"Türk" ve "Türkiyeli" kavram çifti, zaman zaman gündeme gelen bir konudur. Özellikle Kürt meselesi bağlamında yapılan tartışmalarda kimi Kürtler, kendilerinin "Türk" olmadıklarını, bu nedenle böyle adlandırılmamaları gerektiğini ileri sürerler. Bu görüştekiler, etnik ima içermeyen bir üst kavramın çözüm olabileceğinden dem vurur, bu bakımdan "Türkiyeli" sözcüğünün (kimileri Türkiye sözcüğünde de etnik ifade bulunduğu için itirazda bulunsa bile) bir çözüm olabileceğini ileri sürer.
Buna karşı çıkanlar, Türk sözcüğünün Anayasa'daki kullanımının etnik bir göndermeyi değil, "vatandaşlık itibarıyla Türk" dendiği için etnik kökenleri dışlayan bir nitelik taşıdığını ileri sürer. Bu bakımdan; bir defa bu sıfattan vazgeçilirse her etnik grubu tek tek saymanın ve böyle olduğunda da bir ulus-devlet olarak bir arada durup yaşamanın olanaksızlığına dikkat çekerler.
Bu tartışma, özellikle "açılım süreci" zamanlarında pek muteberdi. Fakat o açılım bitti, bu tartışma da atıl hâle geldi. Üstelik, kendini Atatürkçü sayan (kimilerine göre "gardırop Atatürkçüsü") bazı popüler medya figürleri, "Türkiyeli" sözcüğünün yeni ve uydurma olduğunu ilan edince, pek çokları bu tartışmayı gömdü, üzerine kireç döktü. Böyle kavramları zikredeni vatan haini ilan etmek pek kolaylaştı.
Bu kısa yazıda bu pek hassas tartışmaya girmeye hiç mi hiç niyetim yok. Zaten bu meseleye bağlamsal yaklaşma taraftarıyım. Bağlama girmeden kategorik yanıtları anlamsız sayıyorum. Fakat Türkiyeli sözcüğünün yeni ve uydurma olduğuna dönük, hatta sosyal medyaya bakılacak olursa PKK tarafından tedavüle sokulduğuna dair kimi yanlış savlara dair iki not düşmekten kendimi alıkoyamıyorum.
Tunalı Hilmi Bey'in doktora tezi
Türkiye'nin kurucu figürlerine dair çalışmalar son yıllarda artsa da bu konudaki açık hâlâ büyük.
Biz anayasa hukukçusu olduğumuz için bu disiplinle ilgilenen isimlere daha bir dikkat kesildik.
Hattâ o dönemki kimi doktora tezlerinin yeterince bilinmediğini fark ettik. Örnek olsun: Tunalı Hilmi Bey'in Türkiye Halkı İçin Bir Egemenlik Projesi doktora tezi, Dersim Mebusu Feridun Fikri (Düşünsel) Bey'in Türkiye'de Anayasa Hareketi ve Ankara'nın Teşkilat-ı Esasiye Kanunu doktora tezi, anılan dönemler için hayli önem taşıyor (Fransa'da ve Fransızca yayımlanan bu metinlerin çevirisi başladı, umuyorum ki çok gecikmeden yayımlayacağız).
Bunlardan Tunalı Hilmi Bey'in tezi, konumuz açısından hayli ilginç.
Tunalı Hilmi Bey, sunduğu Anayasa taslağında (md. 17) bir Osmanlı tanımı öneriyor ve bunu Türkiyeli sözcüğü ile yapıyor:
"Her Türkiyeli Osmanlı'dır."
Bunun Fransızcası şöyle yazılmış: Chaque Turquiali est Osmanli.
Altını çiziyorum, yıl 1902.
Salt bu dahi sözcüğün bir asırdan önce kullanıldığını gösterir.
Bu veri, söz konusu literatürde göz ardı edildiği için burada kaydedilsin.
Devlet kurulurken "Türkiye" adına dair bir tartışma
İkinci notum daha sonraki yıllardan.
"Türk" ve "Türkiyeli" yahut "Türk Devleti" ve "Türkiye Devleti "sözcükleri de zaman zaman tartışma konusu olmuştur. Hattâ öyle ki her anayasa taslağında bu konu öyle veya böyle gündeme gelmiştir.
Mesela 1921'de yeni devlet kurulurken bile devletin adı bağlamında bu ihtilafla karşılaşırız.
Yeni devletin ve ülkenin adına "Türkiye" mi "Türkiya" mı yoksa "Türkili" mi deneceği dahi derhal netleştirilememiştir. Örneğin Mersin Mebusu Niyazi (Ramazanoğlu) Bey'in bu konunun tartışıldığı oturumdaki önerisi dikkat çekicidir:
"Efendim kanunun birçok yerinde (Türkiye) kelimesi vardır. Kanunu Esasi Encümeni ile de görüştük. Onlar da bunu kabul ediyorlar. Tebaaya (Türk) dedikten sonra (Türkiye) demek doğru değildir. Esasen (Türkiye) tâbiri İtalyancadan alınmıştır ve Arapça bir kelimedir. Buna hiç mahal yoktur. Türk Devleti: Türk tebaası: Türk Büyük Millet Meclisi, hepsi Türk, hepsi müsavidir. Binaenaleyh (Türkili) suretinde tashihini teklif ediyorum." (Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, C. 7-I, 16/03/1340, s. 533).
1924'e geldiğinde tartışma, vatandaşlık (md. 88) görüşmeleri sırasında yeniden hortlamıştır. "Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur." hükmüne dönük meclis tutanaklarında söylenenlere dair çokça yazıldığı için oraya dönüp yazıyı uzatmayacağım. Bu konuda belki ayrı bir yazı yazabilirim. Ama sonraki dönemlerden ek yapayım. Örneğin 1961 Anayasası'nın Komisyon Sözcüsü Turan Güneş'in, "[milletvekili yemin metninde] Türkiye Devleti biçiminde ifadeye yer verilmesini kabul etmediklerini, bilhassa dış münasebetler bakımından Türk Devletinin denmesinde ufak bir farkın bulunabileceği"ne dair beyanı (bkz. Temsilciler Meclisi Tutanak Dergisi, B. 47, 18/04/1961, s. 413) burada kaydedilmelidir.
Bu örnekler, geç uluslaşmış olmamız ve bazı şeylerin daha tam olarak yerli yerine oturmamasıyla ilgili. Bunda gocunacak bir şey yok. Bence sorun, bu tartışmanın çok saldırgan ve çoğu kez de dışsal faktörlerin güdümünde sürdürülmesinde…
Bir kitap önerisi: Türklerin tarihi
Buraya kadar yazdıklarımı, durduk yere suyu bulandırmak için yazmadım. Türk/Türkiye/Türkiyeli gibi kavramlara dair tartışmaların mutlak biçimde kapalı sayıldığı, bu husustaki her sorgulamanın otomatikman teröristlikle damgalandığı bir dönemde buna bir şerh düşmek istedim.
Tekrar edeyim: "Türkiyeli" sözcüğünün son dönemde uydurulduğu ve PKK tarafından tedavüle sokulduğu söylemi gerçeği yansıtmıyor. Bu kavramın, çok sayıda arka planı var ve bunlardan biri Kemalist ulusçu tarih tezlerinin bir yorumu (Sabahattin Eyüboğlu, Melih Cevdet Anday, Halikarnas Balıkçısı vb.) sayılabilir.
Bu Anadolucu yorum pek bilinmiyor veya bilerek unutturuluyor.
Malum, Türkiye'de bir süredir 1930'ların (egemenliği dünyevileştiren) ulusçuluğu ile 1970'lerin (Türk-İslam sentezci ve antikomünist) milliyetçiliği "Atatürkçülük" adı altında kolaylıkla aynılaştırılıyor. Örneğin 27 Mayıs ile 12 Eylül arasındaki farklar "tüm darbeler kötüdür" ezberi ile silikleştiriliyor. Böyle bir iklimde sol Kemalist yorumların pek bilinmemesi sürpriz olmuyor.
Bu yöntemsel indirgemecilikten uzak durulması için yazımı bir kitap önerisiyle bitirmek isterim: Doğan Avcıoğlu'nun Türklerin Tarihi (özellikle cilt I) eseri, henüz okumayanlar için mutlaka okunması, okuyanlar için yeniden hatırlanması gereken nadide bir eser. Avcıoğlu bizzat "Türkiyeli" önerisi getirmiyor fakat ucu Mahir Çayan'a (örn. bkz. Revizyonizmin Keskin Kokusu) veya Bülent Ecevit'e (örn. bkz. Pülümür'ün Yaşsız Kadını) kadar uzanan bir geleneğin köklerini ortaya koyuyor.
Tolga Şirin kimdir?
Tolga Şirin, İzmir'de doğdu. İstanbul Barosu'na kayıtlı avukat ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı'nda doçent olarak çalışmaktadır.
Hukuk alanındaki lisans ve lisansüstü eğitimini Marmara Üniversitesi'nde tamamladı. Lisans eğitimi sonrasında Londra Birkbeck Üniversitesi'nde insan hakları hukuku eğitimi aldı; doktora ve doktora sonrası aşamalarda Köln Üniversitesi Doğu Hukuku Enstitüsü'nde araştırmacı olarak görev yaptı.
TÜBİTAK Sosyal Bilimler Programı ve Raoul Wallenberg Enstitüsü bursiyeridir.
Aybay Vakfı (2010) makale yarışması ödülünün sahibidir.
2006-2008 yılları arasında İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi yürütme kurulu üyeliği yaptı.
Ondan fazla kitap ve çok sayıda makalesi olan Şirin, İngilizce ve Almanca bilmektedir.
Geçmişte Radikal ve BirGün gazeteleri ile Güncel Hukuk dergisinde güncel yazılar yazan Şirin, haftalık yazılarını 2020'den beri T24'te yayımlamaktadır.
|