İşte yine geldi çattı 19 Ocak… Bütün ağırlığıyla çöktü yüreğimize. 14 yıl geçmiş Hrant Dink cinayetinin üzerinden. O tarihte çocuk olanlar bugünün gençleri artık. Kimisi gençlik dönemini geride bırakmak üzere bile sayılabilir. Ve çoğu da muhtemelen bilmiyor 19 Ocak 2007 tarihinin bizler için ne anlama geldiğini.
Hrant Dink o uğursuz gün İstanbul'un orta yerinde hepimizin gözleri önünde arkadan vurularak öldürüldü. Türkiyeli bir Ermeni aydını olduğu için, diye başlasam... Daha bu ilk cümleden bir şeyler belirmeye başlar zihinlerde eminim. Türkiyeli bir Ermeni olmanın pek "makbul" bir durum olmadığı öğrenilmiştir bu vakte kadar. En azından sezgisel olarak vardır bu bilgi. Hiç yoksa, geçtiğimiz yıl Ermenistan ile Azerbaycan arasında yaşanan Dağlık Karabağ savaşı sırasında ülkede estirilen havadan hissedilmiştir. Türkiyeli bir aydın olmanın "sakınca"larını bilmenin ise yaşı da yoktur başı da. Dünya âlemin malûmudur bu.
Ama yine de Hrant Dink'in neden öldürüldüğünü açıklamaya yetmez tabii ki bu kadarı. Onun 21. yüzyıl Türkiye'sinde ne yaptığını, nasıl yaptığını da anlatmak gerek.
Hrant, Türkiye'nin her daim üzeri örtülen Ermeni Sorunu'nu gün ışığına çıkardı. Ülkedeki susturulmuş Ermeni azınlığın sesi oldu. Hem Ermenilere saklamak zorunda bırakıldıkları kimliklerini hatırlattı, hem de Ermenilerin maruz bırakıldıkları baskı ve ayırımcılığı Türklere anlattı. Cumhuriyet döneminde, Anadolu'daki kilise ve okullarının kapatılmasıyla göçe zorlanmalarından İstanbul'daki azınlık vakıflarının mallarına el konulmasına kadar uzanan devlet politikalarını sergiledi.
Haftalık gazetesi Agos'ta yazmaya başladığı bu meseleyi, sonraları televizyon kanallarındaki tartışma programlarında ya da ülkenin aydınlarıyla birlikte katıldığı toplantı ve konferanslarda da dile getirdi.
Aslında Ermeni'nin derdini Türk'e anlatmak için çıkmıştı yola. Giderek kendi kimlik mücadelesinin ötesine geçti. Kürt meselesine de sahip çıktı, o yıllarda başörtüsü yüzünden üniversiteye alınmayan gençlerin eğitim hakkına da... Bu süreçte, Türkiye'nin demokrasi ve insan hakları mücadelesinin aktif bir savunucusu haline geldi.
Hrant Dink'in bize ne anlattığını ve nasıl anlattığını anlatmak için onun kitabını yazdım. 700 sayfalık Hrant kitabını...
Tek cümleye sığdırmam gerekirse, Hrant bize on yıl süren mücadelesi boyunca tek bir hakikati anlattı aslında: Osmanlı'nın son döneminde, 1915'te bu toprakların kadim halklarından olan Ermenilerin köklerinden koparılarak ölüme gönderilmelerini...
Adına ne denirse densin, tehcir, kıyım ya da soykırım, çok da önemi yoktu onun için; önemli olan Türkiye'nin inkârcı ve yasakçı devlet politikaları yüzünden atalarının suskunluğa mahkûm edilmiş acı hikâyesinin bilinmesiydi.
Anadolu Ermenilerinin büyük trajedisini küçük insan yaşantılarından başlayarak anlattı bize. "Niçin kayboldular, hiç sordunuz mu?" diye sorarak anlattı. Dili suçlayıcı değildi. Yargılayıcı hiç değil... Gerçeğin Türk insanından esirgendiği biliyordu. Tarih kitaplarından edebiyata, okul müfredatından gündelik hayata kadar her alanda...
Türkiye'nin en büyük tabusuna dokunmuştu. Onu önce tehditlerle susturmayı denediler. "Ya sev, ya terk et" diyerek ülkesinden kovdular. Mahkeme kapılarında canından bezdirdiler. "Türk düşmanı" olarak mahkûm ettiler ve yaftaladılar. Yalnızlaştırdılar ve hedef gösterdiler. Sonunda da arkadan vurdular.
Cansız bedeniyle gazetesinin kaldırımında yatarken 2007'den 1915'e uzanan bir köprü oluşturdu. Ve yaşarken anlatamadıklarını da anlatmayı sürdürdü bize.
Hrant, inkârdan muzdarip Türklerle travmadan muzdarip Ermenilere şifalanma imkânını göstermişti. Bunun yolu birbiriyle konuşmaktan, birbirine dokunmaktan geçiyordu. Yüzleşme ve affetme ancak böyle mümkün olabilirdi. Dahası ülkedeki Türk'ün, Ermeni'nin, Kürd'ün, Alevi'nin ve Sünni'nin birbirleriyle barışabilmesi imkânını da göstermişti. Bunun yolu da kendinden farklı insanlara, inançlara, milletlere yüreğini açmaktan geçiyordu. O böyle yaşadı ve öldü.
Cenazesinde hiç beklenmedik bir şey oldu. Onu uğurlamaya gelmiş yüzbinlerce insan birbiriyle kenetlenmiş, "Hepimiz Hrant'ız, hepimiz Ermeni'yiz" sesleriyle yürüyordu. Barışma ihtimal olmaktan çıkmış gerçek olmuştu. Türkiye'yi değiştirmişti Hrant...
Biz öyle sanmışız meğer. Biz, yaşarken dokundukları... Yüreğimize ve vicdanımıza dokunarak değiştirdikleri... Biz hepimiz... Görmek istediğimiz bu rüyaya sığınmışız. Yastaydık çünkü. Acımız, utancımız büyüktü çok. Sonra bir gün cinayet davasıyla sarsılarak uyandırıldık. Yine yalan dolan, yine inkâr. Çocuk tetikçiler, sahte azmettiriciler, meçhul faillerle kuşatıldık. Yıllar içinde, bazı devlet görevlilerinin sanık sandalyesine oturtulduklarını da gördük. Umutlanır gibi olduk. Ama bunlar iktidardaki gücün ya da güçlerin, o dönemdeki ittifaklarına göre yer değiştiriyor; geçmişte korunanlar bugün gözden çıkarılıyordu. Yarın da bugün korunanların gözden çıkarılacağını anladık.
Zamanla biz de susturulduk. Mahkemelerde süründürüldük. Tutuklandık. Rehin alındık. Ülkemizi terke zorlandık. Yalnızlaştırıldık...
Hrant öldürüldü, biz yaşıyoruz. Ama "Hepimiz Hrant'ız" artık.