İçişleri Bakanlığı’nda sular durulmuyor.
Bakanlık koltuğunda oturan Süleyman Soylu’nun, organize suç örgütü liderinin açık hedefi olması ve hakkında ağır iddialarda bulunmasının yarattığı siyasi fırtına bir yana, bakanlığın iç dinamiklerinde de hareketli günler yaşanıyor.
Hatırlanacağı gibi, bakanlık üç hafta önce 2021 yılı Mülki İdare Amirleri Yaz Kararnamesi’ni yayımlamıştı.
Büyüteç’te 24 Ağustos’ta kaleme aldığım analizde kararnamenin içeriğini değerlendirmiştim.
Aynı yazıda, ülke genelinde görev yapan 63 vali yardımcısı ve kaymakamın kararname kapsamında kızağa çekildiğini duyurmuştum.
Son kararnamenin en önemli özelliği, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen FETÖ’nün mülki idare yapılanması soruşturmasının gölgesinde hazırlanmasıydı.
Haklarında FETÖ soruşturması yürütülen vali yardımcısı, kaymakam ve Mülkiye Teftiş Kurulu’ndan kimi müfettişler, hukuk işleri müdürlükleri bünyelerine alınarak kızağa çekildiler.
Kararnamenin Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmesiyle birlikte mülki idarede artık rahatlama yaşanacağı düşünülürken, önceki hafta sonu yeni gelişme ve önemli bir gelişme daha yaşandı bakanlıkta.
Aldığım bilgiye göre, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca haklarında FETÖ soruşturması başlatılan kaymakamlardan bir bölümü 27 Ağustos günü İçişleri Bakanlığı’nca ihraç edildi.
Bakanlık Personel Genel Müdürlüğü’nce yürütülen çalışmalar çerçevesinde, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan gelen bilgiler çerçevesinde ilk aşamada 53 mülki idare amirinin “FETÖ’yle bağlantıları olduğu” gerekçesiyle devletle ilişiği kesildi.
Geçen eylülde başlayan süreç kapsamında kaymakamlara yönelik FETÖ soruşturmaları sırasında kamuoyuna yansıyan bilgilerin yarattığı gürültüden rahatsız olan bakanlık yönetimi, ihraç kararlarını sessiz sedasız uygulamaya koydu.
Resmi bir açıklama yapılmadı. Ancak bakanlık personel bilgi sisteminde yapılan kimlik kontrolleri sonrasında ihraçların gerçekleştiği anlaşıldı.
Daha önce Büyüteç’te aktarmıştım. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen soruşturmada 400’den fazla mülki idare amirinin adı araştırılıyor. Ayrıca 40’dan fazla Gülen Cemaati'nin “hususi”ler olarak adlandırdığı “mahrem imam”lar tespit edildi.
Peyderpey operasyonlar yapılıyor.
Sayılara bakıldığında, FETÖ’nün “adliye, Mülkiye, askeriye” hedefinde ne kadar etkin olduğu ve yoğun biçimde örgütlendiği daha net görülüyor.
Halen bu soruşturmalarda adı geçen mülki idare amirlerinin devlete alınırken kimlerin görevde olduğu, kimlerin referans olduğu, sınavların yapıldığı dönemlerde hangi üst düzey isimlerin İçişleri Bakanlığı’nda görevli oldukları isim isim ortada. Herkes, herkesi biliyor.
Bugün FETÖ’cü olduğu anlaşılan mülki idare amirlerinin, 15 Temmuz’dan sonra atamalarına imza konulmasının bir ya da birden fazla sorumlusu olması gerek artık.
Bu konuda son olarak ilave edeyim, bakanlık kaynakları önümüzdeki günlerde yeni ihraçlar olabileceğine dikkat çekiyor.
***
Savcıdan emniyete “ifade özgürlüğü” dersi!
Hakkımda basın savcılığınca yürütülen bir soruşturmanın akıbetini öğrenmek üzere geçen hafta Ankara Adliyesi’ndeydim.
Mevcut dosyanın durumunu araştırırken ilginç bir durumla karşılaştım.
Halen devam eden soruşturmanın yanı sıra geçen nisanda yine basın suçu işlediğim iddiasıyla hakkımda başka bir dosyanın açılıp karara bağlandığına tesadüfen tanık oldum.
Hakkımda açılan dosyanın konusu geçen nisanda “generaller bildirisi” olarak kamuoyuna yansıyan emekli bir grup amiralin içinde yer aldığı gelişmeydi.
Hatırlarsanız, kendi aralarında kurdukları Whatsapp iletişim grubunda kaleme aldıkları bir açıklama nedeniyle iktidarın darbeci olarak tanımladığı 104 emekli amiral hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca adli soruşturma başlatılmıştı.
Bu soruşturma konusunu Büyüteç’te “Amiraller soruşturmasında madalyonun öteki yüzü” başlığı altında ele almıştım.
Söz konusu yazı içeriğinde “haklarında gözaltı kararı verilen emekli amirallerin yakalandıktan sonra Ankara Emniyeti’ndeki gözaltı süreleri boyunca o günlerde FETÖ iddiasıyla yakalanan bazı sanıklarla aynı nezarete konulduklarını” aktarmıştım.
Bu bilgi; hem gözaltına alınan emekli generaller, hem de avukatlarca kamuoyuna duyurulmuştu.
Anlaşılan o ki; bu durumun Büyüteç aracılığıyla kamuoyuna duyurmamdan rahatsız olan Ankara Emniyet Müdürlüğü, bu ruh hali içinde soluğu savcılıkta almış.
Ankara Emniyeti adına harekete geçen avukat Ongun Çağatay Kahraman, hazırladığı suç duyurusunda Büyüteç’te duyurulan olayın “devletin askeri veya emniyet teşkilatını alenen aşağılama, iftira, halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme” suçlarını kapsadığını iddia ederek bu satırların yazarı hakkında TCK’nın 301. maddesi çerçevesinde adli soruşturma yapılmasını talep etti.
Davacı tarafın avukatı dilekçesinde özetle kamuoyuna aktardığım durumla ilgili olarak söz konusu Büyüteç’te emniyet teşkilatını ve personelini hedef aldığımı, gerçek dışı, somut niteleme ve isnada dayanmayan beyanlarla” suç işlediğimi iddia etti.
Bu arada, Ankara Emniyeti’ni fazlasıyla rahatsız ettiği anlaşılan “emekli amirallerle FETÖ’cü zanlıların aynı nezarete konulması” konusunu Büyüteç’ten duyurmam sonrasında Ankara Emniyeti başta olmak üzere soruşturmanın içindeki kurumlardan “bilginin gerçek dışı olduğu yönünde” hiçbir açıklama yapılmadığını hatırlatayım.
Böylelikle, gerçek yaşanan olayla ilgili resmi açıklama yapamayan Ankara Emniyeti, savcılığa yaptığı suç duyurusunda yazılanların gerçek dışı olduğunu savunmuştu!
Gelişmelerden hiç haberim olmazken; sonrasında anlaşılıyor ki, savcılık Ankara Emniyeti’nin şikâyetindeki iddialara karşı savunmama bile gerek görmedi.
Soruşturma savcısı dilekçeyi inceledikten sonra TCK’nın 301. maddesine göre başlatılması istenilen soruşturmada “kovuşturmaya yer olmadığı kararı” verdi.
Gelelim savcının değerlendirmesine.
Görüşünde bazı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarına atıfta bulunan savcı, Ankara Emniyeti’nin şikâyetçi olduğu Büyüteç’te kurumsal anlamda ve bir bütün olarak Türk Emniyet Teşkilatı’nın hedef alınmadığını dile getirdi.
Savcılık kararında, “soruşturma konusu haberlere ilişkin kamu yararı kapsamında değerlendirilebilecek bir kısım bilgileri yayınlamaktan ibaret eylemin ifade ve düşünceyi açıklama özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği” görüşüne yer verdi. Savcı, “bu nedenle eylemin devletin askeri veya emniyet teşkilatını alenen aşağılama suçunu oluşturmayacağı” değerlendirmesinde bulundu.
Savcı, kararında aynı zamanda ders niteliği de taşıyan şu görüşü verdi:
“(…) Demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden birini ve toplumun ilerlemesi ve bireyin özgüveni için gerekli temel şartlardan birini teşkil eden ifade özgürlüğü sadece kabul gören veya zararsız veya kayıtsızlık içeren bilgiler veya fikirler için değil aynı zamanda kırıcı, şok edici veya rahatsız edici olanlar için de geçerlidir.
Bu kapsamda soruşturma konusu yazı içeriğinde şiddete tahrik ögesi bulunmadığı, kamu güvenliğini bozacak nitelikte açık ve yakın tehlikenin ortaya çıkmadığı ve atılı suçun unsurları itibarıyla oluşmadığı değerlendirildiğinden CMK’nın 172 ve 223/2-a maddeleri gereğince ‘kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına’ (…) “
Soruşturma savcısı, TCK’nın 301. maddesinden soruşturma açılması talebine işte bu görüşle, soruşturma başlatılmasına gerek olmadığı kararını verdi.
Bu karar, aynı zamanda gazetecilerin ifade özgürlüğüne yönelik değerlendirmelerine destek veren önemli bir karar olarak adli kayıtlarda yerini aldı.
Ayrıca yine bu karar, yaptıkları olumsuz ya da kamu oyunda tepki doğuran eylemlerde bulunan / bulunacak Ankara Emniyeti’ni yönetenlere de anlayabilecekleri bir ders oldu.