14 Haziran 2020

Kadın ve eril tahakküm

Üçüncü bir yol düşünmeden, ille de iki yoldan birini seçmek durumunda kalmak yeni bir anlayış ortaya koyamamanın sıkıntısından kaynaklanır sanırım

Son günlerde sosyal medyanın gündemi epeyce eğretilemeli, edebi bir dil üzerinden şekil aldı. Eril cinsiyet şovenizmin simetrisi olarak -sözüm ona ironi yaparak- erkeğin kadın için söylediklerini sözcüklerin yerini değişerek erkeğe söylemek birçoğuna eğlenceli geldi. Üçüncü bir yol düşünmeden, ille de iki yoldan birini seçmek durumunda kalmak yeni bir anlayış ortaya koyamamanın sıkıntısından kaynaklanır sanırım. Bu arada üçüncü cinsiyetler yine arada kaynadı. Hermafroditlerin de söyleyecek sözü vardır elbette. İnsanı cinsiyet kimliği üzerinden konumlandırmak eskiyen medeniyetin dilidir. Radikalliği tercih ederim. Her kadının içinde biraz erkek, her erkeğin içinde de biraz kadın olsun isterdim; hermafrodit kimlik ve hierogamos döngüsünde saflaşmak daha iyi...

Ataerkil atasözleri üzerinden empati kurmak yerine dayak yiyen, katledilen ve ifade özgürlüğü yerine yerlerde sürüklenen kadın üzerinden empati kurmak daha vicdan merkezli olurdu. Akılları gıdıklanmanın zekâyı ya da vicdanı tamir edici bir etkisi yoktur ne yazık ki. Kimilerine göre bir duyarlık pekişmesi veya vicdan uyarıcı gibi algılansa da kanımca medyatik bir parlamadan öteye gidemeyen dikkat çekme halleridir bunlar. Okullardan evlere, evlerden çalışma ortamlarına yeni bir toplum cinsiyeti anlayışıyla planlanan herhangi bir hedef yoksa değişmecelerle toplumun kültürel yapısını değişmek olası değil. Hele de hukuk ve yasa kadını eşit görmeyen erkek aklına göre şekil almışsa.

"At alacan bacağın dolsun, erkek alacan kucağın dolsun" deyince güldük mü yani? Anlıyorum bir şeyler söylemek lazım ama yeni şeyler söylemeyi denesek; eskinin şekline girmeden? Oyuncul sorgulamalar bir tarafın alt kalmasına yönelik olduğu zaman iş müsabakaya dönüşür; rakipsiz oyunlar daha çocuksu olduğundan onları tercih ederim. Yoksa gülmenin nedenini oluşturan şey yine aynı küçümseyici dil olursa bu döngüden kurtulmamız zor olur. Simetrik bir söylem üzerinden empati kurmak yerine duyu yitimine varan - apatiye vurgu yapmak daha çağcıl olurdu. Eski dilde yeni şey söylemek bir yanılgı gibi...

Bir de şu erkeği kadın yerine koymak kadınsı erkeklerle dalga geçmek gibi oldu; yani, erkeğin kadın yerine geçmesi küçümsenecek bir şey değil sadece doğaldır... Kim kendini nasıl hissederse odur, her kimlik kendine aittir ve cinsellikle sınırlanmaz. Kültürel değerlerin, inanç biçimlerinin yargılanması cinsellik üzerinden yapıldığında yine aynı cinsiyetçi şovenizmin içine düşmüş oluruz. "Ben olsaydım" derken, benim "ben"im erkeklikle ya da kadınlıkla sınırlı olamaz; böyle düşünüyorum. Gene oyunbozanlık yaptım ama... Ben de mi katılsam oyuna?  “Erkek kırıldı gen içinde kaldı” [#erkekyerinişaşırdı #kadınhanibanadedi]. Bir de not düşeyim buraya: Okumuşu da okumamışı da, bilmişi de bilmemişi de aynı şeye aynı hazla gülerse o toplumda bir sorun var demektir.

Mesele oldukça trajik aslında. Kadına tecavüz, kadını istismar, kadına eş değil de köle gibi davranma, “ya benimsin ya toprağın” gibi şizofren sahiplenmeler, erkeklik adına kadın cinayetleri… “Erkeklik” vurgusu taşıyan kadın cinayeti sadece bir kadın cinayeti değil çok daha fazlasıdır. İnsanın yaşama hakkına, bedensel bütünlüğüne, yaşam tercihine, ahlaki yargılarına ve öz değerlerine yapılan canice bir saldırıdır; cinsel kimlik kıyımıdır. Bir insanın hayatını elinden alma hakkına sahip olduğu düşüncesini ona kanıksatan kültürün yarattığı bir caninin, tümden topluma karşı işlediği bir cinayettir söz konusu. Eril tahakkümün sadece karşı cins değil insan ilişkilerini de zehirleyen sosyopatik bir davranış olduğunu trajik bir şekilde doğrulayan bu cinayetler bir medeniyet suçudur da aynı zamanda. Geriye cansız bir beden ve yaralı bir vicdan kalıyor her kadın cinayetinin arkasından. Bir de çaresizce bakakalmanın acizliği... 

İşte tüm bunlar olagelirken sadece ironiye bel bağlamak çok yavan geldi bana. Erkek ya da kadın fark etmez, eş olarak, sevgili olarak ya da ana olarak büyük bir vefasızlık söz konusudur kadına karşı. Türkiye’nin bunun altından kalkabilmesi için gerçek anlamda kültürel bir devrime ihtiyaç vardır. Kadının her konumda edilgen olma durumuyla karşı karşıya kalması başlı başına ontolojik bir sorun zaten. Kadının ancak “erkek gibi” olursa başarıya ulaşması, hem ev içinde, hem iş yerinde, hem de sokakta kadının her zaman “yerini bilme” sorumluluğunu taşıması oldukça sayrıl bir kültürün dayattığı “ölçülü” davranışlardır. Bu davranışların normalmiş gibi toplumda yer tutmaya, itibar görmeye devam etmesi –üstelik de hem erkek hem de kadın tarafından– işi daha da zora sokuyor. Sorun büyük hem de çok büyük. Direnişin ve değişimin ilk adımları evlenme müessesesinin artık anlamsız olduğu gerçeğini kabullenmekle atılabilir. İnsanların hemcinsleriyle ya da karşı cinslerle bir birlikteliği olacaksa bunu daha özgürlükçü ve eşitlikçi yollardan yapmalı. Eril tahakkümün koşul olduğu bir aile tebaalığı üzerinden kurulan birlikteliklerin hiçbir anlamı kalmamıştır artık. İnsanın bir yere ait olma hissiyatının en fazla istismar edildiği alan ailedir. Aile kurmanın da bir başka hissiyatı ve anlamı olmalı. Önce ailenin tebaasısın sonra cemaatin ve en sonunda da iktidarın. Tüm bu süreçler totaliter davranışların beslendiği süreçlerdir… Sevginin de saygının da vefanın da ahlakın da başka yolları olmalı… Artık bir başka insan olmalı ve önce insan olmalı…

Yazarın Diğer Yazıları

İçimizdeki ceset mi cenin mi?

Hiçbir zaman olmadığı kadar içinde yaşadığımız şu doğanın dışarısı olan evlerimizi sorguluyoruz şimdi. Mobilyalar, eşyalar yaşantımızın birer uzvuna dönüşerek hiç aklımıza getirmediğimiz nesne ontolojisinin bir parçası kıldı bizi

İktidarlık temsili ve mutlak ben

Tüm bu önlemler toplumun ve yurttaşlar olarak bireylerin taleplerine karşılık verecek önlemler olarak değil, iktidarın kendini ve temsil ettiği devleti nasıl koruyacağı üzerine kurgulanmıştır

Ne söylesen az; Oruç Aruoba için...

Şimdi, geriye çekilip bakıyorsundur yaşamının anlamına; beden olmayalı, kendinden öte bir yerden. Ne yer, yerdir, ne de beden, beden; tam da senin istediğin gibi, istediğin yerden...