Devlet Bahçeli’nin 7 Haziran seçimlerinden sonraki tavrına bakınca içimden “muhalefet muhalefeti istemez, iktidar hiçbirini istemez” cümlesi geçiverdi. Misafirperverlikleriyle ünlü halkımızın yarattığı ve benimsediği “misafir misafiri, ev sahibi hiçbirini istemez” söyleyişinden mülhem. Tespit doğru olmasa deyiş bu kadar yerleşmezdi deyip bırakıyorum.
Tuhaf bir görüntü var o cephede; iktidar olacağım yarışından çok, tek ve biricik muhalefet ben olacağım iddiası.
Doğrusu CHP ve HDP yönetimleri söz konusu yaklaşımdan farklı bir çizgide duruyorlar, haklarını teslim etmek gerekir.
Son seçimde tek başına iktidar çıkmadığı için şimdilik Ak Parti “iktidar hiçbirini istemez” pozisyonu alamıyor. Ancak biliyoruz ki yalnızca muhalif partileri değil, medyasından mizahçısına muhalefetin hiçbir türünü kabul edemeyen bir anlayış gittikçe güçlenip egemen oldu iktidarları süresinde.
Cumhuriyet tarihi boyunca “tek parti” rejiminden yakınıp, çoğunluğu elde edince “şimdi sıra bizim tek partimizde” düşüncesine evrilmek, o yönde uygulamalar yapmak da yaşadığımız toprakların şakası gibi.
Hakikaten böyle bir bakış açısının “mayamızda” olduğuna dair ciddi şüphelerim var.
Sadece siyasetçilerden bahsetmiyorum. “Endişeli modern” diye adlandırılan kesimde hâkim olan “gelecekler, hepimizin başını örttürecekler” korkusunu hatırlayın mesela. Kimsenin aklına herkesin istediği gibi giyinebileceği, inanabileceği, yaşayabileceği gelmiyordu.
Bu akıl yürütmeye itiraz edince, hak ve özgürlükleri savununca, “Onlar bize öyle bir hak tanıyacaklar mı bakalım?” diyorlardı.
Bana mantıksız, sekter, hatta gülünç geliyordu dedikleri.
Önceleri değil ama zamanla “öteki mahallelerin” yaşam tarzına en üst düzeyden yapılan eleştiriler; farklı kimliklerin, aidiyetlerin kendilerini ifade etmelerine yönelik müdahaleler sebep oldu bendeki bu şüpheye.
Artık, buralarda gerçek manada bir demokrasinin epeyce zor yerleşeceği kanaatini taşıyorum.
O yüzden koalisyonların demokrasi yolunda gayet önemli bir rolü, hizmeti, faydası olacağını sanıyorum. Ne de olsa karşılıklı taviz verme, tarafların önceliklerini gözetme, haklarına riayet etme mecburiyeti yavaş yavaş da olsa bir alışkanlığa dönüşebilir. Başkalarının varlığını ve taleplerini kabul etmedeki içsel ve “geleneksel” engelleri aşmaya yardımcı olabilir.
Demin CHP ve HDP yöneticilerinin olumlu çizgisine değinmiştim. Bu defa seçilenden çok seçmende sorun var bence. Seçmen derken CHP seçmenlerinin bir bölümünü kastediyorum. Çevre itibariyle onları tanıyorum çünkü. HDP’nin ise ancak onlara “emanet oyları” veren seçmenlerini biliyorum, onlara aşinayım.
Seçimlerden evvel, hangi şartlar altında olursa olsun, HDP’yi mecliste görmek istemeyen buna mukabil MHP’ye sıcak bakan CHP’li seçmenler, seçimlerin arkasından Devlet Bahçeli’nin bütün kapıları kapatması karşısında şaşırıp kaldılar.
Ak Parti ile bir koalisyonu zinhar istemiyorlar. MHP onları istemiyor. HDP ile, isteseler de istemeseler de, hükümet kurmaya sayıları yetmiyor.
HDP barajı geçmese bugünkü manzara nasıl olurdu sorusunu sormak çoğunun işine gelmiyor.
İşin garibi artık bütün partilerin kemik seçmenlerindeki korkuyu anlıyorum. Kimlik siyaseti yapılıyorsa, her parti toplumsal bir kimliği temsil ediyorsa, mevcut “mayayla” korkmamak imkânsız.
O maya, egemen olan kimliğin diğerlerini bastırması, onlara kendi değerlerini, inançlarını, yaşam tarzlarını dayatması sonucunu doğuruyor.
Kim muktedir olursa, “siz bize neler yaptınız, şimdi de siz çekin” ölçüsüyle hareket ediyor.
Hangi kimlikten olursa olsun, haksızlık, hukuksuzluk yapanları adil kıstaslarla yargılayıp, bütün kimliklere aynı hak ve özgürlükleri sağlamaya o maya izin vermiyor.
Adalet sağlanmadıkça da adeta bir kan davası sürüp gidiyor.
Toplumun hücrelerine öylesine işlemiş ki bu davranış biçimi, örneğin en özgür, kurallardan, önyargılardan en arınmış olması gereken sanat alanında; müzikte, edebiyatta, sinemada bile eserin kendi yerine eser sahibinin kimliği, kişiliği, ideolojisi göz önüne alınarak değerlendirme yapılıyor.
Bir yandan da ülkenin kaderine inanıyorum. Ekonomik hamlelerle sağlanan gelişme bir noktada tıkanıp durduğunda, imdada hep insani, hukuksal açılımlar yetişir yeniden ayağa kaldırır bizi.
7 Haziran seçimleri bütün açmazlarına rağmen o ihtimali güçlendirdi.
Onun için ümidimi kaybetmiyorum.