiyiz Hareketi ve Milli Düşünce Merkezi’nin “Kıbrıs’ta son söz Kim söyleyecek” başlıklı bir panel düzenlendi. Panele, Milli Düşünce Merkezi Genel Başkanı Sadi Somuncuoğlu, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, Prof. Dr. İlber Ortaylı, TBMM eski Başkanı Hüsamettin Cindoruk, Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ ve emekli büyükelçi Şükrü Elekdağ katıldı... Kadro bu ve Kıbrıs’ın geleceği hakkında konuşuyorlar aralarında bir tek Kıbrıslı bile olmadan. Nerede(?) Türkiye’de...

‘‘Kıbrıs olmazsa Türkiye boğulur’’ diyor kaşarlı gazetecilerden Fikret Bila kendi köşesinde ve tipik Türk tezlerini alt alta sıralıyor. Üstelik bu tezler her zaman olduğu gibi resmi tarihsel perspektif üzerine kuruluyor. Kıbrıs konusunda maalesef AKP gibi CHP’nin de bakış açısı pek farklı değil. ‘‘Kanla alınan kalemle verilmez masada’’ kafasıyla Osmanlılık reflekslerinden bir türlü vazgeçmiş değiller. İlginç olan şu ki tam da Cenevre’deki zirve toplantısının öncesi Kıbrıs üzerine bir panel düzenleniyor ve belli başlı Türk aydınlarına aynı ağızdan fikirler söylettiriliyor. İlber Ortaylı da bu ezbere katkı koyarak ‘‘Kıbrıs giderse Türkiye boğulur’’ diyor. Yani anlayacağınız görüşmelerin gidişatına şekil verme işi kendini göstermiştir. Hatta Cenevre’de evire çevire Türk tezlerinin beşli görüşmeyi tartaklayacağını şimdiden söyleyebiliriz. Tabii ki sözün gelişi ‘‘Türk tezleri’’ deyiverdim; İngiliz tezleri diyecektim. Çünkü garanti anlaşmaları aslında İngiliz topraklarının ve NATO’ya çalışan askeri üslerin adadaki varlığının garanti altına alınmasını gözetir.  

Kıbrıslılar şunu bilmelidirler ki tek kurtuluşları kendi aralarında anlaşarak yeni bir yaşama kapı açmaktır. Kronikleşen komplekslerle yeni perspektiflerin tasarlanması mümkün değil. Güvensizlik hissiyatını abartarak kendi varlığımızın dışında garantiler aramak sadece birleşme ve birlikte var olma iradesine ters düşmüyor, aynı zamanda ayrışmayı da temellendirme olanağı sunuyor. Türkiye’nin ve elbette ki İngiltere ve Amerika gibi Ortadoğu’yu şekillendirmekle meşgul olan emperyalistlerin böyle bir ayrışmayı zaten nasıl beslediklerini biliyoruz. Bu ülkelerin gerçekten birleşik ve bağımsız bir Kıbrıs istediklerine inanmak epeyce enayilik olur. Öyle olsaydı bu küçük toprak parçasında bunu yapmak zor olmazdı. Bu kuralları belirlenmiş oyunun bir parçası olmaktan kurtulamadık. Elbette ki onların oyununu bozmak bize düşüyor. Hatta bu oyunun en sinsi yönünü bozmak daha fazla Türkiye’ye düşüyor.

Oldukça hesaplı bir şekilde ayrılığın bir kader olduğunu alttan alttan bizlere kanıksatmaya çalışan söylemlerin başladığını ve bunun gün geçtikçe çoğalacağını fark etmek zor değil. ‘‘Biz zor olanı yapmaya çalışıyoruz; dünyada ayrılmalar söz konusuyken biz bu ülkeyi birleştirmeye çalışıyoruz’’ diye yakınma nüanslı sözler harcamak hiç de birleşmenin son nokta olması gerektiği fikrine inanmışlığı teyit edici değildir. Bu tür argümanlar dolaylı olarak birleşmeyi değil daha fazla ayrışmayı akla getiriyor. Ya sonra? Bu ayrışma iştahı Türkiye’ye de bir dayatma sebebine dönüşemez mi? Diyelim ki Kıbrıs’ı bölmeyi başardılar ve KKTC’nin tanınma hayalleri gerçek oldu.; yarın Türkiye’ye ‘‘sen de Kürtlere bir devlet kurma hakkı tanıyacaksın’’ demezler mi? Kıbrıs’taki ayrılığın mimarı olacak olan bir Türkiye bu durumda kendi coğrafyasındaki ayrışmanın önüne nasıl geçebilecek? Emperyalistler her zaman için önce milliyetçi çevrelerin iştahını kabarttırır, onları kahraman hissettirir sonra da onları bölerek yönetir. Asırlardır süren bu oyunu hala kavramayanlar olduğu için zaten başımızdan belanın hiç eksilmediğini görüyoruz.

Öyle görülüyor ki bu ayrılığı uzun vadeye yayıp sonunda bir şekilde bu adayı bölecekler. Bölecekler de Kıbrıslılara ne kalır onu hiç düşünmeye gerek yok; çünkü ne bize bir şey kalır ne de zaten biz kalırız. Aklımızı başımıza toplamazsak sonunda Kuzey Kıbrıs ayrı bir devlet olarak olmasa da bir Türkiye toprağı olarak tarihteki sahnesini alır. Bunun bedelini de Türkiye Güneydoğu’dan bir parçasını yitirerek öder. Şu an OHAL’i bir sivil darbe rejimi olarak kullanan ve Türkiye Cumhuriyeti’ni ümmetçi eğilimlerle yeniden formatlamaya çalışan bir iktidar profili veren TC hükümetinin varacağı son nokta Misak-ı Milli sınırlarını elleyerek hayallerindeki Yeni Türkiye’yi yaratmak olmaz umarım... Kıbrıs’tan Türkiye böyle görünüyor; umarım yanılıyorumdur. Umarım 12 Ocak’ta Cenevre’den çıkan sonuç bu kötü senaryonun imkansızlığının tescili olur... Ve umarım Türkiye nasıl ki Suriye’de geç de olsa yanlış yoldan dönme iradesini ortaya koymuştur Kıbrıs’ta da bir benzeri olur...     

Yazarın Diğer Yazıları

Kadın ve eril tahakküm

Üçüncü bir yol düşünmeden, ille de iki yoldan birini seçmek durumunda kalmak yeni bir anlayış ortaya koyamamanın sıkıntısından kaynaklanır sanırım

İçimizdeki ceset mi cenin mi?

Hiçbir zaman olmadığı kadar içinde yaşadığımız şu doğanın dışarısı olan evlerimizi sorguluyoruz şimdi. Mobilyalar, eşyalar yaşantımızın birer uzvuna dönüşerek hiç aklımıza getirmediğimiz nesne ontolojisinin bir parçası kıldı bizi

İktidarlık temsili ve mutlak ben

Tüm bu önlemler toplumun ve yurttaşlar olarak bireylerin taleplerine karşılık verecek önlemler olarak değil, iktidarın kendini ve temsil ettiği devleti nasıl koruyacağı üzerine kurgulanmıştır