07 Ekim 2021

İnananların affına, umursamazların aklına, inanmayanların bağrına sığınarak...

Şimdilerde ise inançlı kişileri ve inançlarını korumaya almam, bunu üstüme vazife edinmem eş-dosta da biraz tuhaf geliyor olabilir.

Dinsiz-imansızın teki olduğumu daha önce de yazmışımdır.  

İnançlılara saygım sonsuz; ama ben henüz yedinci sınıfta isyan bayrağını çekmiş, önce anne/babama, sonra da okul idaresine din dersine girmeyeceğimi ilan etmiştim. Babam memnun olmuş muydu emin değilim; anlayamadığım Arapça duaları Türkçeye çevirmek, açıklamak ve ezberletmekle sorumlu kişi o idi. Mütalaa odasında epey yalnız saatler geçirdiğim doğrudur. Koca odada tek kişi, biraz tedirgin olurdum:. Ama sonunda alıştım. 

Şimdilerde ise inançlı kişileri ve inançlarını korumaya almam, bunu üstüme vazife edinmem eş-dosta da biraz tuhaf geliyor olabilir. Sadece Dünya'da da değil (doğal olarak tüm kainatta yapmam gerekir), ama pratikte ve hatta esas olarak Türkiye'de.  

Hem de bu arada, ayrıca, sevdiğim-saydığım bir kısım insanı karşıma almış, kendimi de iyice yalnızlaştırmış oluyorum. Yakın ve uzakça çevremdeki kişilerin büyük çoğunluğu, çünkü, Tanrı-tanımaz değil, dinsiz değil, ateist değil, sadece nominal Müslümandır. 

Nasıl? 

Çoğu CHP'linin, hatta çoğu Türkiyelinin olduğu gibi. Babamın, tüm sülalemin, belki sizin de, hatta eminim, karşı komşunuzun, veya yakın bir üniversite arkadaşınızın olduğu gibi.  

AKP Hükümeti'nin bu, kendinden farklı (farklı mı gerçekten? neden farklı? nasıl farklı???) dini bütün gruplara yaptığını görünce, tepemin atıp karşı saldırıya geçmemi de garipsiyorlar belki.  

Dolayısıyla, benim “sahici Müslümanlarla, gerçek dindarlarla işim ne”?  

Öte yandan ben Fetullah Gülen (FG) düşünce ve edimlerine yakın kişileri, haklarında bol dedikodu yapıldığı zamanlarda da yadırgamadım. İnsan yaratığı türlü çeşitli diyerek, (Üniversite'de Humanities dersi veren Prof. Stratton derdi: “Ahh Ahh, insan türü-insan türü, dünyayı oluşturmak için her çeşidine, her birine ihtiyaç var (Human kind-human kind, it takes all sorts to make the world”). Pek yakınları olmadığım Fetullahçıları da, o çok çeşitli türlerden biridir içeriği ile algıladım. Zaten AKP’li, Saadet veya Refah Partili veya Türkiye'de kurulmuş herhangi diğer bir Sunni İslam odaklı grup-dernek veya partililerin düşüncelerinin tıpkı-basım değil, birbirinden az da olsa farklı olabileceğini benim kadar her aklı-başında Türkiyeli de tahmin edebilir. Öte yandan, ülkede Alevilerin bir siyasi partisi yoktur. (Olsa, başlarına neler gelebileceğini düşünmek bile moralimi bozuyor.) 

Ama zaten konu farklar değil. Genel olarak farklılara çok benzediği halde sırtını dönmek, yüzüne bakmamak, kendinden uzaklaştırıp, “terbiye etmeye kalkmak” veya “gerektiğinde" de cezalandırmak gibi... 

On yıl ABD gibi din açısından çok çok çeşitli Protestanların birbirinden farklı ve inanılmaz çeşitli kiliselerin var olduğu bir “garip” ülkede yaşayıp düzenli Protestan veya Katolik kiliselerine kayıtlı, beyaz Protestan Amerikalılardan kimsenin anlamadığı tuhaf dillerle konuştuğu- (speaking in tongues), yılanlarla dans ettiği, tavuk kestiği, transa girdiği, veya mesela Batı Virginia gibi yerlerdeki düzen kiliselerinden çok çok farklı Protestan kiliselerini ve inançlarını nasıl özgürce sürdürdüklerini gördükten sonra, FG düşüncesine yakın hissedenler hiç tuhaf gelmemişti. (Hayat çeşitliliktir!) Hatta Fetullah Gülen takipçileri, ABD'deki çok çeşitli Protestan kiliselerine gidenlere göre epey düzen-içi, sıradan ve hiç de tuhaf değildiler (olsalardı da fark etmezdi- ayrıca)- ta ki 17-25 Aralık 2015'e veya 15 Temmuz 2016'ya kadar.  

FG ve takipçileri bağlamında, Türkiye'deki çok çeşitli devlet kurumlarında, özellikle de adalet ve polis teşkilatlarında örgütlü olmalarından rahatsız olmuşumdur. Buna da şahsen tanık olmadım... Sadece gazete haberleri ve kısmen de, bir dönem Hanefi Avcı kitaplarından edindiğim bilgi.  

Geçen haftaki yazımdan sonra, geçmiş dönemde telekom ve bilişim sektöründe de sayılarının epey kabarık olup, olumsuz davranış ve içeriklerle (mobbing, kadınların elini sıkmama, gruplaşma, iş yeri üretiminde kimseye yaşama şansı bırakmama  gibi) davranışlarla, orada da epey aktif olduklarını, en büyüğünden en küçüğüne, boy- boy çeşitli dolaplar çevirdiklerini öğrendim.  

Doğal olarak bunların hiçbiri benimseyip kabul edebileceğim davranışlar değil. Öte yandan, ama, iş yerlerinde çok büyüğünden en küçüğüne, çok çeşitli üçkağıt çevirmek o kadar yaygın ki hiç de şaşırmadım. Mobbing deseniz, en iyi üniversiteden, en küçük yayın evine kadar, her yerde var... Üniversiteden ayrılmadan önce, fakültemizdeki üç asistanın, birbirinden habersiz, bana bir kaç hocayı şikâyet ettiğini çok iyi anımsıyorum. Çeşitli üniversitelerden akademisyen arkadaşlarım arasında da benzeri olaylar sık anlatılır. 

Televizyonların büyük keyifle Prof. Celal Şengör'ü bir yayından öbürüne nasıl davet ettiğini de henüz unutmadım. Oysa daha bir hafta önce kendisi, utanmadan, genç bir kadın öğrencinin eteğini kaldırıp bacağına nasıl şaplak attığını gurur ve keyifle, Twitter'a fotoğrafı eşliğinde yazıp koydu.  

Hayat tüm çeşitliliği, renkleri ve pisliği içinde epey-epey tuhaf bir yer! 

[email protected]

 

  • Geçen haftaki yazım ile ilgili bir kaç e-posta aldım. Önce okuma zahmetine katlananlara çok teşekkür ederim. Sonra da hatalarımı düzeltenlere: Ahmet Kuzik örneğin “Feleğin sillesinden değil, çemberinden geçilir; sillesi yenir” yazmış. Utanç verici bir durum benim için. “Haziran 1516” ismi (rumuzu?) ile yazan kişi de Ahmet Kaya için “sılada öldü” yazmanın ne kadar ayıp olduğuna değinmeden “'sıla hasretiyle öldü'doğru olurdu” demiş. T24 çalışanları Fethullah sözcüğünü Fetullah olarak düzeltmiş. Çok teşekkür ederim. Ve ben bu hatalara rağmen yazmaya devam ediyorum gördüğünüz gibi.
  • Oya Baydar ve Aydın Engin'e yazımdaki ana fikre destek verdikleri için çok özel ve büyük bir teşekkür borçluyum. “Bulunduğum düşünsel alan” - büyük bir çoğunluğun sadece belli sayılı mağdurluklarda hemfikir olmadığı yer- Kürt sorunundan örneğin, epey, epey farklı ve yalnız ve yasaklı bir dünya. Hele onlar gibi çok değer verdiğim iki insandan gelen bu bağlamdaki iki e-posta yüreğime su serpti. 
  • Prof. Atadan Tunacı ise “Sizin bahsettiğiniz geçmişin olumsuzluğunu sırtında hisseden kitleler sanırım salt geriatrik popülasyon. Çünkü Yapay Zeka ile uğraşan veya İmam Hatipten Tıp fakültesini kazanan çocukların İnönü dönemi ile korkutulduğundan emin değilim. Yani 30,9 u açıklamak için başka değişkenler de olmalı, özellikle bu bir an. Düşen bir cismin anlık fotoğrafı gibi...3 ay sonra %26'yı sorgulamayacağınızdan emin misiniz? Ayrıca pek çok hastalıktaki gibi olayın çok nedenselli olduğu kanısındayım. Sonuçta amacım sizi eleştirmek değil aksine şükranlarımı sunmak. Ve eklemiş: “Buradan hareketle çok parametreli siyasi, ekonomik, fütüristik değişiklikleri değerlendiren ve bir daha bu durumlara düşmemizi önleyecek daha detaylı değerlendirmeleri sizden beklemem haksızlık olmaz diye düşünüyorum.” Ne demeliyim bilemedim.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Açıkkkk

Herkese ama özellikle tüm Açık Radyo çalışanlarına bol sevgi, çok çok çok saygı ve çooook teşekkürlerimle

Feleğin sillesinden geçmiş solcular, dinci sağcılara çektirilen acıları göremez iken

Dolayısı ile 21. yüzyılda ülkedeki “Kötülük Özneleri” sayısı bir arttı. Kürtler, ama artık özellikle silahlı PKK, solcular ve Alevilere, Fetullah Gülen'in silahsız hareketi “yoldaş” edildi.

Günah çıkartma zamanı: Son 20 yılda yaşananların hesabını bir de “biz” versek...

Bugünlerde ülke sınırları içinde yaşamakta olduğumuz hemen her olgu, hemen her tekil olayın, 21. yüzyıla gireli, 20 küsur yıldır başımıza gelen/geçen en küçük olumsuzluktan en büyük felakete kadar her şeyin, 20. yüzyılda, “Atatürk Cumhuriyeti Dönemi”nde planlanmış, uygulanmış, “yönetici üst, orta sınıflar olarak ülkenin, nimet ve sorunlarını, iç-dış siyaset, tarih ve sosyo-ekonomisini paylaşmamış, paylaşmaya yanaşmamış” olmakla açıklanabileceğini düşünüyorum.