14 Temmuz 2020

Çokkültürlülüğün bir Türkiye serüveni

Cumhuriyet döneminde yaşananlara bakınca çokkültürlülüğün ilk defa ihlal edilmediği sabittir; ama cılız da olsa, umut umuttur

İki tokat daha: İlki, ülkenin, en az yüzde kırk beş -belki yüzde ellisini oluşturan, Cumhur İttifakı ve onun çeşitli temsilcileri ile yakın/sıcak ilişki kuramayan, tüm dünyada çokkültürlü, çok renkli ve eşitlikçi demokrasilerin egemen olmasını isteyen insanlara. İkincisi ise doğrudan yüzümüze.

İlki, "Dünya Kültür Mirası"nın bir parçası olan Ayasofya (kilisesi-camisi-müzesi) hakkındaki Danıştay'ın onay verdiği ve Cumhurbaşkanı'nın benimsediği camiye dönüştürme kararı. İkincisi baroların çoklu barolara bölünmesi: Bunun yansımaları ve pratik olarak ne anlama geldiği konusunda daha fazla bilgilenmem gerekli. Oysa Ayasofya konusu, anlatmaya çalışacağım nedenlerle, aynı derecede sıcak, çok da can yakıcı ve biraz araştırıp yazabileceğim bir konu.

Çünkü M.S. 6. yüzyılda inşa edilmiş Bizans Kilisesi'nin bir müze olarak korunması, her şeyin ötesinde, çok erozyona uğramış olsa bile, Türkiye'de hâlâ bir yerlerde, bir şekilde bulunabilecek çokkültürlü anlayışın bir koca sembolü idi.

Kimler için? Benim gibiler... Ama sadece bizler de değil... Sadece Ortodoks Hristiyan da değil, çeşitli Hristiyan ve hatta Yahudi, hatta Sünni Müslümanlık'tan farklı dinlere inanan ama sözleri pek edilmeyen nice insanlara. Ezidilere mesela, Şiilere, Alevilere, mesela, Lozan azınlıkları ve hatta Hristiyan oldukları halde resmen onlardan sayılmayan (maalesef) Süryani ve Keldanilere, kökleri Hindistan'a giden ve artık antik dinleri ile bağlarını yitirmiş Romanlara ve daha nice Türkiyeli agnostik ve/ya ateist ve çeşitli dünya vatandaşına ve hatta dinlerle pek ilgisi olmayan ama sayıları da az olmayan insanlara... Yani, müze statüsünün, ülkedeki asgari çokkültürlü statükoyu devam ettireceğine inanan ama Müslümanlar için ibadete açılmasının, hayatlarını epey altüst edebileceğini düşünen binlerce kişiye: Farklılar için bir var oluş sembolünün yok edilmesi, bir umudun yitirilmesi...

Cumhuriyet döneminde yaşananlara bakınca çokkültürlülüğün ilk defa ihlal edilmediği sabittir; ama cılız da olsa, umut umuttur. Müze Ayasofya da ben ve benim gibiler için ve Amin Maalouf'un "Ölümcül Kimlikler" olarak sözünü ettiği çok çeşitli farklılar için, ayrıksı düşüncelerimiz ve tuhaflıklarımız ile birlikte burada var olabileceğimizin umudu idi.

Ne demek istediğimi aklıma saplayan bir "WhatsApp" notu... Üniversiteden bir sınıf arkadaşım yurtdışından panik içinde yazmış: Şimdi ne yapacağız? Ben de bilmiyorum. Türkiye'de sayıları artık ve maalesef binlerle ifade edilen Lozan azınlıklarından biri. Rumlar gitti. Ermeniler gitti. Yahudiler gitti. Lozan azınlıklarından sayılmayan Süryani ve Keldanilerin bile önemli bir kısmı yurt dışında artık. Arkadaşım ülkedeki en iyi üniversitelerinden birinden mühendis çıkmıştı. Şimdi, kara kara düşünüyor: Dönebilir miyim? Yani, hayat eskisi gibi devam eder mi, yoksa, yavaş yavaş bizi de fareli köyün kavalcısı ve diğer fareler ile birlikte evlerimizden kovalarlar mı?

Haklı diye düşünüyorum. Bugün ona kim ne garantisi verirse versin, aynen farklı dönemlerde Rumların, Yahudilerin, Ermenilerin Türkiye'yi terketmek zorunda bırakılması gibi, kalanlar da günün birinde "artık sizin burada işiniz/yeriniz yok" diye, ne bileyim resmi bir belge ile Türkiye dışına çıkmaya mecbur edilebilir. Niye olmasın?

Tarihe bakmaya, Osmanlı dönemine gitmeye gerek bile yok. 1980'lerin ortalarından başlayarak Cumhuriyet tarihi hakkında çeşitli gazeteci ve yazarların, arşiv tarayarak ve sözlü tarih sayesinde öğrenip yazdıkları o müthiş özenli kitaplar sayesinde öğrendiklerimiz yeter de artar bile (ama bunları ders kitaplarında asla bulamazsınız).

1934 yılında, Çanakkale'den, Çatalca ve Kırıkkale'ye kadar çeşitli kasaba ve kentlerde, Rum/Ermeni/Yahudi azınlıkların evlerini yurtları terk etmeleri istenmesi... 6 Nisan 1941 yılında Nazi Almanyası Yunanistan’ı işgal edince, Türkiye’ye saldırmaları olasılığına karşı, tümü Müslüman olmayan erkeklerden oluşan "yirmi kur’a yedeklerin askere alınması"... 1942 Kasım ayında iktidardaki CHP'nin çıkardığı, sadece azınlıklar ile dönmelere uygulanan Varlık Vergisi (ödeyemeyenlerin de Aşkale'ye taş kırmaya gönderilmesi)... Demokrat Parti'nin iktidarda olduğu dönemde Türkiye'nin "Kristal" gün ve gecelerini simgeleyen 6-7 Eylül 1955 olayları veya, 16 Mart 1964te çıkarılan bir kararname ile, Kıbrıs meselesi öne sürülerek Türkiye’de yaşayan Yunanistan pasaportlu Rumların 48 saat veya 10 gün içinde sınır dışı edilmesine karar verilmesi ile ve resmi rakamlara göre 13 bin Rum'un Türkiye'yi terk etmek zorunda kalması... (28. Hükûmet yani, İsmet İnönü'nün başkanlığında Cumhuriyet Halk Partisi tarafından kurulan ve bağımsız milletvekillerinin desteklediği azınlık hükûmeti zamanında.)

Dünyada da olmamış, görülmemiş, eşi benzeri yok bir olgu bile değil, insan var oluşunun başından beri... Ezcümle, bence, mesele sadece çok önemli bir tarihi kilisenin önce cami, sonra müze sonra tekrar camiye dönüştürülmüş olması değil; bu ülkede farklı kimliklere sahip kişilerin, cami-kilise-müze üzerinden kendilerinin de bu coğrafya da hem simgesel hem de somut bir yeri ve buraya ait olduğunu bilmesi, hissetmesi ile ilgili. Bundan da öte; dünyadaki her tür, her çeşit kimliğin, bu çoğunluğu Müslüman ülkede yaşayabileceğini, var olabileceğini hissetmesi.

Ve değiştirilen simgelere eşlik eden fiziki uygulamalar ile birlikte ortaya dökülen panik: Yarın öbür gün burada "som TSM (Türk-Sunni Müslüman) altını olmamamız nedeniyle, bizi de Danıştay'a sordurup kapı dışına atarlar veya hakkanî olmayan bir muameleye maruz bırakabilir mi?" kaygısı.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında çağdaş "meslektaşlarının" oluşturduğu Frankfurt Okulu'nun hiçbir zaman tam üyesi olamayıp, onlarla aynı zamanda ABD'ye de iltica edemeyip ardından, Alman işgalinin arefesinde çarnaçar Fransa'ya sığınan Berlinli Walter Benjamin tanınmış bir düşünür/yazar ve bir Yahudi idi. Almanların kendisini yakalamak istediğini öğrenince benzer durumdaki pek çok kişi gibi Fransa-İspanya sınırından ABD'ye kaçmayı tasarladı. Bu amaçla, yine pek çok Yahudinin yaptığı gibi, yanında beş on kişiyi öldürmeye yetecek kadar morfin, sınırdaki Port Bou'ya geldi ve bir otele yerleşti. Sınırı geçmeyi beklerken Almanların kapıyı kapattığını öğrendi. Otele döndü ve intihar etti.

Ölmeden kısa bir süre önce tamamladığı "Tarih Felsefesi Üzerine Tezler" denemesinin 7. bölümünde şöyle yazmış Benjamin: "Dünyadaki çok çeşitli medeniyetlere ait hiçbir belge yoktur ki, aynı zamanda barbarlığın da bir belgesi olmasın."

Yazarın Diğer Yazıları

Açıkkkk

Herkese ama özellikle tüm Açık Radyo çalışanlarına bol sevgi, çok çok çok saygı ve çooook teşekkürlerimle

İnananların affına, umursamazların aklına, inanmayanların bağrına sığınarak...

Şimdilerde ise inançlı kişileri ve inançlarını korumaya almam, bunu üstüme vazife edinmem eş-dosta da biraz tuhaf geliyor olabilir.

Feleğin sillesinden geçmiş solcular, dinci sağcılara çektirilen acıları göremez iken

Dolayısı ile 21. yüzyılda ülkedeki “Kötülük Özneleri” sayısı bir arttı. Kürtler, ama artık özellikle silahlı PKK, solcular ve Alevilere, Fetullah Gülen'in silahsız hareketi “yoldaş” edildi.