Türkiye'de özellikle 1980'lerden sonra güçlenen, kalkınmayı sanayileşmeyle özdeşleştiren yaygın yaklaşım 2000'lerde tarım ve madenciliğin önemsenmemesine kadar vardırıldı. Oysa sağlıklı sanayileşme ancak sağlam tarım ve madencilik üzerine bina edilebilirdi, turizm ve hizmet sektörü yetmezdi. Bu ölçüsü kaçmış eğilim, küresel geç-kapitalizmin neo-liberal politikalarıyla da birleşince çevre ülkelerini adeta yeni-sömürgeler haline getiren bir durum ortaya çıktı.
Türkiye gibi doğal kaynakları ve bu arada maden yatakları oldukça zengin bir ülke bunları kendi işleteceğine sadece yüzde üç-beş pay karşılığında yabancı-yerli ortaklıklara peşkeş çekiyor. Gangster şebekeleri gibi çalışan şirketlerin arkada bıraktığı atıkları temizleme işini devlet yükleniyor, şirketlere teşvikler ve vergi indirimleri uyguluyor.
* * *
Bir yandan tarım öldürülüyor. Tarım arazileri küçülüyor, hayvancılık geriliyor. Köylünün, çiftçinin girdi maliyetleri yükseliyor, tarladaki satış fiyatları ürünler kentlerdeki tüketiciye gelinceye kadar dört-beş kat artıyor (tüketicinin şikayetleri ve aracı sorunu ayrı bir konu), hükümet destekleme alımlarını sürdürmüyor, Toprak Mahsulleri Ofisi işlevini yerine getirmiyor, belediyeler temel gıda maddelerinin dağıtımı işine gerektiğince girmiyor.
Hükümet girdi fiyatlarını düşük tutacağına ve sübvansiyone edeceğine devamlı zam yapıyor, üretim açığını kapatıyorum diyerek ithalat yaparken yabancı firmaları kayırıyor ve yerli üreticiye fahiş fiyatlar uyguluyor, bir zamanlar ülkenin kendine yeterli olduğu ürünlerde bile ithalat yapıyor. (Siyasetçiler ve bürokratlar bu kurgudan tam ne çıkar sağlıyorlar, elde veri yok.)
Girdilerin hepsinin fiyatları ve maliyetleri üretimciyi zorluyor: Yakıt, elektrik, gaz, yem, gübre, tohum, ilaç, kredi, faiz, ulaşım, aracı payları…
Ayrıcalıklı maden firmaları yerin altını kuruturlarken, yerin üstünü de başta zeytinlikler olmak üzere yoluyorlar; partili bürokratlar sel-yangın-deprem felaketlerinde tarım arazisi vasfını kaybeden toprakları imara açıyorlar ve sermaye gruplarına peşkeş çekiyorlar. Tarım arazisinden eksilten uygulamalar arasında şunlar da var: 3 km yasağına karşın zeytinliklerin dibine giren maden hafriyatı ve taş ocakları, enerji santralleri, dereler üzerine kurulan HES'ler, vs. Tahrip edilen zenginlikler arasında yerli ve yancı sermayeye peşkeş çekilen kıyılar ve koylar, sit alanları, antik kentlerin arazileri, her türlü kamu malı, hazine arazileri de var. Zehirlenen akarsular, (ve hava) yasak olmasına rağmen kullanılan siyanürle zehirlenmiş muazzam toprak kütleleri ve posaları da cabası.
* * *
Öbür yandan gangster şirket kartelleri yeryüzünü talan ediyorlar. Başta altın olmak üzere ülkelerin madenlerine ve doğal kaynaklarına çöküyorlar. Emperyalist kapitalizm giderek vahşileşiyor. Kontrolündeki çevre ülkelerinde kendine yerli ortaklar/acentalar bulup, o ülkenin işbirlikçi hükümetleri / iktidar partileriyle el ele yağma düzeni kuruyor, son moda Eldorado'lar ve "şirket-kentleri" yaratıyorlar.
Rockefeller'lar 1930'larda ABD'de madenci grevlerini kırmak için paralı katil Pinkerton şirketini tutmuşlar, maden işçilerini kurşunlatmışlardı ("Ludlow Massacres"). Bugün Türkiye'de ise direnen ve topraklarının altını üstünü korumaya çalışan köylüler jandarma şiddetine maruz bırakılıyor, yaşlı köylü kadınlar dövülüp yerlerde sürükleniyor. Erzincan'daki son altın madeni faciasından (dokuz ölü ve her türlü çevresel zayiat) önce de yirmi yıl boyunca yağma düzeniyle mücadele eden Sedat Cezayirlioğlu'na hiçbir hukuki dayanağı olmadan, ailesinin 400 yıldır yaşadığı, doğup büyüdüğü köyüne 4 km'den fazla yaklaştırılmaması gibi seyahat özgürlüğüne aykırı bir Orta Çağ tasarrufu uygulanıyor.
Erzincan'ın İliç ilçesinde Anagold şirketine ait Çöpler Altın Madeni'nin bulunduğu alanda, 13 Şubat saat 13.00 sıralarında siyanürlü toprağın yığıldığı bölgede toprak kayması ve göçük meydana geldi.
* * *
Meseleye bakarken resmin ihmal edilmemesi gereken çok hazin bir yanı daha var. Son facianın en başta gelen kurbanları olan köylülerin, birçok başka yerde olduğu gibi, maden şirketleri ve simsarlarınca ikna edilmesi var. Köylüye, ileride dava açmamak koşuluyla 130 biner lira verilmesi, eğitimsiz köylülerin maden şirketlerince ABD'ye bilgi ve görgü artırma gezilerine götürülmeleri gibi.
Son söylediğimizden yanlış bir toplumsal rıza çıkarımı yapacak değiliz. İşin gerçek yüzlerini köylüye anlatmak, onu bilinçlendirmek muhalefete düşerdi. Siyanürlü muazzam atık toprak kütlelerini tasfiye etmek için 400 bin kamyon gerekir diyerek bu saatte işin imkansızlığını ima eden bakanlar, bunu bilmiyorlar mıydı? Niye bu yönteme izin verildi? Gangster şebekesinin bu yığını arkasında bırakıp sıvışacağı belli değil miydi? Nal toplamak devlete mi düşerdi?
* * *
Deveye sormuşlar: Boynun neden eğri? Devenin yanıtı: Nerem doğru ki… Deve hiç değilse eğriliğini kabul ediyor. Dalavereli işlerle ilgili bir söz vardır: Bu hırsızlık ikinci bir hırsızlığı kaldırmaz diye. Türkiye'de bunu da yanlış çıkardık. Son büyük depremde binası yıkılan bir müteahhidin, alelacele yaptığı yeni binayı daha da çürük yaptığı haber oldu son günlerde. Bakalım bu son maden cinayetinin sorumluları da eğrilik üstüne daha ne eğrilikler koyacaklar.