10 Mayıs 2022

Gezi davasında Avukat Can Atalay neden tutuklandı?

Avukat Can Atalay'ın emeğin hakkını, fikir özgürlüğünü, temel insan haklarını, savunmayı, çevre yıkımına karşı durmayı asli bir görev olarak benimsemesi sermaye çevrelerini tedirgin ediyor, hatta korkutuyordu

Gezi davası, yüz binlerin katıldığı bir toplumsal kültür davasıdır. Eylemden hemen sonra açılan ilk davada suç unsuru görülmedi ve yargılama beratla sonuçlandı. Daha sonra Osman Kavala ile başlayan davaya Gezi Direnişi'nde önde olan Taksim Dayanışması sözcüleri, Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman, Can Atalay'ın dahil edilmesiyle yeniden, ikinci kez yargılamaya başlandı. Bu davadan da tüm yargılananlar beraat ettiler.

Mahkeme kararlarına Cumhurbaşkanı Erdoğan ve iktidar müdahale etti. Osman Kavala cezaevi kapısında yeniden tutuklandı. Gezi Direnişi iktidarın isteği üzerine ve ağır baskılarıyla, FETÖCÜ'lerin yarattıkları uydurma kanıtlarla yargılanmaya devam edildi. 25 Nisan 2022 günü sonuçlanan yargılama önceden belirlenen 8 yurtsever aydının ağır cezalara çarptırılarak tutuklanmaları ile sonuçlandı. Gezi davasında lider olarak gösterilen demokrat işadamı Osman Kavala yargılama sürecinde hep tutuklu kaldı. Yargılamanın devamı boyunca birkaç kez tahliye edilmiş, ama anında casusluk isnadıyla yeniden tutuklanmıştı. Sürekli tutuklu kalması isteniyordu. Osman Kavala iktidarın hedefindeki sanıklardandı. Dava ve yargılama onun yok edilmesi üzerine kurgulanmıştı. Ağırlaştırılmış müebbetle cezalandırılması da bu gerçeği kanıtıdır.

Diğer 7 sanık ise Gezi Direnişini bir suç olarak göstermenin yanı sıra, kimi demokrat aydınların Sünni İslam dışı kültürel etkinlikleri örgütlemelerini önlemek için bir korku ortamı yaratmak amacıyla mahkûm edilmişlerdir. Can Atalay, davanın başlangıcında davanın avukatlarındandı. Sonradan davaya sanık olarak dahil edildi. Mücella Yapıcı ve Tayfun Kahraman'la birlikte Gezi Direnişi'nin sembol isimlerindendi. Mimarlar Odası avukatı olarak Danıştay'da Gezi Parkı planlarını iptal ettirdi. Dava süreci boyunca kamuoyu oluşturmak için onlarca STK ve siyasal partinin katılımıyla Taksim Dayanışmasının oluşmasına önayak olanlardan ve sözcülerindendi. Süreç boyunda iktidarın boy hedeflerindendi. 18 yıla mahkûm edilerek tutuklandı. Bu kararın alınmasında iktidarın görünür bir yararı da yoktu. Çünkü kaçma şüphesi yoktu. Dava boyunca kaçma olanaklarına sahipken bu yola hiç başvurmadı. Bu durumu da mahkemede defalarca dile getirdi. 

O zaman sormak gerekir: Avukat Can Atalay niçin 18 yıla mahkûm edilerek tutuklandı? Bu soruyu yanıtlamak için Avukat Atalay'ın meslek hayatını ve yetiştiği aile ortamını tanımak gerekir.

Can Atalay son derece iyi yetişmiş bilgili ve yetenekli genç bir avukattır. Hukukçular arasında büyük bir saygınlığı vardır. Girdiği her davada uluslararası evrensel hukuk kurallarına dayanarak savunma yapar. Avukat Atalay bilgisiz yargıçların korkulu rüyasıdır. Onun için gerçek adalet kanunların kuru maddelerinde değil, evrensel hukuk kurallarının geçerliliğinde aranmalıdır. 

Can Atalay avukatlık belgesini aldığı anda iki tercih karşısındaydı. Ya sermaye sınıfının hizmetine girecek, onun maddi, sosyal ve siyasal gücüne güç katarken, kendisi de büyük paralar kazanacak, zenginleşecekti. Ya da sömürülerek ezilen işçi ve emekçi sınıfların hizmetine koşacaktı. Hukuk devletini, gerçek adaleti, insan hak ve özgürlüklerini savunacaktı. Sevgili Can devrimci Atalay ailesinin en genç üyesiydi. Babası ve amcalarının eski Türkiye İşçi Partisi (TİP) saflarında verdikleri mücadelenin öykülerini dinleyerek büyüdü. Onların, hiçbir karşılık beklemeden toplumun adalet içinde gelişerek kalkınması için ne büyük fedakârlıklara katlandıklarını yaşayarak izledi. Artık genç avukatımız için zenginliğin, servet sahibi olmanın yolu kapalıydı. O da babası ve amcaları gibi sömürüsüz, baskısız, özgürlükçü, çevreci, temel insan haklarına saygılı, eşit haklar temelinde yeni bir düzen için mücadele edecekti. Onu, meslek hayatının ilk günlerinden itibaren, kendisine büyük ücretler ödemeye amade sömürücü patronların karşısında, ama hakları gasp edilen işçilerin, ezilen mazlum emekçilerin, demokrat yazarların, yurtsever çevrecilerin ve emekçi gazetecilerin yanında yer aldığını görecektik. Nitekim Soma'daki büyük madenci katliamında şehit işçi ailelerinin haklarını savunan Can Atalay'dı. Çorlu tren faciasında evlatlarını kaybedenlerin yanında da Can Atalay vardı. Hendek'teki fişek patlamasında ölenlerin davasını savunan da oydu. İktidarın koruması altında doğayı katleden madenci patronların karşısında yine sevgili Avukat Can Atalay'ı görüyoruz. Düşünce ve ifade özgürlüğü kısıtlanan gazeteci ve yazarların imdadına koşan da Can Atalay'dı. 

Avukat Can Atalay'ın emeğin hakkını, fikir özgürlüğünü, temel insan haklarını, savunmayı, çevre yıkımına karşı durmayı asli bir görev olarak benimsemesi sermaye çevrelerini tedirgin ediyor, hatta korkutuyordu. Siyasi iktidar yetiştirdiği ve koruduğu İslami sermayenin ve büyük patronların tedirgin olmalarını istemiyor, Can Atalay'ın avukatlığını tehlikeli buluyordu. Onun açtığı yeni çığırın yaygınlaşmasından endişeliydi. Can Atalay tarzı avukatlığın gelişmesini önlemek ve onu da korkutarak bu yoldan ayrılmaya zorlamak gerekiyordu. İşte Can Atalay bu amaçla tutuklandı. İktidarın bilmediği bir gerçek var: Toplumda benimsenen ve saygı gören bir çalışma biçimini yasaklamak mümkün olmadığı gibi, baskı ile gelişmesini önlemek de mümkün değildir. Sevgili Can'ın da korkarak emeği ve hukuk devletini savunmaktan vazgeçeceğini beklemek bir hayaldir. Bidayet mahkemesinin aldığı, bu yüz kızartıcı kararın kaldırılması, bugün artık yargının onurunu kurtarma davası haline gelmiştir. Türk yargı sisteminin anlına vurulan bu kara lekenin silinmesi ancak, anılan keyfi mahkûmiyet kararlarının esastan bozulması, başta Av. Can Atalay olmak üzere tutuklu sanıkların tümünün tahliye edilmeleriyle mümkündür. 

Üst yargı organlarının, güven kaybına uğrayan yargımızın itibarını yeniden tesis etmek için anılan keyfi ve hukuk dışı kararı esastan bozacaklarına ve sanıklar hakkında tahliye kararı vereceklerine içtenlikle inanıyor ve güveniyorum. 

Yazarın Diğer Yazıları

İkili devlet düzeni ve Anayasa Mahkemesi'nin sorumluluğu

Kısa süreli de olsa geçici acil önlemler almaya ihtiyaç vardır. Böyle acil bir ihtiyacın karşılanması, ancak, en yüksek yargı organı sıfatıyla Anayasa Mahkemesinin devreye girmesiyle gerçekleşebilir

1 Eylül Dünya Barış Günü'nü kutluyorum

HDP'nin 1 Eylül Barış ve Demokrasi çağrısına katılarak toplumsal huzura ve barışa destek olalım

614 dönüm toprağımı İsmail Beşikçi vakfına hibe ettim, bağış doktora bursu olarak değerlendirilecek

"Mülkiyeti bir şahsa ait olsa da toprak halkın malıdır" düşüncesi benim hayat felsefemdir

"
"