27 Mart 2008 tarihinde NTV'de yayınlanan “Haydi Gel Bizimle Ol” adlı programda zamanın mankenlerinden ve oyuncularından Aysun Kayacı, “Dağdaki çobanla benim oyum neden eşit olsun?” diye sormuştu. Aysun Hanım, o tarihte üniversite öğrencisiydi, bir sene sonra, 2009'da Yeditepe Üniversitesi Tarih Bölümü’nü bitirecekti. Anlaşılan “Yetkin olmayan seçmesin” diyordu.
O zaman bu sözü tepkilerle karşılanmış, pek çok eleştirilmişti . Ancak, onun gibi düşünmüş olan bazı önemli bilim adamları vardı; bunlardan biri Sir Francis Galton’du.
Sir Francis Galton (1822-1911) bir çok alanda yaptığı başarılı çalışmalar nedeniyle birbirinden farklı alanlarda önerdikleriyle, icatlarıyla ünlü Leonardo Da Vinci’ ye benzetilen bir İngiliz bilginiydi. Darwin’in akrabası olan bu kimsenin buluşları arasında istatistiksel metotların insanlar arasındaki farklılıkların incelenmesinde ilk kez uygulanması, parmak izlerinin adli tıpta vb. yararlı olabileceğinin saptanması, bilimsel meteorolojinin geliştirilmesi, kısa vadeli iklim olaylarının Avrupa ölçeğinde ilk kez kaydedilmesi, işitme yeteneğinin değerlendirilmesi amacıyla bir düdük geliştirmesi yer alır.
Bu bilgin de hemen hemen Aysun Kayacı gibi düşünür, bir avuç mürekkep yalamış insan varken eğitimi, bilgisi eksik vatandaşların seçtikleri tarafından yönetilmenin yanlış olduğuna inanırdı.
1906'da İngiltere’de, Plymouth kentinde düzenlenen hayvan panayırındaki bir bahis oyununun, bu inancını bilimsel olarak ispat etmeye yarayabileceğini düşünmüştü: Panayıra çok sayıda insan çekmek amacıyla düzenlenen bu oyuna katılmak için belli bir para ödeyip alınan bilete bahse girenin adını, bir de ortada gezdirilen ve az sonra kesilecek olan öküzden elde edilecek etin ağırlığını tahmin edip yazmak gerekiyordu: Gerçeğe en yakın tahminde bulunanlar, toplanan paradan pay almaktaydılar.
Galton, öküz kurban edildikten sonra celeplerin, kasapların tahminlerinin gerçeğe yakın, çoğunluğu oluşturduğuna inandığı diğerlerinin tahminlerinin de isabetsiz olarak belireceğini düşünüyor, sonuçların, “İşi bilmeyenlerin düşüncelerine göre davranmanın yanlış olduğunu yansıtacağını” sanıyordu. O gün 800 kişi oy kullanmıştı.
Ancak, evdeki hesap, panayırdakine uymamış, tahminlerin ortalamasının, gerçek ağırlığa çok yakın olduğu görülmüştü.
Demek ki bu tür seçimlerde insanları, “Bu çok bilir, bu az bilir” diye ayırmamak, tümünün oyunu aramak gerekir” sonucuna varılıyordu.
Bahse katılanlardan 7'si sonucu tam bilmiş, 11'i de gerçeğe hemen hemen yarım kilo kadar yaklaşabilmişlerdi. Gerisi ise gerçekten daha uzaklarda kalmışlardı. Demek ki bu tür oylamalarda topluluğun oyunun ortalamasının (aslında medyan değerinin) tek bir kişininkinden daha doğru olma şansı yüksekti.
Şimdi gelin de bütün bunlardan, bize yarayacak sonuçlara ulaşmaya çalışalım:
İstiyorsanız yöneticilerde diploma aramaya boş verelim, ama… kararları mutlaka ve mutlaka meclislerden, halktan isteyelim, tek kişiden değil!