Çok hakkaniyetsiz, bir o kadar da tuhaf, iflah olmaz, hem de artık battı batacak bir yerküre, gezegen Dünyamız.
Ve sanki her şey normalmiş gibi kahvaltı eden, aşık olan, evlenen, evlenemeyen, çocuk doğuran, insan hakları için sokaklarda dayak yiyen, hapis yatan, hatta görünmeyen işkenceler pahasına yürüyüp mümkünse alışveriş yapıp akşam yemek pişiren, dersine çalışan, Korona ile savaşırken, hatta Covid - 19'a yakalanmış halde hayatları açısından kritik imtihanlara giren acıklı insanlar...
Nereye bakmalı? Bangır bangır bağırarak gelen, her şeyi ve hepimizi, ama kendine uygun ve canının dilediği bir sırayla yavaş yavaş yok edecek iklim felaketine mi? Monsoon yağmurlarının mahvettiği Hindistan'a, buradaki peş peşe zelzelelere (sonuncusu pazar akşam Datça'da), sular içinde kalan Bursa köylerinin ardından ABD'de polisinin öldürdüğü silahsız siyah genç insanlara mı? Yoksa, evlerinde karantinada olması gerekirken ülke hapisanelerine tıkılmış, HDP'lilere ve Kürtlere, okur - yazar ve yazmayanlara ve gazetecilere ve yıllar önce attığı tweetlerin, geçen gün, 8 küsür yıla mahkûm etmeye yettiği Canan Kaftancıoğlu'na ve Türkiye adaletine mi? Yoksa, kendi evinde polis köpeklerinin işkencesine maruz kalan Sevil Rojbin'e ya da hapiste Covid - 19'dan ölen, isimleri bile açıklanmayan insanlara mı?
Neyse ki hepimiz gidiciyiz. Bence, fazla ıstırap çekmeden olsun, çabuk olsun. İklim felaketi şaşırtıcı hızıyla her yerimizi kuşatmış altüst etmiş vaziyette. Biliyorsunuz kuzey kutbundaki buzullar erirken bugünlerde Sibirya'da ortalama ısı 38 derece santigrad civarında
Şimdilerde, ben diyim, ocak ayından, siz deyin 11 Mart'tan bu yana, Covid - 19'da yukarı, siyasette aşağı doğru hızlı bir gidiş hissediliyor ve yüzde elli, hatta yüzde 60'ı biraz aşan bir kesim bunu hissediyor.
1980 darbesi yavaş yavaş eriyip tam da bitmeyince, yine de, her şeye rağmen, bir dönem, daha iyi günler göreceğiz sanmıştık. Öyle ki bazılarımız demokrasiyi esnetip "yetmez ama evet" diyerek demokrasimizi genişletmeye bile niyetlenmişti. Keşke... Keşke olabilseydi. Ben de engin, çok kapsamlı ve çok zengin bir demokrasi istiyorum. Biliyorum, siz, eş - dost ve akrabalarınız farklı düşünüyorsunuz. Çoğunluğun tersine, ben, evetçilere hiç de kızmıyorum, kızanları anlayamam hatta. Ben de öyle oy vermeyi çok düşünüp son dakikada boş oy ile yetinmiştim.
Dünyaya baktığımda "çok moralsiz olmaya gerek de yok" diye düşünüyorum bazen; tencere dibin kara, seninki benden kara. Her yer tıpkıbasım bir insan beyninden besleniyor sanki: Einsteinlar, Wallerstein, Victor Klemperer (Nasyonal Sosyalizmin Dili), Sassen, C. Wright Mills'lerin parlaklığından değil de, Carl Schmitt'ler, Gudrun Burwitz'ler (Himmler'in kızı ve Yahudi soykırımının mimarlarından) Joseph Goebbels karanlığından.
Dünyadaki genel gidişat, Bolsonaro'lardan Duterte'ye, Modi'den Orban'a, kendi yönetimimizden Benjamin Netanyahu'ya durum böyle (bir de Batı Şeria'nın büyükçe bir kısmını işgal edecekmiş. Utanmak yok mu yahu? Yetmedi mi?). Aşırın sağın liderleri dünyanın tepesinde oturup ülke yönetiyor, biz de çoook uzaktan Everest'e bakıp yakın gelecek hakkında ne kadar düşündüklerini, ne kadar ince eleyip sık dokuduklarını, tüm insanlığı bekleyen iklim felaketinden haberdar olup olmadıklarını, eğer bilgilendirilmiş iseler ne gibi çareler bulduklarını anlamaya çalışıyoruz. (Çalışıyoruz çünkü anlatan, açıklayan yok, farkındalar mı bilmiyoruz, maalesef.)
Kimi genç vatandaşlarımız Libya'da savaş veriyor -ne savaşı? Niye? Amaç ne? Tam olarak bilmiyoruz. Libya sınırlarımıza pek yakın da değil, çoğumuz orada ne işimiz var anlayamıyoruz. Libya çöllerini sınırlarımıza mı ekleyeceğiz? Yoksa Akdeniz'e inip petrol mu çıkaracağız?
Çöl bir yana şu petrol faslı, hiç, ama hiç hoşuma gitmiyor. Akdenizi kirletmek yerine temizlemeyi tercih ederim. Bu bir. İkincisi, petrol zengini ülkelerin haline bir bakın, yeter. İşte Nijerya veya Suudi Arabistan mesela. Petrolü denizinde kalsın; ben, benim gibi çokluklar artık petrol, kömür, fabrika bacası, nükleer santral, araba, yat, seyahat değil, insanca tarım yapılıp, ekip biçilenlerle beslenmeyi, güneş enerjisi ile yaşamayı, sevdiklerimiz ve azla mutlu olmayı, toprakla daha yakın ilişki kurmayı, çiçek böcek peşinde dolaşmayı, hayvanları da yemeyi değil, sadece gözlemeyi, okşamayı ve sevmeyi istiyoruz.
Bir iki tanesini eve de davet edebiliriz belki. Farklı türler olsun lütfen. Şimdi bakıyorum yurt dışında, evinde kedi, köpek bir yana, keçi, kuzu, domuz, porsuk, sincap, su samuru, eşek, tay, koala, baykuş, ördek bile besleyen var. Öyle mutlular ki. Köpeğim öldü (offf offf). İki kedime ek, eve bir koala davet etsem kabul eder mi? İster mi? Gelir mi? Çok da yumuşak huylu canlılar. Üç sorunum var bu bağlamda: Bir kere veterinerler koaladan anlar mı? Sonra koalacık hastalandığında tedavi ettirecek param olur mu? Ve en az bunlar kadar önemli, evde ve mahallede Okaliptüs ağacı yok. Nerde nasıl bulur, buralarda yaşatabilir miyim? Öğrendiğimde herkese haber vereceğim.