2. Dünya Savaşı’nın yaralarını sarmaya çalışan ve bazı bölgeleri hala işgal altında kalan dünyanın kupası 1950 Brezilya Dünya Kupası…
Türkiye’nin seyahat masraflarından dolayı katılamadığı, Hindistan’ın çıplak ayakla oynama istediği kabul görmediği için gitmediği, finalinin Maracana’da 200.000 kişiyi ağırladığı en ilginç dünya kupalarından biridir 1950…
Hiçbir oyuncunun kırmızı kart görmediği ve kendi kalesine gol atmadığı 1950 Brezilya Dünya Kupası, gruplarda bulunan takım sayıları ve şampiyonun belirlenme şekliyle de dikkat çeker. Türkiye, Hindistan ve İskoçya’nın Brezilya’ya gitmeyeceğini açıklamasının ardından yerlerine çağırılan ülkeler de FIFA’ya olumsuz cevap vermişler. 16 takımla 4 grupta oynanması gereken kupa ise 13 takımla 4 grupta oynanmış. A ve B grupları 4’er takımla, C grubu 3 takımla, D grubu ise 2 takımla oynanmış. Gruplarını lider bitiren takımların oluşturduğu grupta lig usulü oynanan mücadelelerden de galip çıkan Uruguay olmuş.
Aslında Maracana’da 200.000 kişinin önünde oynanan Brezilya-Uruguay maçı bir final değildir. Ev sahibi Brezilya’nın şampiyon olması için sadece 1 puana, Uruguay’ın ise mutlak galibiyete ihtiyacı vardır. Bu ortamda 200.000 Brezilyalının önünde oynayan Sambacılar, 1-0 öne geçmelerine rağmen 2-1’lik üstünlüğü yakalayan Uruguay kupanın sahibi olmuş…
Felakete tanıklık eden tek ulus Brezilyalılar olmadı. İngilizler de 1950 Dünya Kupası’nın mağdurlarından biridir. Turnuva öncesinde FIFA ile arasını düzelten ve Dünya Kupası’nı bir anlamda tanıyan Britanya Federasyonları, yine egolarından taviz vermeden Brezilya’ya gelmişler ve hiç beklemedikleri mağlubiyetle karşılaşmışlar.
Brezilya’ya gitmeden Avrupa karmasına 7 gol atan İngilizler, futbolda dalga konusu yaptıkları Amerikalılara yeniliyor ve bunu kabul edemiyorlar. Üstelik merkeze haber geçen gazetecilere inanmayan meslektaşları, manşetlere 1-0’lık İngiltere galibiyetini taşıyorlar.
Amerika’ya tek gollü galibiyeti getiren Joe Gaetjens’in hayatı da 1950 Brezilya Dünya Kupası kadar ilginç…
Belo Horizonte Mucizesi’nin baş aktörü olan Gaetjens, aslında Amerikan vatandaşı değildi. Alman bir baba ve Haitili bir annenin oğlu olan siyahi futbolcu, üniversite eğitimi için Yeni Kıta’ya gider. Dedesi zamanın Prusya Kralı 3. Friedrich Wilhelm tarafından Haiti’ye gönderilen Joe, farklı işlerde çalışarak ABD’de yaşam mücadelesi verir. Columbia Üniversitesi’nde eğitimini sürdürürken New York’un Brookhattan adlı futbol takımında keşfedilir ve Brezilya’ya giden kadroya dahil edilir.
1950 Dünya Kupası’nın ardından Fransa’ya transfer yapan ve burada da tutamayıp ülkesi Haiti’ye dönen Gaetjens, ailesinin dahil olduğu siyasi tartışmaların kurbanı olur ve Duvalier güçleri tarafından kaçırılmasının ardından kendisinden bir daha haber alınamaz.
Bizi yenen şampiyon oluyor
1950 Dünya Kupası böyle olayların temelini oluştururken belki de bir mucizenin habercisiydi.
1954 yılına gelindiğinde bu kez Dünya Kupası arenasında Türkiye de kendine yer buluyordu. Puskas’lı Macaristan, savaşın kalıntıları üzerinden atmaya çalışan Federal Almanya ve Güney Kore ile aynı gruba düşen Ay Yıldızlılar, seri başı takımların birbirleriyle oynamamasını sağlayan statü gereği Macaristan ile karşılaşmadı. İlk maçında Batı Almanlara 4-1 kaybeden Milliler’in tek golü Galatasaraylı Suat Mamat’tan geliyor; ikinci maçtaysa Türkiye, Güney Kore’ye 7 gol atıyordu. Gollerdeyse Fenerli Burhan Sargun (3), Suat Mamat (2), Lefter Küçükandonyadis ve Adaletsporlu Erol’un imzası vardı.
Averajla Federal Almanların önünde olmamıza rağmen bir maç daha oynanmasına karar veriliyor ve 7-2 kaybederek (sadece şampiyon olacak takıma yenilerek, tıpkı 2002 gibi) eleniyoruz.
1954 Dünya Kupası’nın başka bir özelliği de Almanları yoktan var etmesidir. Savaşta bozguna uğramış ve her yanı yara bere içinde olan Almanlar, gruplarda 8-3 kaybettikleri Macarlar karşısında Fritz Walter önderliğinde finalde 3-2’lik galibiyetle kupaya uzanan takım oldular. Tarihin en çok gole sahne olan Dünya Kupası olma özelliğini taşıyan 1954 İsviçre Dünya Kupası, Brezilya ile Macaristan arasında “oynanan” ‘Battle of Berne’ ile de hatırlanacaktır. Futbol sahalarında bir daha göreceğimizi zannetmediğim boks maçı edasında geçen bu karşılaşma hakkında en çok yazılıp söylenen efsaneyse yumruklaşmaların maçın ardından da devam ettiği, Brezilyalıların 4-2’lik mağlubiyetin intikamını Macar soyunma odasında aldığıdır.
Yine de 1950’den beri yenilmeyen, 27 galibiyet ve 4 beraberlikle İsviçre’ye gelen, final maçına kadar 25 gol atma başarı gösterebilen ve birkaç hafta önce 8 gol yediğin Macaristan’ı 2-0’dan geri gelerek 3-2 yenip Dünya Kupası’nı kazanmanın bugünkü Almanya üzerinde etkisi olmadığını söylemek futbola ihanet olur.
Nakavt olmuş bir milleti uyandırmıştır 1958 Dünya Kupası…
Bizi futbola aşık eden de, dünya kupalarını şafak sayarak beklememizi sağlayan da işte tam da bunlardır.
1958 ve 1962’de görüşmek üzere…