Çok uzun bir aradan sonra yeniden buluşmayı getiren ve gerektiren bir iç dürtü... Düşünmek, söylemek ve yazmak bizim tek silahımız. Bu silahı hangi cephede kullanacağımız önemli tabii ki. İşte t24 savaşılacak en doğru cephelerin başında benim için. Hangi formasyonda yetişmiş, hangi kuşaktan olursak olalım yazarıyla okuruyla bizi burada buluşturmaya yetecek bir niyete, bir açlığa, bir paylaşıma sahibiz. Ne mutlu...
Gündemde yer eden konular arasında merceğimi sanat alanında bir kıyım anlamına gelen Şehir Tiyatroları Yönetmeliği’ndeki değişikliğe odaklıyorum. Şimdiye kadar süregelen sanat alanını tacizler artık resmen tecavüze dönüştü. Zira yapılmak istenenler hayata geçirilirse geri dönüşü olmayan ağır hasarlar yaratması kaçınılmaz.
İktidarın söylemiyle cevap vermeye kalkışırsak şöyle dememiz gerekecek: İktidar hem benim vergimden nemalanacak hem de eğitimime, kültürüme, sanatıma bulaşıp, işimi yapmama engel olacak. Yıllarca sanat yaptığım, eşsiz sanat eserlerini izlediğim binayı kapatacak. Hangi eseri sahneye koyup, hangisini izleyeceğime karar verecek. Bunları neye dayanarak yapacak?Kudretine... Peki bunları yaparken neyi hedefliyor? Dayatmaya çalıştığı bakış açısından, küçük penceresinden kalbi duygularının işaret ettiği doğruların tüm nesile yayılmasını.
Aydınıyla, işçisiyle, öğrencisiyle, gazetecisiyle, sağlıkçısıyla, sanatçısıyla,seyircisiyle bunca insanın ahlaklı olmadığını ifade etmek, bu kitlenin ailesine, öğretmenine hakaret değil de nedir? Ama değil mi ya “biz kimiz? ki”. Ahlak polisliğine kalkışan iktidar arka bahçede neler olup bittiğine bakıversin önce; uyuşturucu ticareti, cinsel istismar, sağlıkta yolsuzluk, usulsüz ihalelerve daha neler neler...
Dünyada bile ancak yakın tarihte büyük mücadelelerle gün yüzüne çıkmayı başarabilmiş sanat göz göre göre yeraltına indirilmeye çalışılıyor. İktidarın açık açık kovmasıyla şimdiye kadar toplumun içinde, doğu ve batının zenginliğini, üzerinde yaşadığımız coğrafyanın sunduğunu, hem de ne yazık ki çoğunlukla politik dilden soyutlayarak veya tüm çekingenliğiyle sadece küçük dokundurmalarla yetinerek sahneye taşıyan muhalif, eleştirel bakış sahibi ve toplumun normlarına uymayan kitleler yeraltına – özel tiyatrolarını yapmaya – gönderiliyor. Buna sürgün dememek mümkün mü?
Yeni açılan kültür merkezlerinin sanat dışında her türlü etkinliğe ev sahipliği yapması, Devlet Tiyatroları’nın kaldırılması tartışmaları ve en son Şehir Tiyatroları’nın bürokratlara teslim edilmesi... Bir yandan darbe döneminin hesabını soracaksınız öte yandan yapacağınız müdahelelerle özgürlüğü ve özerkliği yok edeceksiniz. Bir yandan sanatçılarla kahvaltıda buluşup sözde katılımcı demokrasi bilincine sahip olduğunuzu ispatlamaya çalışacaksınız öte yandan sanat kurumunda sanatçıları yönetimden mahrum bırakacaksınız. Bu ne çelişkidir, anlamak mümkün değil.
Sanatçıdan arındırılmış bir sanat kurumu yönetiminin beraberinde neleri getireceğinin ipucunu verelim: Öğretmenden arındırılmış okul idareleri... Doktorların söz sahibi olmadığı hastane yönetimleri... Mühendislerden ve bilim insanlarından soyutlanmış sanayi ve endüstri kuruluşları. Bu olası manzara karşısında suskun, ezik, itaatkar ve muhafazakarlaştırılmış vatandaşlar olarak haykırarak ağlayamayacağımız ve gözyaşlarımızı bile içimize akatacağımız kesin!