03 Aralık 2018

Kıbrıs meselesinin çözümü: Çok yakın, çok uzak

“Gevşek” federasyon, kalıcı bölünme, süreci muğlaklaştırma…

Kıbrıs meselesi, aynı siyasal iddiaların; hepsi de birbiriyle çelişen, çatışan bir yığın muhtemel sonuca aynı anda vasıl olabildiği bir mesele… Meselenin, eninde sonunda iki toplumun önüne koyulacak bir referandumla nihayete ereceği muhakkak; ancak kamusal tartışmayı mümkün kılacak temel kavramlar ve temel çerçeve üzerinde dahi bir türlü uzlaşılamıyor. Örneğin bu meselenin en merkezi kavramı olan “federasyon” bile, farklı tarafların zihin dünyasında aynı anda hem konfederasyon, hem iki ayrı devletin inşası, hem de Kıbrıslı Türklerin azınlık statüsünde kalacağı ve çatı devletin siyasi karar mekanizmalarının dışına itileceği üniter bir Kıbrıslı Rum devletine tekabül edebiliyor.

En temel kavramsal çerçeveden bile yoksun olduğu ölçüdeyse, bu meseleye dair ne sağlıklı bir tartışma ortamı inşa edilebiliyor ne de sağlıklı bir müzakere süreciyle bu meseleyi nihayete erdirmek mümkün oluyor. Ama aynı zamanda, bu durum, toplum liderlerine ve meselenin taraflarına Kıbrıs müzakerelerini ne kadar istenirse o kadar uzatılabilir, esnetilebilir, sulandırılabilir, sonu gelmez bir oyuna çevirme fırsatı da veriyor. Çözüme dair uluslararası baskıların arttığı ve zaman kazanmanın önemli olduğu ya da müzakerelerdeki tıkanmaya ilişkin olarak karşı tarafı suçlamanın “akıllıca” olduğuna inanılan her durumda, ortaya yeni bir kavram ya da pazarlık önerisi atılıyor. Kıbrıslı toplumlar bu yeni kavramın, önerinin ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Meseleyi gerçekten çözmeye dair niyetin şüpheli olduğu, meselenin kaynakların bölüşümüne sabitlendiği ölçüdeyse, her şeyin başa sarması bir yana, mesele her geçen gün daha fazla insansızlaştırılıp, daha fazla askerîleştiriliyor. Kıbrıs, askerî tatbikatların ve gövde gösterisi yapan gemilerin gölgesinde, bir çözümle sonuçlanacağı oldukça şüpheli yeni bir müzakere ve çözüm sürecinin imkânlarını arıyor.

Meselenin diğer tarafları bir yana, gündelik hayatının her anı bu meseleyle şekillenen, bu meselenin bizzat gündelik hayatın tanımı haline geldiği iki toplum bu adada, adayı ikiye bölen bir sınır hattının iki yakasında, birbirine çok yakın ama aynı zamanda birbirinden çok uzak şekilde yaşamaya devam ediyor. Statüko bir türlü aşınmıyor, onu aşındıracak somut adımlarsa ya atılmıyor ya da en ufak adımın atılması bile aylar hatta yıllar sürüyor. Böylece statüko ne kadar elle tutulursa, çözüm de o kadar muğlak ve uzak bir hayal olarak kalıyor. Oysa daha fazla zaman kaybetmeden, BM parametrelerine uygun, iki toplumlu, iki bölgeli, siyasal eşitliğe dayalı federal bir yapının kurulmasına matuf olacak şekilde, çözümü “adım adım” inşa etmenin olanaklarını zorlamak da bir seçenek…

“Gevşek” federasyon, kalıcı bölünme, süreci muğlaklaştırma…

Türkiye’de “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi”, dünyanın geri kalanındaysa “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak anılan devletin cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis’in, geçtiğimiz günlerde ortaya attığı “desantralizasyon” önerisi, meselenin muğlaklaştırılmasına dair iyi bir örnek… Nedir bu “desantralizasyon” ve hangi yaraya merhem olmak için tartıştırılıyor? Kimine göre, bu bir tür “gevşek federasyon” ve Anastasiadis, Kıbrıs meselesinin çözümüne yönelik yeni bir yol arayışı içinde... Kimine göre, Kıbrıslı Türkleri, iç işlerinde toplumların kendi kurallarıyla yönetildiği, çatı devletin yönetiminde ise Kıbrıslı Türklerin dışlandığı bir modelin içine hapsetmeye çalışıyor. Kimi, yine zaman kazanmaya çalıştığını; kimiyse, siyasi kariyerinin son döneminde tarihe geçecek bir tez önerme çabasına girmiş olabileceğini iddia ediyor. Anastasiadis ise berrak ve gerçekçi bir pozisyon almaktan imtina ediyor.

Anastasiadis, Kıbrıs’ın güneyinde bilhassa AKEL tarafından da eleştiriliyor. Hatta Anastasiadis’in, Kıbrıs’ta kalıcı bölünmenin bile görüşülebilmesini normal karşılayabilecek bir pozisyona geldiği iddia ediliyor. Buna paralel biçimde, Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk basınından yansıyanlara göre, AKEL Genel Sekreteri Kiprianu, 22 Kasım 2018’de Çavuşoğlu ile görüşmesinden bir süre sonra yaptığı basın açıklamasında, AKEL’in Anastasiadis’e dair şüphelerinin Çavuşoğlu’yla görüştükten sonra güçlendiği imasında bulunuyor.

Böylece, uzun süreçlerin sonunda ortaya çıkan ve “kapsamlı çözüm” paradigması terk edilmeksizin meseleyi çözme “inadı” devam edecekse elde kalan tek berrak çerçeve olan “Guterres Çerçevesi” de bir kenara bırakılıp, müzakere sürecinde bir adım daha geriye gidiliyor ve üzerinde anlaşmaya varılan en temel meseleler bile muğlaklaşıyor. Sonra yeniden, dışarıda ülkeler arasında karşılıklı meydan okumalarla, Kıbrıs’ın içindeyse farklı siyasi partilerin birbirini suçlamalarıyla ortaya çıkan kakofonide, mesele de çözümsüzlüğe terk ediliyor. Üstelik bu, tam da iki tarafın silahlı kuvvetleri arasında görev yapan BM Barış Gücü’nün adadan çekilip çekilmeyeceğinin henüz belli olmadığı, böyle bir ihtimalin bulunduğu bir dönemde gerçekleşiyor.

Restleşme siyaseti ve “Gerekirse Ayşe Yeniden Tatile Çıkacak”

Türkiye’de kamuoyunun ana gündemi ve hatta belki de tek gündemi yerel seçimler… Örneğin 27 Kasım 2018’de Erdoğan’ın, AKP’nin grup toplantısında yaptığı konuşmada Kıbrıs, Doğu Akdeniz ve Ege meseleleri oldukça önemli başlıklar olarak dile getirildi; oysa o konuşmadan geriye, açıklanan ve henüz açıklanmayan belediye başkan adaylarından başka bir şey kalmadı. Erdoğan, o konuşmasında Doğu Akdeniz’deki sondaj faaliyetlerini de kastederek, Türkiye’nin yok sayılmasına sessiz kalınmayacağını “sert biçimde” yineledi. Böylece, taraflar aynı pozisyonu savunduğu ölçüde, Doğu Akdeniz’de sorunun tüm taraflarına ciddi biçimde zarar verecek bir gerilim siyasetinin izleneceği de bir kez daha en üst perdeden dile getirilmiş oldu. Bunun sonucu ne olacak? Ya ihtilaflı bölgelerde Türkiye’nin rızası hilafına atılan her adımda Türkiye göz korkutmak üzere kendi varlığını dayatacak ya da buna gücü yetmediği durumda kendisi de başka ihtilaflı sahalarda sondaj çalışması yapacak veya yaptıracak.

Öte yandan, İYİ Parti Genel Başkanı Akşener, Erdoğan’dan tam bir hafta önce, 20 Kasım 2018’deki parti grup toplantısında, 1974’teki askerî harekâtı hatırlatarak, “Bugünlerde Doğu Akdeniz'deki doğal gaz ve petrol rezervleri üzerinden Kıbrıs'ta yeni tezgâhlara niyetlenen emperyalistler ve içerideki işbirlikçilerine sesleniyorum. (…) Şunu unutmayın; gerekirse Ayşe yeniden tatile çıkacak ve Kıbrıs Türk'tür, Türk kalacak" demişti. Bunun üzerinden tam bir hafta geçtikten sonraysa, bu 1974 hatırlatmasını yineledi. Akşener bunu yaparken bir yandan AKP’yi eleştiriyor olsa da, aslında onun yaklaşımı, AKP’nin meseleye yaklaşımından çok da farklı değil… Hatta Akşener, AKP’yi basiretsiz olmakla suçlayarak, alenî şekilde askerî tehdidin dozunu artırılmasını savunuyor.

Kıbrıslı Türkler: Güvenlik kaygıları ve ekonomik kaygılar

Kıbrıslı Türkler, meselenin insanî boyutunun ve toplumların gündelik hayattaki açmazlarının önemsenmediğinin ve tamamıyla enerji kaynaklarından elde edilecek kazanca sabitlendiğinin farkında… Türkiye’den bakıldığında pek görülmeyen şey ise şu: Kıbrıslı Türklerin gündelik yaşamının Doğu Akdeniz’deki gerginliklerden ne şekilde etkilendiğinin hesaba katılmaması, “Kıbrıs Türk’tür” diye kestirilip atılması ya da sorunun kaynak paylaşımını her şeyin önüne koyan saldırgan bir dile hapsedilmesi, meselenin “en kırılgan” tarafı konumundaki Kıbrıs Türk toplumunda endişelere neden oluyor. “Bu işi ancak doğal gaz çözer” iddiası ise yerini yavaş yavaş “doğal gaz yüzünden Doğu Akdeniz’deki gerginlik nereye kadar tırmanır?” sorusuna bırakıyor.

Restleşme siyaseti sadece güvenlik kaygılarını artırmıyor; çözüme dair umudu aşındırdığı ölçüde ekonomik kaygıları ve çaresizliği de Kıbrıslı Türklere her gün yeniden hatırlatıyor. Türkiye’deki keskin kur artışlarından sonra, bir şey çok daha iyi anlaşıldı Kıbrıs’ın kuzeyinde. İşlevsiz ve inisiyatifsiz bir merkez bankasıyla, inisiyatif kullanamayan ya da kullanmak için elinde kaynak olmayan ürkek ve -daha kötüsü çoğu zaman- çaresiz “KKTC” hükümetleriyle, ambargolarla boğuşan ve Türkiye’ye göbekten bağlı bir ekonomiyle yola devam etmek artık pek mümkün değil. Kıbrıs’ın kuzeyindeki son genel seçimlerde, şimdiki Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Kudret Özersay’ın kurduğu partinin (Halkın Partisi’nin) de estirdiği rüzgârla, Kıbrıs meselesi geri plana atılıp, iç politika öne çıkarılmıştı. Fakat Türkiye’deki ekonomik sıkıntıların artışıyla, Kıbrıs meselesinin çözümünü geri plana atarak savunulan “evimizin içini temizleyelim” tezi çok hızlı bir şekilde, çok zor bir sınava tabi tutulmak zorunda kaldı. Bu tez ise kendini yönetemiyor olmanın ve Türkiye’ye aşırı bağımlılığın yarattığı kısıtlar yüzünden sınıfta kaldı. Türkiye’de ekonominin kötü yönetildiği iddia edilirken, Kıbrıs’ın kuzeyinde ekonominin kim tarafından yönetildiği, hatta yönetilip yönetilmediği bile başlı başına ciddi birer soru…

Cumhurbaşkanı Akıncı, Türkiye ile zıtlaşıyor mu?

Türkiye’den bakıldığında pek farkına varılmayan başka bir durum daha var Kıbrıs’ta... Türkiye’de Kıbrıs sorununa dair edilen her söz, Kıbrıs’ın hem güneyinde hem de kuzeyinde günlerce tartışılıyor, gündelik tartışmaların merkezine oturuyor. Örneğin Türkiye’de kimsenin haberdar bile olmadığı ama Kıbrıs’ı ilgilendiren bir basın açıklaması yapıldığında, Kıbrıs’taki siyasi partiler yapılan açıklamaları en üst düzeyde tartışıyorlar. Hatta bu tartışmalar, Kıbrıs’ın gündelik siyaseti içinde her defasında yeni bir turnusol işlevi görüyor; sağın ve solun siyasi pozisyonlarının yeniden ve yeniden teste tabi tutulmasına neden oluyor. Yani Kıbrıs sorunu, yazının girişinde de belirttiğim gibi, Türkiye için dış politika maddelerinden biri olsa da, Kıbrıslı Türklerin gündelik yaşamının merkezinde ve hatta o gündelik yaşamın bizzat kendisi… Örneğin Çavuşoğlu’nun geçtiğimiz günlerde, Kıbrıs’ın güneyinde yayımlanan Politis’e verdiği röportajdan Türkiye kamuoyu neredeyse haberdar bile olmazken; Kıbrıs’ın kuzeyinde bu röportajın her satırı ayrı bir tartışmanın konusu durumunda… Çavuşoğlu, o röportajda, Türkiye’nin federasyona kapıyı kapatmamakla beraber, artık farklı alternatifleri de görüşebileceğini dile getirdi. Oysa Kıbrıslı Türk lider Mustafa Akıncı, federasyona ve BM parametrelerine dayalı bir çözümün dışındaki hiçbir seçeneğin gerçekçi olmadığını ısrarla vurguluyor. Ve ardından yine, yeni bir tartışma başladı Kıbrıs’ta: Akıncı, Türkiye ile zıtlaşıyor mu; yoksa tam tersine, aslında teslimiyetçi bir politika mı izliyor? Yine bir sözün, birbirine taban tabana zıt yorumlandığı bir örnek daha… Kimine göre Akıncı, açıkça Türkiye ile zıtlaşıyor. Kimi, Akıncı’nın Türkiye karşısında dik durduğunu; kimiyse, zıtlaşmak ve dik durmak şöyle dursun, Türkiye karşısında sesinin yeterince gür çıkmadığını, hatta “Türkiye’yle diyaloğa devam” diyerek teslimiyetçi bir politika izlediğini savunuyor.

Oysa Akıncı, tam da yazının başında belirttiğim şekilde işin sulandırılmaması, BM parametrelerine dayalı olarak ortaya çıkan çerçevenin temel müzakere zemini olarak kalabilmesi, yani çözüme dair zeminin bir kez daha kayganlaştırılmaması için çabalıyor.

Kıbrıs’ta “adım adım” çözüm

Tüm bunlar olup biterken, zaman herkesten çok Kıbrıslı Türklerin aleyhine işliyor ve federasyona dayalı çözüme matuf somut “adımların” atılması ve güven artırıcı önlemlerin bir an evvel hayata geçirilmesi gerekiyor. Bu, her şeyden çok, hem sürecin sonuçsuz ve toplumsal dayanaktan yoksun müzakere masalarına hapsedilmemesi hem de kaçınılmaz olarak kurulacak o masaların, bir ayağını Kıbrıslı iki toplumun gündelik yaşamlarına basabilmesi için gerekli. “Adım adım çözüm”* yöntemiyle, her konuda eksiksiz şekilde anlaşmayı beklemeden, barışa dönük somut adımların atılması, mümkün olan her alanda iş birliklerinin ve karşılıklı bağımlılıkların güçlendirilmesi ya da güçlendirilmeye çalışılması, gerekli olmanın da ötesinde, çözümün belki de tek rasyonel yolu... Bu yolla, Kıbrıs’ta barışçıl bir birlikteliğin ve çeşitli konularda ortak planlama yapabilmenin, ortak hareket edebilmenin somut zemininin oluşturulması ve çözüm sürecinin hızlandırılması mümkün. “Adım adım çözüm”, ne Kıbrıs’ta federal bir çözümün inşa edilmesine engel ne de zaman ve enerji kaybı olarak değerlendirilip bir kenara atılabilecek kadar basit bir konu…


*Konuya ilişkin kısa değerlendirmeler için şu adreslere bakılabilir:
1) http://www.birikimdergisi.com/guncel-yazilar/8436/kibris-sorununda-yeni-yontem-arayisi-1-kapsamli-cozum-den-adim-adim-cozum-e#.XAGUwHB1M2w
2) http://www.birikimdergisi.com/guncel-yazilar/8437/kibris-sorununda-yeni-yontem-arayisi-2-mete-hatay-la-soylesi#.XAGdw3B1M2w
3) https://t24.com.tr/yazarlar/metin-munir/kibris-toptan-degil-adim-adim-cozum,20827

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye’de göçmen karşıtı yeni bir partinin “başarılı” olma ihtimali

Türkiye’de böyle bir partinin ortaya çıkması durumunda, hatırı sayılır ölçüde bir seçmen tabanına ulaşması çok zor olmayabilir.

Cenevre görüşmeleri ve Kıbrıs sorunu: Ankara gerçekten müzakere etmek istiyor mu?

Akıncı döneminde müzakere masasını başarısızlığa uğratan Anastasiadis çözüm yanlısı; Crans-Montana görüşmelerine değin uzun bir süredir federal çözümü destekleyen ve yapıcı bir tutum içinde olan Türk tarafı ise çözümsüzlüğü isteyen taraf haline gelmiş bulunuyor

Cenevre'ye giderken Kıbrıs meselesi: Federasyon mu, iki devletli çözüm mü?

Kıbrıs Türk toplumunun üretip satabilmesinin; izolasyonlardan kurtulabilmesinin; kendi kararlarını bağımsız şekilde alabilmesinin; kimliğine sahip çıkarken içinde yaşadığı coğrafyada barışçıl bir gelecek inşa edebilmesinin "gerçekçi" yolu nedir?