10 Aralık 2020

Kıbrıs’ta yeni azınlık hükümeti ve Doğu Akdeniz

Kurulacak bu azınlık hükümetiyle beraber, artık KKTC iç siyasetinde Ankara'nın etkisi çok daha dolaysız hale geliyor ve Ankara ile Lefkoşa arasında mükemmel bir "uyum" yakalanmış oluyor

I.

Kıbrıs meselesi ve Kıbrıs'ta olan bitenler, Türkiye'nin gündemine birdenbire girip, aynı hızda gündemden düşüyor. Sanki "arka sokakta" aniden kavga çıkıyor, ahali pencereye koşup kavgayı izliyor ve kavga biter gibi olurken insanlar sıkılıyor, pencereler kapanıyor ve bir sonraki bağrışmalara kadar herkes bu meseleyi unutuyor. Hâlbuki Kıbrıs meselesi, Türk dış politikasının en sıcak başlıklarından birinin, yani Doğu Akdeniz'de tırmanan gerginliğin, tam da göbeğinde duran bir mesele...

Bu yazının temel amacı, Kıbrıs'ın kuzeyinde kurulan yeni azınlık hükümeti vesilesiyle, Yeni Şafak'a manşet olacak kadar siyasi gündemin parçası haline gelen KKTC cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bu yana Kıbrıs'ta olan bitenler üzerine bir değerlendirme yapmak ve Kıbrıs'ı Doğu Akdeniz'deki gerginlik bağlamında ele almak.

UBP Genel Başkanı ve yeni koalisyon hükümetinin Başbakanı Ersan Saner, kabine listesini Cumhurbaşkanı Ersin Tatar'a sundu

II.

Son KKTC cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bu yana AKP, Kıbrıs'ın kuzeyinde "iki devletli çözüm" önerisini, seçim döneminde desteğini esirgemediği yeni Cumhurbaşkanı Ersin Tatar'ı da yanına alarak, daha "kararlı" biçimde dillendiriyor. Seçim sürecindeki müdahaleler, AKP'nin federal çözümden adım adım uzaklaşması, her türlü tepkiye rağmen yapılan Maraş açılımı ve benzeri gelişmeler, Kıbrıs'ın kuzeyinde kaygıyla karışık bir tür direnci de beraberinde getiriyor. Bir yanda merkezin sağından radikal sola kadar uzanan yelpazede muhalefeti omuz omuza durmaya teşvik eden bir irade kavgası; diğer yanda müdahalenin sınırlarını belirleyen pergelin ucunun, Kıbrıs'ın kuzeyindeki siyasetin her zerresini kapsayacak kadar geniş bir alana ulaşması… Artık Kuzey Kıbrıs kamuoyunda "ilhak" tartışması, sıradan/rutin bir tartışma... Son yirmi yılda hiç olmadığı kadar hem de…

Ankara, Kıbrıs'ın kuzeyinde oyunu kuruyor ve Kuzey Kıbrıs iç siyasetine var gücüyle nüfuz ediyor. Ankara'nın, Lefkoşa siyasetine müdahil olması, KKTC hükümetlerinin etkiye açık olması, oradaki siyasetçilerin yönlendirilmesi yeni değil; fakat bunun dozu her geçen gün artıyor. Kıbrıs'ın kuzeyinin en örgütlü sağ partisi olan UBP, Ankara'nın oluru olmadan kendi genel başkanını seçmekten bile imtina ediyor. Ve sonunda, kendi kurultayını nihayete erdiremeyen UBP'nin "liderliğinde", ortaya "tuhaf" bir azınlık hükümeti çıkıyor. Yasa yapmakta zorlanması muhtemel bir hükümet; Ankara'nın sempatisini kazanmış olmakla beraber, bir araya geldiğinde Meclis'te çoğunluğu sağlayamayan üç parti; "oldukça tuhaf" bir şekilde ve aniden kendi partilerinden (Halkın Partisi'nden) istifa ederek bu azınlık hükümetinin "can simidi" olmaya soyunan üç milletvekili… Kıbrıs'ın kuzeyinde, cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonraki süreçte, biz Türkiye'de Kıbrıs diye bir yer olduğunu hızla unuttuktan sonra yaşananlar işte bunlar.

III.

Önce, kurulmakta olan üç ortaklı (ya da istifacı vekillerle beraber üç buçuk ortaklı) azınlık hükümeti üzerinde biraz durayım. Ortaklardan biri UBP. UBP, cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra boşalan genel başkanlık koltuğunu kendi inisiyatifiyle dolduramayan; kurultayını onay almadan nihayete erdiremeyen; Ankara'dan işittiği sese son derece "duyarlı" bir parti pozisyonunda… Parti içi meseleler bağlamında, sevdiği gülün dikenine katlanıyor. Diğer ortak, Demokrat Parti… DP'nin, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kendi "liderini" (genel başkanını değil, "liderini") desteklemediği, seçim sürecindeyken "iç işlerimize karışılmasın" diyen Serdar Denktaş'ın seçimlerden sonra partisinden istifa ettiği herkesin malumu… DP, dün cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Tatar'ı destekleyerek ektiği ağacın meyvesini, bugün hükümet ortağı olarak toplamaya soyunuyor. Diğer ortak ise Yeniden Doğuş Partisi. Yani tabanı, çok ağırlıklı olarak, Türkiye kökenli olan KKTC yurttaşlarına dayanan ve Kıbrıs meselesinde federasyona karşı çıkan milliyetçi parti… Bu üç partiye, Maraş açılımıyla beraber kendisine önemsiz bir detay muamelesi yapıldığı için hükümetten çekilen Halkın Partisi'nden istifa eden ve yeni azınlık hükümetine "yardım elini" uzatmaya hazırlanan üç milletvekili eklemleniyor. Kıbrıs'ın kuzeyindeki yeni azınlık hükümetinin, üzerine oturtulduğu denklem işte bu.

Önümüzdeki dönemde, güvenoyu alabildiği andan itibaren bu hükümet, iktidarda olmanın getirdiği avantajların seçim hesaplarına uygun şekilde işe koşulması, örneğin istihdam olanaklarının oya tahvil edilmesine yönelik adımların atılması ve Türkiye'den para alınması gibi konularda muhtemelen mahir bir yaklaşım sergileyecek. Maraş konusunda da bütün tepkilere rağmen "yukarıdan" ne denirse, ona uygun bir tavır takınacak.  Aslında hükümeti kuranların da, olan biteni izleyen yurttaşların da, bu hükümetin bundan fazla bir şey yapabileceğine dair bir umudu yok.

Kurulacak bu azınlık hükümetiyle beraber, artık KKTC iç siyasetinde Ankara'nın etkisi çok daha dolaysız hale geliyor ve Ankara ile Lefkoşa arasında mükemmel bir "uyum" yakalanmış oluyor. Ama böyle olduğu kadar, Kıbrıs Türk tarafı, Kıbrıs müzakerelerinin görüşüldüğü masalarda daha görünmez, daha etkisiz hale geliyor. Bu ise hem Türkiye hem de Kıbrıs Türk tarafı için aslında dezavantajlı bir durum. Çünkü hem Kıbrıs Türk liderliğini ve Kıbrıs Türk toplumunun söz hakkını uluslararası alanda anlamsız bir detaya dönüştürüyor hem de Türkiye'nin, Kıbrıs Türk liderliğiyle beraber "dayanışma" içinde bir oyun kurabilmesini (tabii böyle bir niyet varsa) imkânsız hale getiriyor. Yani bu durum, hem Kıbrıs Türk tarafının hem de Türkiye'nin masadaki manevra kabiliyetini iyice daraltıyor.

IV.

Doğu Akdeniz'de, konuyu takip eden herkesin bildiği gibi enerji paylaşımı bağlamında bir süredir ciddi bir gerginlik sürüyor. Yunanistan, Meis vasıtasıyla Akdeniz'de orantısız bir yetki alanına sahip olmaya çalışıyor. Türkiye ise bu konuda Libya'daki Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti dışında müttefiksiz kalmış bir halde, Doğu Akdeniz'de zaman zaman askeri gücünü öne çıkararak, zaman zaman hukuki argümanlara yaslanarak pozisyon alıyor. Kıbrıs Rum Yönetimi ise tek taraflı olarak hidrokarbon anlaşmaları yapıyor, uluslararası ittifaklar kuruyor ve Ada'nın deniz yetki alanlarını yine tek taraflı inisiyatifle kullanıyor, kullanmaya çalışıyor.

Esasen "çok taraflı" olan bu Doğu Akdeniz uzlaşmazlığının en temelinde, uzlaşmazlık içinde olan iki "taraf" var. Bir yanda Kıbrıs Rum Yönetimi ("Kıbrıs Cumhuriyeti") ve Yunanistan; öte yandaysa Türkiye… Kıbrıs meselesi ise, Doğu Akdeniz gerginliğinin tek meselesi olmasa bile, o gerginlikle alakalı en merkezi meselelerden biri… Görünen ve görünmeyen birçok ortağı olan Kıbrıs müzakere masasına oturduğunuzda, bu masanın yalnızca görünürdeki ortaklarıyla (Türkiye, Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk liderliği, Yunanistan, İngiltere ve yanı sıra BM ile) değil, bölgede çıkarı olan ve o masaya fiilen oturmayan ortaklarıyla da diyaloğa girmiş oluyorsunuz. Doğalgazın aranması, çıkarılması, dağıtılması gibi meselelerde doğrudan çıkarı olan Mısır'la, İsrail'le ve yanı sıra Fransa'yla, İtalya'yla, Amerika'yla… Yani o masa, hem Doğu Akdeniz'in genelindeki gerginliğin taraflarıyla konuşabilmek bakımından hem de güçlü bir diplomasi olanağı yaratıyor olması hasebiyle ciddi bir potansiyel taşıyor.

V.

Buraya kadar yazdıklarım, birbiriyle nerede kesişiyor? Birincisi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları ortada dururken, Türkiye, AKP'nin desteklediği yeni KKTC Cumhurbaşkanı ve şimdi denkleme giren ve "iki devletli çözüm"ü hükümet protokolüne dâhil eden yeni azınlık hükümetiyle beraber, "iki devlet" önerisini masanın bir parçası haline getirmeye çalışıyor. Oysa göz önünde tutulması gereken iki mesele var burada. Birincisi, yakın zamanda Kıbrıs'ta federal bir çözüme ulaşılmasının çok da kolay olmadığı doğru; ancak dünyanın, üzerinde mutabık kaldığı tek formülün federasyon formülü olduğu da bir o kadar doğru. Dahası, AKP'nin de uzun zaman savunduğu formül bu.  İkincisi, BMGK kararları varken ve bunu değiştirecek gücünüz de yokken, iki devletli çözüm formülü ile müzakere masasına "meşru" bir şekilde oturabilmeniz imkânsız. "İki devletli çözüm" önerisi, yalnızca, müzakere masasında çok defa ayak sürüyen taraf olan Kıbrıs Rum tarafının, o masanın "oyunbozanı" pozisyonuna düşmemesini sağlıyor. Ne Türkiye'ye ne de Kıbrıs Türk tarafına bir faydası var bunun.

Öte yandan, Kıbrıs'ın kuzeyinin iç işlerine bu denli müdahale edildiği zaman, meşru taleplerinizi savunabileceğiniz alanları da daraltmış oluyorsunuz. KKTC ile Türkiye'yi tek bir inisiyatifte, yani Ankara'nın inisiyatifinde eriterek, aslında masadaki iki sandalyeyi de teke düşürmüş, iki oyu tek oy haline getirmiş oluyorsunuz. Böyle yapmış oluyorsunuz, çünkü bu cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde yaşananlardan sonra, Tatar'ın, kendi sesiyle konuştuğuna artık kimse inanmıyor. Yine böyle oluyor, çünkü hükümeti kuran ve son cumhurbaşkanlığını "kazanan" parti, onay almadan kendi genel başkanını bile seçemez halde şu an... Oysa Türkiye'nin ve Kıbrıslı Türklerin Doğu Akdeniz'deki meşru taleplerini aynı anda savunmak ve Doğu Akdeniz'de hakkaniyetli bir paylaşımın sağlanmasına dönük olarak "dayanışma" içinde hareket edebilmek bağlamında ne kendi sesiyle konuşmayı talep eden Akıncı daha kötü bir adaydı, ne Erhürman, ne de Denktaş… Oysa Tatar, seçimi, Kıbrıs Türk tarafının görünmezliği pahasına kazandı. Son kurulan azınlık hükümeti ise bu görünmezliği pekiştiren son küçük dokunuş…

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye’de göçmen karşıtı yeni bir partinin “başarılı” olma ihtimali

Türkiye’de böyle bir partinin ortaya çıkması durumunda, hatırı sayılır ölçüde bir seçmen tabanına ulaşması çok zor olmayabilir.

Cenevre görüşmeleri ve Kıbrıs sorunu: Ankara gerçekten müzakere etmek istiyor mu?

Akıncı döneminde müzakere masasını başarısızlığa uğratan Anastasiadis çözüm yanlısı; Crans-Montana görüşmelerine değin uzun bir süredir federal çözümü destekleyen ve yapıcı bir tutum içinde olan Türk tarafı ise çözümsüzlüğü isteyen taraf haline gelmiş bulunuyor

Cenevre'ye giderken Kıbrıs meselesi: Federasyon mu, iki devletli çözüm mü?

Kıbrıs Türk toplumunun üretip satabilmesinin; izolasyonlardan kurtulabilmesinin; kendi kararlarını bağımsız şekilde alabilmesinin; kimliğine sahip çıkarken içinde yaşadığı coğrafyada barışçıl bir gelecek inşa edebilmesinin "gerçekçi" yolu nedir?