16 Mart 2025

İmamoğlu’nun diploması elinden alınabilir mi?

Ekrem İmamoğlu’nun diplomasına yönelik girişimler, hukuki dayanaktan yoksun bir geriye yürütme çabasına dayanıyor. 1990 yılında geçerli olan mevzuat açık olup, bugünkü düzenlemeleri geçmişe uygulamak mümkün olmuyor. Üstelik, diplomanın geçersiz sayılması/geri alınması gibi ağır sonuçlar doğuracak işlemler, ancak sahtecilik veya ağır usulsüzlükler gibi olağanüstü hallerde gündeme gelebiliyor

Ekrem İmamoğlu

Ekrem İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanı adayı olma ihtimali baş gösterince soruşturma, dava vb. süreçlerine bir yenisi eklendi. Diploması elinden alınmak isteniyor.

Tartışma çok teknik olduğu için fazlasıyla bilgi kirliliği yaratılıyor. Bu nedenle kısaca da olsa açıklık getirmek istiyorum bazı hukuki terimlere.

Bu yolla, kirliliğe düşmeyelim. Toplum sağlığını koruyalım.  

Sahtelik

Sahtelik, bir şeyin gerçek olmadığı, taklit veya yanıltıcı bir şekilde üretildiği anlamına gelir. Yani aslında olmayan bir belgeyi üzerinde oynama yaparak veya en baştan yaratmaktır sahtecilik.

Ekrem İmamoğlu’nun diploması, İstanbul Üniversitesi tarafından resmî biçimde verilmiştir.

Vaktiyle bir kişinin CİMER’e yaptığı, diplomanın sahte olduğu iddiasını içeren şikâyet üzerine yapılan araştırma sonucunda, diplomanın sahte olmadığı tespit edilmiştir.

Dolayısıyla tartışmanın sahtelik ile bir ilgisi yok.

Denklik

Konumuz bağlamında denklik, bir ülkede alınan bir diplomanın veya belgenin başka bir ülkede veya kurumda geçerli olup olmadığını belirlemek için kullanılan bir kavramdır. Örneğin, yurt dışında alınan bir üniversite diplomasının Türkiye’de geçerli sayılması için YÖK tarafından “denklik belgesi” verilmesi gerekir.

Şunu hemen kaydedelim: Yüksek eğitim kurumları bağlamında denklik, yurt dışındaki bir öğretim kurumunun verdiği diploma açısından önem taşır. Ekrem İmamoğlu’nun diploması, KKTC’deki veya herhangi bir yabancı üniversiteden değil, İstanbul Üniversitesi’nden.

Bu nedenle konunun “denklik” ile doğrudan ilişkisi yok.

Zaten YÖK’ün denklik konusunda yetkisi, 1983’te çıkarılan bir Kanun’da girmiş görünüyor. Bu kavramın net biçimde düzenlenmesi ise, Ekrem İmamoğlu’nun eğitim sürecinden sonra, ancak 1996 yılında çıkarılan bir yönetmelikle (buna 1996 Yönetmeliği diyelim) gerçekleşmiş. Dolayısıyla denklik konusu bile, İmamoğlu’nun yatay geçiş sürecinde de net biçimde düzenlenmiş bir husus değil.

Fakat dediğim gibi meselenin denklikle doğrudan ilgisi yok.

Yatay geçiş

Yatay geçiş, bir öğrencinin kayıtlı olduğu yükseköğretim programından başka bir yükseköğretim programına geçiş yapması anlamına gelir. Yatay geçiş yapmak isteyen öğrenciler, öngörülen sürelerde mevzuatta sayılan koşulları karşıladıklarını gösteren belgelerle başvuru yaparlar. Kurumlar, bu başvuruları değerlendirerek öğrencilerin taleplerini kabul veya reddederler. Yatay geçişler, öğrencilerin başvuru yaptıkları andaki hukuki koşullara göre gerçekleştirilir.

İşte bu konu Ekrem İmamoğlu ile ilgilidir. Zira Ekrem İmamoğlu, 1990 yılında İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi (İngilizce) Bölümüne yatay geçiş yapmış bulunuyor.

Türkiye’de yatay geçiş mevzuatı zaman içinde değişiklikler yaşadı.  Mevcut anayasal düzende, yatay geçiş konusundaki temel norm, YÖK Kanunu’dur (md. 7/e). Bu hüküm, YÖK’e, öğrencilerin yatay geçişleriyle ilgili esasları düzenleme yetkisi vermiştir.

YÖK, buna bağlı olarak ilkin 1982’de bir yönetmelik (buna “1982 Yönetmeliği” diyelim) çıkarmıştır. Bu yönetmeliğin, yurt dışındaki öğretim kurumlarından yapılacak yatay geçişler için getirdiği şartlar şöyledir:

- Yabancı yükseköğretim kurumunda (yabancı dil hazırlık sınıfı hariç) en az iki yarı yıl okumuş olmak,

- Yıl sonu sınavlarını başarı ile vermiş olmak.

1982 Yönetmeliği, 1990 yılında değiştirilmiş ve yeni metinde (buna “1990 Yönetmeliği” diyelim) bu türden yatay geçişlere ilişkin ek koşullar getirilmiştir. Bu metinde, yukarıda sayılanlara ek olarak puanlarla ilgili koşullar eklenmiştir:

- Önceki öğretim sürecindeki not ortalamasının %60 (son sınıfta geçiş yapıyorsa %65) olması,

- Son sınıfta yatay geçiş yapacaksa son sınıfa geçiş notunun %70 olması.

Ekrem İmamoğlu’nun yatay geçiş yaptığı dönemde geçerli koşullar bunlardır. Bu koşullara göre başvuru yapmış, talebi kabul edilmiş ve sonrasında da eğitimini başarıyla tamamlayarak diplomasını almıştır.

Bugün yapılan tartışmalar sonraki mevzuatın getirdiği hükümlerle ilgilidir.

Mesela bugün yurt dışından yatay geçiş yapmak isteyen bir öğrenci için koşullar farklıdır. Zira 2010 yılında çıkarılan bir diğer yönetmelik (buna da “2010 Yönetmeliği” diyelim) konuyu çok daha ayrıntılı ve farklı düzenlemiştir. Bu yönetmelikte, yurtdışı yükseköğretim kurumlarından yurt içindekilere yatay geçiş için kontenjanların ve başvuru şartlarının YÖK’e bildirimi ve ilanına dair usullere yer verilmiş, değerlendirmelerin komisyonlarca yapılma prosedürlerin vb. düzenlemiştir. 2010 Yönetmeliği’nin geçiş yapman isteyen öğrenciler açısından öngördüğü koşulları şöyle özetlenebilir:

- Geçiş yapılacak yurt dışı yükseköğretim kurumunun YÖK tarafından tanınması,

- YÖK tarafından ÖSYS’deki asgari puanlar ile bunlara eşdeğerliği kabul edilen sınavlar ve puanlarına göre sıralama yapılması,

- YÖK’ün veya üniversitelerin kendi getirebilecekleri ek koşulların karşılanması.

Görüldüğü gibi 2010’daki yenilik, “tanıma” koşulunun getirilmesidir.

Tanıma

İmamoğlu vakasında, “tanıma” konusu zurnanın zırt dediği yer. Zira 2010 yılında açıkça getirilen tanıma koşulu, ısrarla sanki aynı netlik 1990 yılında varmışçasına uygulanmak isteniyor.

Tanıma, bir üniversitenin YÖK tarafından geçerli bir yükseköğretim kurumu olarak kabul edilmesi anlamına gelir.

Az önce değindiğim üzere, YÖK Kanunu’nun ilk hâlinde tanımanın koşullarına dair bir hüküm yok. Şöyle ki YÖK, uzun süre boyunca bu konudaki ölçütleri ortaya koyan bir düzenleme yapmamış, hangi yükseköğretim kurumlarının tanınıp hangilerinin tanınmadığına dair bir liste vb. belgeyi üniversitelere göndermemiş.

Eldeki verilerden anlıyoruz ki 1990’lı yıllardan itibaren tekil başvuruların artması üzerine ise YÖK, her bir somut talebe özgü (ilgili yabancı yükseköğretim kurumunu tanıyıp tanımadığına dair) yanıtlar vermeye başlamış.  

1996 Yönetmeliği’nde ise bu kavrama açıkça yer verilmiş. Yönetmelik, yurt dışında alınan bir diplomaya denklik verilmesi için “Denklik Komisyonu” isminde bir birimin görev yapmasını öngörmüş. Komisyon, görevini yerine getirirken diplomanın alındığı üniversite ve programın uluslararası düzeyde veya ikili anlaşmalarla tanınmış ve itibarlı olup olmadığını değerlendirmiş.

Sonra, 2007 yılında yapılan değişiklikte de bir diplomanın denkliğinin verilmesi için bu diplomayı veren kurumun “tanınması” koşuluna açıkça yer verilmiş.  Fakat buralarda geçen “tanıma” ölçütü belirsiz kaldığı için nihayet 2010 yılında (sonradan 2016 ve 2017’de) çıkarılan düzenlemelerle bu kuruma dair ölçütler çok daha ayrıntılı hâle getirilmiş.

İmamoğlu’nun diploması neden elinden alınmak isteniyor?

İmamoğlu’nun diplomasının elinden alınmak istenmesinin nedeni, yatay geçişin usulsüz olması iddiasına dayanıyor. Diyorlar ki “İmamoğlu’nun yatay geçiş yaptığı Girne Amerikan Üniversitesi İşletme Fakültesi, bu yıllarda YÖK tarafından tanınmıyordu; bu nedenle yatay geçişi usulsüzdür.”

Oysa koşul, 1990 yılındaki mevzuatta yok. Aslında o yıllarda hangi yükseköğretim kurumunun tanınıp hangisinin tanınmayacağı konusunda net ölçütler de yok.

YÖK, önceleri tek tek başvurular üzerine bu konuda yanıt üretiyor.

Sonra denklik verirken “tanıma” gerekeceği için “Denklik Komisyonu”na bazı tanıma ölçütleri getiriyor. Nihayet bu konu 2007 ve 2010’dan sonra iyice kurumsallaşıp netleşiyor.

Fakat konu İmamoğlu olduğunda sonraki mevzuat geriye yürütülmeye çalışılıyor.

YÖK’ün herkesin erişimine açık olmayan tekil kararları, kişisel yazışmaları ve yanıtları da dayanak kılınmaya çalışılıyor. Fakat bunlar dahi 1990 yılından sonraki tasarruflar olduğu için bunlar da geriye yürütülmeye çalışılıyor.

Dolayısıyla son derece zorlama bir pratik söz konusu.

“Kazanılmış hak” yok mu?

Varsayalım ki tüm bu süreçte yatay geçiş usule uygun olmasın. Yani yatay geçiş usulsün olsun.

Acaba bir kişinin diploması, 30 yıldan fazla zaman sonra yatay geçişte usulsüzlük var denilerek elinden alınabilir mi?

Eğer söz konusu usulsüzlük, hile, sahte belge vb. türü çok ağır hukuka aykırılıklara dayanıyorsa evet, bu mümkün olabilir. Fakat bunlar çok ayrıksıdır ve mutlaka katı ispat kurallarına tabidir. Bu koşularda bile diplomanın geri alınması/iptali/geçersiz sayılması öyle kolay iş değildir. Meraklısı AYM’nin Şehmus Altuğrul kararını okur.

Ekrem İmamoğlu’nun böylesi bir belgede sahtecilik vs. yaptığına dair ortada bir delil yok.

Peki bu düzeye varmayan usulsüzlükler söz konusu ise, ne olur?

İşte bu durumda “müesses durum” evleviyetle korunur. İdarenin kendi hatalarından hareketle usuli bir hata vuku bulmuşsa, dönüp de hatanın muhatabı kişiye, üzerine otuz yıllık kariyer inşa edilmesinden sonra “ya biz hata yapmışız diplomayı geri aldık” denemez. Denirse ne olacağının yanıtını AYM, Abidin Pişgin kararında vermişti.

Diploma elinden alınırsa idarenin tutarlılığı prensibiyle de çelişir. Kamu menfaatleri ile bireysel yarar arasında kurulması gereken denge bozulur. Hukuk güvenliği diye bir şey kalmaz.

İHAM kararlarını geçen yazımda zaten anmıştım. Burada tekrar etmeyeceğim

Ama bir sonuca bağlayım:

Sonuç olarak görünen köy kılavuz istemiyor.  Ekrem İmamoğlu’nun diplomasına yönelik girişimler, hukuki dayanaktan yoksun bir geriye yürütme çabasına dayanıyor. 1990 yılında geçerli olan mevzuat açık olup, bugünkü düzenlemeleri geçmişe uygulamak mümkün olmuyor. Üstelik, diplomanın geçersiz sayılması/geri alınması gibi ağır sonuçlar doğuracak işlemler, ancak sahtecilik veya ağır usulsüzlükler gibi olağanüstü hallerde gündeme gelebiliyor. Bu konuda ne bir delil ne de somut bir hukuki gerekçe bulunuyor. Dahası, idarenin otuz yılı aşkın süredir geçerli olan bir diplomayı kişinin elinden alması, kazanılmış hakları hiçe sayıyor ve Anayasa Mahkemesi içtihatlarına aykırı düşüyor.

Özetle, burada hukuki bir tartışmadan ziyade, siyasi saiklerle yürütülen bir baskı süreci yaşanıyor diyebiliriz rahatlıkla.

Yargı tacizinde yeni bir perdenin açıldığı bu girişim, hukukun temel ilkeleriyle çelişiyor ve hukuk devleti açısından ciddi bir tehdit oluşturuyor.

Tolga Şirin kimdir?

Tolga Şirin, İzmir'de doğdu. İstanbul Barosu'na kayıtlı avukat ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı'nda profesör olarak çalışmaktadır.

Hukuk alanındaki lisans ve lisansüstü eğitimini Marmara Üniversitesi'nde tamamladı. Lisans eğitimi sonrasında Londra Birkbeck Üniversitesi'nde insan hakları hukuku eğitimi aldı; doktora ve doktora sonrası aşamalarda Köln Üniversitesi Doğu Hukuku Enstitüsü'nde araştırmacı olarak görev yaptı.

TÜBİTAK Sosyal Bilimler Programı ve Raoul Wallenberg Enstitüsü bursiyeridir.

Aybay Vakfı (2010) makale yarışması ödülünün sahibidir. 

2006-2008 yılları arasında İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi yürütme kurulu üyeliği yaptı.

Ondan fazla kitap ve çok sayıda makalesi olan Şirin, İngilizce ve Almanca bilmektedir.

Geçmişte Radikal ve BirGün gazeteleri ile Güncel Hukuk dergisinde güncel yazılar yazan Şirin, haftalık yazılarını 2020'den beri T24'te yayımlamaktadır.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Siyasetin kara borsası: Milletvekili transferleri

Bugünkü hâliyle sistem, seçmeni tamamen devre dışı bırakıyor. Oysa transfer serbestliği korunacaksa bile bir düzenleme şart. Aksi hâlde vekil pazarlıkları, siyasetin doğal parçası olmaya devam edecek. Olan yine, kendisine fena hâlde ayıp edilen seçmene olacak

“İmamoğlu’nun diploması” tartışması yargı tacizinin parçasıdır

Ekrem İmamoğlu ve benzeri şekilde yatay geçiş yapan yurttaşların meselesi yalnızca hukuki bir tartışma değil, aynı zamanda temel bir hak sorunudur. Sonuç doğurmayacak olmasına rağmen hukuk güvenliğini zedelemek pahasına bu tür meselelerin sürekli kaşınması, İHAM tarafından “yargı tacizi” (judicial harassment) olarak ifade edilen sürecin parçası olarak değerlendirilmelidir

Dünyadan önemli anayasal gelişmeler

Romanya Anayasa Mahkemesi'nin adil seçim yapılmadığı gerekçesiyle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunu iptal etmesi, Güney Kore Devlet Başkanı Yon Suk-yol'un sıkıyönetim ilan etmesi ve yargılanacak olması; Türkiye için de demokrasiyi güçlendirme yolunda halkın katılımının ve bilinçli sivil toplum hareketlerinin önemini bir kez daha vurguluyor

"
"