11 Haziran 2019

S 400, Patriot ve çaresizlik

ABD’nin S400’lerin NATO sistemleri ile uyumlu olmadığı ve F35 savaş uçaklarının teknik özelliklerinin Rusya’nın eline geçeceği savları gerçeklerle bağdaşmamaktadır

AKP iktidara geldiği günden beri sık sık tekrarlanan, hikmeti kendinden menkul, “Bizden önce Türkiye ABD’nin ve Batı’nın sözünden çıkamazdı!” safsatasının doğru olmadığının az bilinen ama önemli bir kanıtı, belki şaşıracaksınız ama Türkiye’nin AKP iktidarından önceki yıllarda füze sahibi olma konusundaki tutumudur.

Türkiye 1990’lı yıllarda, ABD’nin bütün ısrarına ve baskısına karşın, kendi füzesini üretecek teknoloji kendisine verilmediği sürece FTKR’ne (Füze Teknolojisi Kontrol Rejimi-MTCR Missile Technology Control Regime)* üye olmayı reddetmiş ve bu tutumunu, başta ABD olmak üzere Batı’ya kabul ettirmiştir. Yıllarca bu görüşmeleri bizzat yürüten kişi olarak bunun birinci elden tanığıyım.

Bu gerçeği saptadıktan sonra, son aylarda ateşli tartışmalara ve her kafadan bir ses çıkmasına neden olan S400 olayına, ayrıntıda boğulmadan bakalım.

Türkiye’nin etkili bir hava savunma sistemine gereksinimi vardır. Bu bir ulusal güvenlik sorunudur ve çözümü hiçbir başka ülkenin kararına, ihtiyarına, insafına bırakılamaz.

Son yıllarda Ege’de, Doğu Akdeniz’de ve Ortadoğu’da yaşanan ve bir bölümüne yanlış politikaları nedeniyle Türkiye’nin katkıda bulunduğu gelişmeler ve başta ABD olmak üzere “müttefiklerimizin!” tutumları bu gereksinimi daha da ivedi ve önemli hale getirmiştir.

ABD’nin Türkiye’ye, diğer NATO ülkeleri ile aynı koşullarla Patriot vermekteki gönülsüzlüğü nedeniyle iki Körfez savaşı ve Suriye bunalımı sırasında hava savunmamız için gerek duyduğumuz Patriot füzelerinin Hollanda, Almanya ve İspanya gibi NATO üyesi ülkelerden, personeli ile birlikte geçici olarak ülkemizde konuşlandırılmış olması Türkiye’nin yeniden ciddi bir güvenlik değerlendirmesi yapmasını gerekli ve zorunlu kılmıştır. Ancak Türkiye’nin de, elinde Körfez ve Suriye harekâtları gibi çok ciddi fırsatlar varken, kendisine önerilen konuşlandırma seçeneğini kabul ettiği, ABD’den diğer NATO ülkeleri ile aynı koşullarda Patriot talebinde bulunmadığı da unutulmamalıdır.

Türkiye’nin bu yeni güvenlik değerlendirmesini yaparken, müttefiklerinin yukarıda kısaca özetlediğim tutumunu da dikkate alarak başka seçenekleri ve tedarikçileri de göz önünde bulundurması haklı ve doğru bir davranıştır.

Bu değerlendirme, Rus yapımı S400 füzelerinin, teknik nitelikleri açısından Patriot’lardan çok daha yetenekli olduğunu da ortaya çıkarmıştır ki bu gerçek, dünyanın önde gelen savunma yayınlarında zaten yıllardır açıkça yazılmaktaydı.

Bu koşullarda Türkiye’nin S400’leri tercih etmesinde anlaşılmayacak bir yön yoktur.

ABD’nin S400’lerin NATO sistemleri ile uyumlu olmadığı ve F35 savaş uçaklarının teknik özelliklerinin Rusya’nın eline geçeceği savları gerçeklerle bağdaşmamaktadır.

Hangisi olursa olsun füzeler, kendi başlarına bir savaş aracı değillerdir. Motoru çalışıyor olsa bile şoförü olmayan otomobiller gibi.

Bir füzenin işlevini yerine getirebilmesi onun hedefe yönlendirilebilmesine ve ona komut verilmesine bağlıdır ki bu da radar ile olur. Kısacası radar bağlantısı olmayan bir füze, sadece içinde patlayıcı bulunan bir metal yığınıdır.

Füzeler ve radarlar hangi yazılımı yüklerseniz o yazılıma göre çalışırlar.

Radarın kilometrelerce öteden gördüğü bir nesneyi dost-düşman ayrımına tabi tutabilmesi ancak üzerine yüklü yazılım ile olanaklıdır. Radar gördüğü nesnenin düşman olduğuna karar verirse bu bilgiyi füzeye aktararak onun harekete geçmesini sağlar.

Bu nedenle hangi füze sistemi olursa olsun eğer üzerine NATO yazılımları yüklenmişse dost-düşman ayrımını buna göre yapar. Bu yazılımın yüklenmesi de, herhangi bir füzenin uygun yazılım yüklenerek NATO ve/veya Türkiye ulusal radar sistemleri ile uyumlu hale getirilmesi de imkânsız değildir. Kaldı ki bir ülkenin envanterinde bulunan füze sistemlerinin tümünün aynı yazılıma sahip olması da gerekli değildir. Ülkelerin değişik tehdit algılamalarına karşı farklı yazılımlar kullanmalarında bir gariplik yoktur. Diğer bir değişle örneğin bir NATO ülkesi, NATO genel tehdit algılaması dışında bir tehdit algılamasına sahipse buna karşı NATO dışında önlem alabilir. Türkiye’nin örneğin Ege, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu açısından durumu bu örneğe uymaktadır. Bu açıdan Ege Ordusu’nun kuruluş nedeni unutulmamalıdır.

F35’ler hakkında bilgi toplaması için S400’lerin Türkiye’de konuşlandırılmasına gerek yoktur. İleride örneğin İncirlik’te veya doğu Akdeniz’deki uçak gemilerinde bulunacak ABD F35’leri ile ilgili bilgiler halen Suriye’de bulunan S400 radarları vasıtasıyla zaten kolayca toplanabilir.

S400’lerin özellikle Yunanistan’ın ve henüz bu konuda açıkça görüş belirtmemekle birlikte Yunanistan’ı ve ABD’yi konuşturduğunu düşündüğüm İsrail’in canını sıkmasının nedeni ise bu sistemlerin Türkiye’ye Ege, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da önemli bir hava savunma üstünlüğü sağlayacağı gerçeğidir.

Özetle “Türkiye bağımsız bir ülke olarak ulusal güvenlik gereksinimlerini yeniden değerlendirmiş, etkili bir hava savunma sistemine sahip olma haklı talebinin karşılamasına bugüne kadar yardımcı olmamış hatta bunu engellemeye çalışmış müttefiklerinin bu tutumlarını da dikkate alarak S400 seçimini yapmıştır.” demek yanlış olmaz. Tabi bu seçim, gerçekten de yukarıda kısaca özetlenen akılcı bir değerlendirme sonucunda ve ülke savunması amacıyla yapılmış; ayrıca bu tercihin Türkiye’nin NATO ana tehdit algılamasından -Rusya- ayrılmaya yöneldiği -eksen kayması- izlenimini verebileceği gözden uzak tutulmamış ve bu algının nasıl bertaraf edileceği ciddi biçimde düşünülmüşse.

Peki sorun nedir? “AKP işbaşına geldiğinden beri tam bağımsız olmuş, güçlü!” Türkiye neden bu seçimi dolayısıyla hem Batı hem Rusya ile büyük bir sıkıntıya düşmüştür?

Bu sorunun yanıtı tek bir cümlede özetlenebilir: Türkiye, AKP iktidarının izlediği iç, dış ve ekonomi politikaları; üst yöneticilerinin zafiyetleri nedeniyle bölgesinde ve dünyada ağırlığını; pazarlık gücünü kaybetmiş, seçeneklerinin hemen tümünü yitirmiş bir devlettir. Böyle bir Türkiye, -eğer daha Tanzimat’tan bu yana hedef olarak görülen Batı içinde yer almaktan vazgeçip bütünüyle Rusya’ya bağlanmak amaçlanmıyorsa- kendisini tek bir seçenek ile karşı karşıya bırakmıştır: Batı-NATO savunma sistemine geri dönmek; kendisine verilenle yetinmek, ayrıca 2002 yılından bu yana izlediği yanlış dış politika, verdiği, taraf değiştirebileceği kuşkusunu uyandıran mesajlar ve belki hepsinden daha da önemlisi, çökmek üzere olan ekonomisi nedeniyle bu geri dönüş için bir de önüne konacak çok ağır bir faturayı ödemek.

Sorun  “S400 mü? Patriot mu?”, “Rusya mı?ABD-NATO mu?” değil bilgisizlik, deneyimsizlik ve beceriksizlik nedeniyle içine düşülen derin çaresizliktir.

Süha Umar

Dipnot:

*Füze teknolojisinin yayılmasını dolayısıyla mevcutlara ek olarak başka ülkelerin de füze yapabilmelerini önlemeyi amaçlayan kontrol rejimi.

Yazarın Diğer Yazıları

Gündemi akıldan çıkarmamak

Yönetim İstanbul seçimini yeniletmekle, kendi meşruiyetini yine kendisi ortadan kaldırmıştır

"Monşer" aklı

Anayasa değiştirilirken, bir zamanlar kendisine de doğruları göstermeye çalışan “Monşer”ler kadar bile dik duramayan Davutoğlu “zehir, zemberek” açıklama yapmış

Artık Türkiye’nin tek gündemi var

Kılıçdaroğlu’nun, “halk erken seçime zorlayabilir”  sözleri doğru ancak eksiktir