16 Ağustos 2021

Türkiye’de göçmen karşıtı yeni bir partinin “başarılı” olma ihtimali

Türkiye’de böyle bir partinin ortaya çıkması durumunda, hatırı sayılır ölçüde bir seçmen tabanına ulaşması çok zor olmayabilir.

 

I.

Tabanını genişletmeye çalışan her ana akım siyasi parti için herhangi bir siyasi hamle aynı anda hem olası kazanç hem de olası kayıp anlamına gelir. Başka partilerden size kayacak oylar olduğu gibi, ağzınızla kuş tutsanız yine de size oy vermeyecek olanlar veya belli koşullar altında size oy vermekten vazgeçerek başka bir partiyi destekleyecek olan kesimler vardır. Yani herhangi bir siyasi parti için, seçmen tabanını, farklı toplum kesimlerini alt alta yazıp toplayarak genişletmek mümkün değildir. Ancak “siyaset”, oy ya da “kelle hesabı”yla sınırlı bir şey de değildir. Ana akım siyasi partiler, oy hesabıyla ilkeler arasında denge kurmak, farklı (demokratik) taleplere cevap vermenin yanı sıra o talepleri dönüştürmek ya da o talepleri kendine eklemleyebilecek bir çatı inşa etmekle mükelleftir. Yani bir yanda “maliyet” hesabı, diğer yanda da ilkeler, “ideoloji” ya da “siyasal” tavır… Yalnızca maliyet ve kazanç hesabına odaklanan bir siyasi partiden kimseye hayır gelmeyeceği gibi, seçim vasıtasıyla iktidara gelmek isteyen siyasi partilerin bu hesabı tamamen ihmal etmesini beklemek de gerçekçi değildir. Bu partilerin yapısı ve örgütlenme tarzı, bu türden beklentileri karşılamaya elverişli değildir çünkü. Nedeni ise basit: İlkini her şeyin önüne koymak, seçmene teslim olmak anlamına gelir. Bu teslimiyet, bazen en anti-demokratik talepleri de içine alır. Tamamen ikinciye odaklandığınızdaysa iktidar olmanız ya da geniş kesimlerden oy almanız zorlaşır.

Bu yazının amacı, muhalefetin göçmen meselesine yaklaşımı ve Türkiye’de göçmen karşıtı yeni bir siyasi partinin kurulması ve “başarılı” olması için gereken zeminin bulunup bulunmadığı üzerine düşünmek… Bununla beraber, böyle bir partinin kurulması durumunda, diğer muhalefet partilerinin nasıl pozisyon alabileceği üzerine kısaca konuşmak…

II.

Siyaseti “kelle hesabı”na indirgeyen herhangi bir siyasi parti ya da siyasi hareket için en bulunmaz nimet, “maliyetsiz” bir mesele bulup onu işlemektir. Yani anti-demokratik bile olsa, toplumun kahir ekseriyetinin (bazen oy vermese bile) onay vereceği, tabanınızdan kopuşların yaşanmayacağı ya da en az seviyede yaşanacağı ve hatta tabanınızı genişletme imkânı sağlayacak herhangi bir mesele… Öncelikle, göçmen meselesi, farklı siyasi partiler tarafından bu kapsamda değerlendirildiği ölçüde adım adım daha tehlikeli yerlere doğru gitmeye aday… Öte yandan, göçmen/“mülteci” meselesi, demokratik talepleri değil; fakat birçok olumsuzluğu/rahatsızlığı kendisine eklemleme kabiliyeti olan bir boş gösteren olarak da son derece işlevsel… Dahası, ortada konuya dair siyasetsizlikten kaynaklanan muazzam bir boşluk var. Büyük ve bazı açılardan da ürkütücü sonuçlar doğurma potansiyeli taşıyan bir problem söz konusu. Bir ucu güvenliğe, diğer ucu ekonomiye uzanıyor ve bu işin nasıl çözüleceğine dair de hiç kimsenin makul bir yol haritası yok. Bu boşluğun sebep olduğu anksiyete ise, kolayca, “hepsini göndereceğiz” lafzında kendine bir rahatlama alanı buluyor. Irkçılık, yabancı düşmanlığı, yaşanan toplumsal sorunlara dair çarpıtılmış okumalar, öfkenin yanlış yere kanalize edilmesi gibi unsurlar muhakkak söz konusu; ancak bu kadarla sınırlı değil. Bu mesele, aynı zamanda, bir yandan somut gerekçelere dayanan kaygılardan; diğer yandansa bu işlerin kolaylıkla çözülebileceğine inanma arzusundan besleniyor. Oysa bu meseleyle başa çıkmanın basit bir yolu yok. Yok; ama bu meseleyle yüzleşebilecek teknik ve siyasal donanım da varmış gibi görünmüyor. Daha kötüsüyse, bazı ana akım siyasetçilerin de belki çaresizlikten belki de kolaycılıktan, bu “göndereceğiz” meselesine gerçekten inanıyor olması…

III.

Diğer taraftan, her parti tabanı içinde, “göndereceğiz” dışında kalan, gerçeklerle yüzleşmeye çağıran bir siyasetten hiçbir koşulda tatmin olmayacak kesimler var. Üstelik bu, göçmen meselesiyle sınırlı da değil. Bunun yanı sıra, inancı kalmamış ya da yeni bir adres arayışı içinde olan kesimler de var. Avrupa’da aşırı (ya da radikal) sağın tabanı, yalnızca ilk kesimden (yani “aşırı” milliyetçilerden ya da ırkçılardan) müteşekkil değil; bu partiler aynı zamanda siyasete ve mevcut siyasi partilere inancı kalmayanlardan da destek görüyor. Bu elbette, bu kesimlerin, bu türden partilere aslında hiçbir yatkınlığının bulunmadığı ya da içi kan ağlayarak radikal sağ partilere oy verdiği anlamına gelmiyor; ancak kestirme cevapların, bu tür partilerin seçmen tabanını tanımlamakta yetersiz kalacağı anlamına geliyor. Dahası, bir partiden diğerine kayan oylar, zaman içerisinde kalıcı hale gelebiliyor. Dolayısıyla, bu kesimin, aşırı ya da radikal sağ partilere bir defa destek verdikten sonra, bu desteği sürdürme ihtimalinin bulunduğunu unutmamak gerekir.

Peki Türkiye’de göçmen karşıtlığı zemini üzerine yerleşecek yeni bir siyasi parti “başarılı” olabilir mi? Avrupa’daki göçmen karşıtı 54 partiyi kapsayacak şekilde yapılmış bir araştırmaya dayanarak yazılmış bir makale var. (*) Bu makaleyi dikkate alarak, göçmen karşıtı partilerin adım adım yahut yavaş ve istikrarlı bir süreç içinde büyümediğini, bazı kırılma anlarında (ya da “ender” olan durumlarda) ani bir “başarı” yakaladığını (atılım yaptığını) ve bu “başarıyı” sonraki seçimlerde sürdürmeye veya artırmaya yatkın olduğunu söylemek mümkün. Dahası, bu partilerin ortadan kalkmaları halinde, benzer tutumda yeni göçmen karşıtı partiler için de, yerleşebilecekleri bir boşluk doğmuş oluyor. Cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye’de doğudan doğruya göçmen karşıtlığı üzerine bina edilmiş herhangi bir siyasi parti olmadı; ancak Türkiye’de bu kapının bir defa aralanması, bundan sonra kapanmayacak bir kapının ardına kadar açılması anlamına gelebilir. Yine andığım makaleye göre, bu partilerin, mevcut siyasi parti sistemiyle bağlarının olması durumunda (örneğin bu sistemin içinden çıkmış bir milletvekilinin ya da siyasetçinin liderlik etmesi gibi durumlarda), başarılı olma ihtimali de artıyor. Türkiye’de böyle bir partinin ortaya çıkması durumunda, hatırı sayılır ölçüde bir seçmen tabanına ulaşması da çok zor olmayabilir. Siyasetçi açısından bakarsak, söyleyecek sözünüz yoksa bu mesele size kolay yoldan “siyaset” yapma alanı açıyor. Seçmen açısından bakarsak, göçmen karşıtlığına dayanan kolaycı çözümler aynı anda hem tatmin edici çözümler üretemeyen muhalefet partilerini hem de iktidarda bulunan parti veya partileri cezalandırma fırsatı veriyor. Aynı zamanda da, yukarıda belirttiğim gibi, kaygıyı yatıştırma işlevi de görüyor. Hatta ironik şekilde kaygıyı önce tırmandırıp, sonra çok basit gibi görünen bir çözüm önerisi sunarak yatıştırma işlevi görüyor.

IV.

Göçmen karşıtlığının en önemli özelliği, aynı anda birçok sorunu “göç”e bağlayabilmesi ve kolay/kestirme bir çözüm önerisi sunması… Yani aynı anda birden fazla işleve sahip olması… Göçmen karşıtlığı, çoğu zaman işsizlik sorunu, güvenlik sorunu, “beka” sorunu gibi konularla kol kola yürüyor. Avrupa’da aşırı sağı destekleyen seçmenlere sorulduğunda, önemli bir kısmı göç meselesinin oy tercihini belirleyen en önemli meselelerden olduğunu ifade ederken, örneğin işsizlik sorununun da, oy tercihlerinde etkili olduğunu söylüyor. O halde, kestirme cevaplara dayanan siyasete karşı panzehir geliştirebilmenin yolu da bir yandan göç konusuna dair akılcı bir yaklaşım sunabilmekten; ancak öte yandan toplumsal sorunların gerçek nedenleri üzerine ikna edici tespitlere ve çözüm önerilerine yaslanabilmek ve göç ile toplumsal sorunlar arasındaki ilişkiyi de doğru şekilde ortaya koyabilmekten geçiyor.

Öte yandan, bu meseleye dair en zorlu alanlardan bir tanesi “güvenlik”/“beka” konusu… “Göç” ve “beka” sorunu iç içe geçtiği, güvenlik kaygılarının göç meselesine eklemlendiği, bunların birbiriyle uzlaşmaz şekilde ters orantılı olduğu konusunda seçmen ikna edildiği ölçüde, Türkiye’deki mevcut ana akım muhalefeti de oldukça zorlu bir sınav bekliyor. Bu, ekonomiden daha çetrefilli bir alan. Çünkü ekonomiye dair, muhalefetin hâlihazırda öyle ya da böyle tespitleri ve çözüm önerileri var; ancak “milli beka/devletin bekası” meselesi, muhalefetin henüz kendi içinde de çözemediği, iktidar kadar muhalefet için de tabu halinde duran bir mesele… Yani siyaseti “kelle hesabı”ndan ibaret görmemek, Türkiye’de göç meselesinin daha da tehlikeli bir boyuta taşınmaması için yeterli değil. Türkiye’de göçmen karşıtlığı örgütlü bir güç haline gelirse, göç ile bir biçimde ilişki kuran diğer meselelere dair de muhalefetin önünde oldukça zorlu bir sınav olacak.

* Andığım makale şu:

Edward Anthony Koning (2020), Breaking through: how anti-immigrant parties establish themselves and the implications for their study, Journal of Elections, Public Opinion and Parties, DOI: 10.1080/17457289.2020.1785478

Yazarın Diğer Yazıları

Cenevre görüşmeleri ve Kıbrıs sorunu: Ankara gerçekten müzakere etmek istiyor mu?

Akıncı döneminde müzakere masasını başarısızlığa uğratan Anastasiadis çözüm yanlısı; Crans-Montana görüşmelerine değin uzun bir süredir federal çözümü destekleyen ve yapıcı bir tutum içinde olan Türk tarafı ise çözümsüzlüğü isteyen taraf haline gelmiş bulunuyor

Cenevre'ye giderken Kıbrıs meselesi: Federasyon mu, iki devletli çözüm mü?

Kıbrıs Türk toplumunun üretip satabilmesinin; izolasyonlardan kurtulabilmesinin; kendi kararlarını bağımsız şekilde alabilmesinin; kimliğine sahip çıkarken içinde yaşadığı coğrafyada barışçıl bir gelecek inşa edebilmesinin "gerçekçi" yolu nedir?

Kıbrıs’ta yeni azınlık hükümeti ve Doğu Akdeniz

Kurulacak bu azınlık hükümetiyle beraber, artık KKTC iç siyasetinde Ankara'nın etkisi çok daha dolaysız hale geliyor ve Ankara ile Lefkoşa arasında mükemmel bir "uyum" yakalanmış oluyor