Erkek hastalarımdan çok duyduğum bir yakınma, eşlerinin veya partnerlerinin cinsellikten kaçması, onlar kadar istekli olmamaları veya cinselliği sanki bir ilişkinin paketi içinde gelen ve katlanılmaya mecbur bir durummuş gibi yaşamaları..
Kadın ve erkek cinselliğinin farklı geliştiğini, psikolojik ve bedensel hazzın her iki cinste oranlarının eşit olmadığını biliyoruz, bunlar hem cinsel anatomiden hem de kadın ve erkeğin ruhsal dünyalarının çok farklı gelişmesinden kaynaklanıyor. Erkeklerin cinsel uyarılması ve orgazmının sonuçları çok net ( ereksiyon ve boşalma) iken , kadında ne hazzın boyutunu, ne de uyarılmanın derecesini bu kadar net algılama şansına sahibiz. Bunları ancak kadınların kendi cinsel uyarılma ve orgazmlarını ifade etmeleriyle anlayabiliyoruz.
Cinsel istek bozukluğu sadece cinsel arzunun hiç olmamasından, hiç cinsel fantezi olmamasına veya cinsellikten tiksinti duyma noktasına kadar bir yelpazede yer alabiliyor. Cinsel istek bozukluğu, cinsel problemlerin birçoğunda olduğu gibi oldukça bireysel özelliklere bağlı ve subjektif olduğundan, klinisyen açısından , cinsel istek bozukluğunun hangi noktasının artık tedavi gerektiren bir rahatsızlık oluşturduğunu söyleyebilmek de kolay değil...
Menapozdan sonra cinsel isteğin artması hiç de az rastlanılan bir durum olmamasına rağmen, çocuk doğuruduktan sonra cinselliği tamamen rafa kaldıran ve aklına dahi getirmeyen kadınlar da vardır. Örneğin, ne kadar sıklıkla cinsel ilişkiye girilmesi sağlıklıdır sorusunun da yanıtı, çoğu zaman çiftlerin yaşına, ilişkilerinin süresine ve sosyokültürel durumlarına göre değişebilir olacaktır. İlginç bir durum, düşük eğitimli, kırsal kökenli erkeklerin, şehirde yaşayan daha eğitimli akranlarına göre cinsel isteklerinin daha fazla olduğunun klinik olarak sık sık gözlenmesidir, bunun şehir hayatına bağlı streslerin ortalama testosteron (erkeklik hormonu) düzeyini düşürmesi veya partner seçeneklerinin fazlalaşması sonucu ilişkilerde bıkkınlığın daha çabuk gelişmesiyle ilgili olması akla yatkın geliyor.
Cinsel istek bozukluğu, özellikle kadınlarda, cinsel sorunlar nedeniyle tedaviye başvurma nedenlerinin başında gelmekte ve diğer cinsel bozukluklara göre daha sık rastlanmaktadır. Birçok araştırma, kadınların yaklaşık üçte birinde cinsel istek azalması bulunduğunu teyit etmektedir.
Bir kadının cinsel isteğinin bozulmuş olmasının farklı sebepleri olabilmektedir. Allta yatan psikolojik ve sosyal faktörlerle ilgili olabileceği gibi, tamamen hormonal ( biyolojik faktörler) dahi olabilir. Bunların ayırdedilebilmesi tabii ki iyi ve detaylı bir psikiyatrik değerlendirme gerektirir.
Cinsel isteğin bozulmasına yol açan psikolojik ve sosyal faktörler arasında; cinsel travmalar-kötü deneyimler, beden imgesinde bozulma-özgüven azalması veya depresyonla ilişkili olabilir-, stresli yaşam olayları ve sosyal baskı altında olma- kalabalık ev ortamı, birarada yaşayan aileler-, kadının bir şekilde içselleştirmiş olduğu kültürel ve dini cinsel mitler-istekli kadın= günahkarlık algısı ya da doğum kontrolüyle ilgili kaygılar- sayılabilir.
Evrimsel biyoloji de bize kadın cinselliği ile ilgili enteresan bilgiler verir. Örneğin cinselliğin biyolojik olarak tek amacı üremektir. Doğada üreme amaçlı olmadan seks yapan çok az canlı vardır ( türümüz böyledir). Kadının üreyebilmesi için ise erkek gibi uyarılması ve cinselliğe hazır hale gelmesine gerek yoktur. Tecavüz gibi hiç arzu edilmeyen bir durumda bile kadın gebe kalabilmektedir. Belki de cinsel arzusu olmayan kadın değil ,tersine olan kadın, insanoğlunun ruhsal yapısının karmaşıklaşmasıyla otaya çıkan, doğada istisna bir durumdur.
Kadındaki cinsel istek azalmasıyla ilgili yapılan terapilerde eşin de en azından belli bir noktadan sonra katılması elzemdir. Çoğunlukla sorun ilişkinin dinamiklerinde olduğundan terapi sürecinde, güven duygusunun yeniden tesis edilmesine, çiftin birbirlerine daha saygılı davranmasının teşvik edilmesine ve çiftin uyuşmazlıklarını kabul edip, sorunları bedensel ifade etmek yerine söze dökebilmelerine olanak sağlanması amaçlanır.
Cinsellik hakkındaki mitler ve çarpık algılar , cinsel eğitimin akranlar arasında kulaktan dolma yapılması geleneğinin olduğu ülkemizde oldukça yaygın bir sorun olduğundan, temel cinsel bilgilerin vurgulanması ve çarpık algıların değiştirilmesi de terapiste kalmaktadır.
Karşılıklı dokunma, cinsel perhiz uygulaması, masaj gibi araçlarla, çiftin psikolojik yakınlık kurması da başarılabilirse, çoğu zaman cinsel istek geri gelir.
Keçi boynuzundan, fındığa, kurutulmuş gergedan penisinden mesir macununa kadar, cinsel istek azalmasını tedavi ettiği söylenen şeyler o kadar çoktur ki, sanırım tıbbın başka bir alanındaki doğal ürünlerin toplamından fazla olabilir. Buradan ekonomik rantın olduğune kadar büyük olduğunun yanı sıra, sorunun ne kadar yaygın olduğunu da çıkartabiliriz.
Maalesef, bu halk arasında yaygın önerilen ürünlerin hiçbirisinin kanıtların olmadığını ve tıbbi geçerlilik taşımadığını söylemek zorundayım, çok fazla keçi boynuzu ve fındık tüketmek sadece göbek çevrenizi büyütüp kilo almanıza yarayacaktır.
Testosteron yani erkeklik hormonunun hem kadınlarda hem erkeklerde cinsel isteği arttırdığının saptanması, bu hormonun düşük dozda bantlar halinde deriye yapıştırılarak veya vajina duvarına dışarıdan krem olarak sürülmesi yoluyla kadında cinsel isteği düzeltebileceği iddia edilmiş ve bazı çalışmalarda da gayet olumlu sonuçlar ortaya konulmuştur. Ancak her hormon terapisinde olduğu gibi, kanser riskiyle olan ilişkisi, kadında ses kalınlaşması, tüylenme ve sivilce artışı yapaması gibi yan etkiler ve kanıtların yeterince güçlü olmaması nedeniyle, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) 2004 yılında testosteron bantlarının, kadında cinsel isteği arttırıcı ilaç olarak kullanılmasını reddetmiştir.
Antidepresanlarla ilgili yaygın önyargının aksine ( bu da ayrı bir yazı konusu olabilir) antidepresanlar fobik kaçınma ve korkuyu azaltarak dolaylı olarak cinsel isteği düzeltebilirler. Ayrıca depresyonu ve herhangi bir başka tanı almış psikiyatrik sorunu olmayan kadınlarda, bupropion adı verilen ve dopamin düzeylerini arttıran bir antidepresan kullanımı sonucunda libido da düzelme olduğu gözlenmişse de kanıtların yetersiz olduğunu ve bunların deneysel çalışmalar olduğunu yine hatırlatmam gerekir.
Kadın cinselliğinin karmaşık psikolojik ve biyolojik içeriğini tamamen kavramanın uzağındayız. Ancak bu, sorunların çözümünde tamamen çaresiz olduğumuz anlamına tabii ki gelmiyor...tedavi için başvuran her kadında az veya çok olumlu bir ilerleme sağlanabiliyor. Yeter ki sorunları itiraf etme cesareti ve düzelme çabası olsun..