Dindarların kavgalarına baktıkça…
Yapıp ettiklerini gördükçe…
Elimde değil, sırf ibadetlerini yerine getirdikleri için Allah’ın kendi taraflarında olduğuna inandıklarından şüphe ediyorum.
Yoksa başka türlü açıklayamıyorum, kendine dindar diyen birilerinin dine bu kadar aykırı davranabilmelerini.
Böyle birileri dindar sayılır mı onu da bilmiyorum.
“Mademki ben dini görevlerimi ihmal etmiyorum öyleyse bütün suçlardan, günahlardan, kabahatlerden muafım” diye mi düşünüyorlar acaba?
Uhreviliği yüceltseler de ölçüleri fazla dünyevi geliyor bana.
Ödevlerini aksatmadan yapan çalışkan öğrencinin, bir sınıf arkadaşını haksız yere dövse bile öğretmeninin onu cezalandırmayacağına güvenmesine…
Patronunun her emrine itaat eden birinin, o patronun kendisinden daha yetenekli, daha donanımlı çalışanların arasında liyakati yetmediği halde mutlaka onu kayıracağına, işindeki yanlışlarına, iş yerindeki geçimsizliğine göz yumacağına inanmasına benziyor eğer böyleyse.
Dürüstlükten, adaletten, merhametten uzak…
Yalana, haksızlığa, zulme yakın…
Gıybete, hileye, entrikaya yatkın olmayı affettirir mi ibadet etmek?
Kimileri ibadeti gerçekte dinin haram saydığı şeyleri yapmak için bir koruma kalkanı gibi görüyorlar sanki.
Kadın erkek yakınlığı, alkol kullanımı ve tesettür dışında İslamiyet’in günah kabul ettiği ne varsa; haksız kazanç, iftira, ayrımcılık, riyakârlık, dedikodu, başkasına zarar vermek, emanete hıyanet etmek, tümünü kendilerine mubah sayıyorlar.
İbadet kâmil insan olma yolunda bir araç değil de amaç oluyor. İbadetin kendisi putlaşıyor.
Dinin “güzel ahlak” denilen kısmı tamamen unutuluyor veya baştan yok farz ediliyor.
İbadetin bu yolda ilk basamak olduğu gözden kaçırılıyor.
Hayır, inançlı bir Müslüman olarak, dinen farz olan ibadeti inkâr edecek halim yok.
Tasavvuftan, Allah korkusundan ziyade Allah sevgisinden, dinin hukukundan öte ruhundan da dem vurmayacağım.
Ancak ne şeriatta ne gelenekte ne de tasavvufta var yolsuzluğu, acımasızlığı, kibri, cimriliği, karalamayı, zan üstüne hareket etmeyi, sözünde durmamayı, işi ehline vermeyip yakınına, yandaşına torpil yapmayı, başkasının mahremine girmeyi doğru bulmak.
Üstelik bu kadarını bilmekte bir “avam” veya “havas” farkından söz edemeyiz.
Peki, dinlediklerimizden, okuduklarımızdan, öğrendiklerimizden başka bir din algısı mı bahis konusu?
Mütedeyyin insanların ibadetin Allah’ın sevmediklerini yapmaya ruhsat verdiğini sanmaları mümkün mü sahiden?
Hepsi bir yana, en tuhafı bu türden muameleyi dindarların birbirlerine, “din kardeşlerine” de reva görmeleri.
Kendi ibadetlerinin diğerlerininkinden daha makbul olduğunu mu varsayıyorlar o durumda?
İbadet ediyorsanız, niyet kadar ameli de önemsiyorsunuz demektir.
Kişilerin niyetini okumaya kalkmak yanlış ve yanıltıcı bir yaklaşım; amellerine, yani eylemlerine bakarak haklarında fikir sahibi olabiliriz.
Dindarların ibadetleri haricindeki edimleri İslam ahlakına uymadığında; söyledikleriyle eyledikleri birbirine ters düştüğünde bu yüzden hayrete düşüyorum.
Ahlaklı biri dinsiz olabilir ama dindar biri günahkâr olsa da ahlaksız olamaz, bundan kuşku duymuyorum.
Yalnızca ibadet etmeleri nedeniyle dindar olduğunu zannedenlere, dindar olduklarını iddia edenlere onun için aldanmıyorum.