05 Temmuz 2020

Tarihte İstanbul karantinaları: Pardon, 'kısıtlamaları'

1912 karantinasından sonra İstanbul ikinci kez bir karantina yaşadı. Ancak, günümüzde her şey yumuşatılarak sunulduğu için, bu yapılan hep "sokağa çıkma kısıtlaması" olarak adlandırıldı

Koronavirüs bizleri evlerimize hapsetmenin yanısıra izolasyon, filyasyon, epidemi, pandemi, karantina gibi sözcükleri de gündemimize yerleştirdi. İstanbul tarih boyunca bir çok salgın ile karşı karşıya kalmış. Veba ve kolera salgınları, Avrupa ve dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi İstanbul'un da, deyim yerindeyse, yakasından düşmemiş.

Osmanlı Devleti'nde ilk karantina uygulamasının Sultan 2. Mahmud döneminde, 1831 yılındaki büyük kolera salgını sırasında olduğunu sanılmaktadır. Karadeniz'den gelen gemiler İstanbul Boğazı'na girmeden, Ege'den gelenler ise en az beş gün Çanakkale Boğazı'nda bekletilerek hastalığın sınırlandırılmasına çalışılmış.

Karantina kelimesinin de İtalyanca'da kırk anlamına gelen "quaranta" sözcüğünden geldiğini hatırlamakta yarar var. Ekonomisi ile ayakta duran Venedik'e gelen gemiler hastalık gelmemesi için kırk gün açık denizde bekletilirmiş. Ama lütfen karıştırmayalım, şu anda bizim yaşadığımız karantina değil, kısıtlama.

İstanbul salgınları ile ayrıntılı bilgiye ulaşmak çok zor. Ancak 1912 kolera salgını Dr. Cemil Topuzlu'nun "80 Yıllık Hatıralarım" kitabında ayrıntılı olarak yer alıyor.

Operatör Cemil Paşa hekimliğinin yanısıra 1912 yılında İstanbul Şehremini (Belediye Başkanı) olarak da görev yapmaktadır. Balkan savaşları sürerken İstanbul'daki önemli olay kolera salgınıdır. Savaş tüm hızıyla devam etmekte ve Balkanlar'dan binlerce göçmenin İstanbul'a gelmesi durumu iyice içinden çıkılamaz bir hale getirmektedir. Osmanlı ordusu da, her türlü yokluğun yanında, bir de koleradan kırılmaktadır. Kaderin garip bir cilvesi olarak koleranın aynı şekilde Bulgar ordusunu da vurması, Bulgarların İstanbul'a kadar gelmesini önleyecektir.

Binlerce hastayı yatırıp izole etmek adına eldeki tüm askeri ve sivil binalar kullanılır ama yetmez. Cemil Paşa camilerin bu amaçla kullanılmasını talep eder. İtirazlara Şeyhülislam Cemalettin Efendi'nin fetvası son verir. Ayasofya, Sultanahmet ve Şehzadebaşı camileri hastaları yatırmak için kullanılır. Şeyhülislamın Cemil Paşa'nın kayınpederi olması Paşa'nın işini kolaylaştırmış elbette.

Salgında hasta ve ölüm sayısı belirsiz. Cemil Topuzlu anılarında gelen göçmenlerin hızlı bir şekilde Anadolu'ya gönderilmelerine rağmen İstanbul'daki hasta sayısının 40-50 binden aşağı düşmediğini belirtmektedir.

İstanbul'da oturanlar Kadıköy'deki Cemil Topuzlu Caddesi'ni çok iyi bilir. Meşhur Bağdat Caddesi'nin paralelinde yer alır. Her iki caddenin de ismi yıllardır değişmeden duruyor. Bir isim ile adlandırılmış sokak veya caddelerde oturanların büyük çoğunluğu o ismin kime ait olduğunu bilmez ve merak da etmez. Oysa ki Cemil Topuzlu, özellikle renkli kişiliği ile, tanınmayı hak eder. Cemil Topuzlu, bir seçim yapabilse, siyasi kişiliği ile değil de muhtemelen Operatör Doktor Cemil Topuzlu olarak anılmak isteyecektir.

Cemil Topuzlu, Yusuf Ziya Paşa'nın oğlu olarak 1866 yılında Üsküdar, Salacak'ta doğmuş. Kuleli'deki Mektebi Tıbbiye-i Askeri İdadisi ve sonrasında Gülhane Mektebi Tıbbiye-i Askeriye'de eğitim görerek 1886'da yüzbaşı rütbesi ile doktor olur. 1887'de eğitimi için gittiği Paris'te yaklaşık üç yıl kalır, daha çok cerrahi eğitimi alır. Döndüğünde başarılı hekimliği ile sivrilir ve sarayın doktorluğunu yapmaya başlar. 1905 yılında Sultan Abdülhamit'in ortanca oğlu Şehzade Ahmet Efendi'ye yaptığı bir ameliyat sonrasında Müşir (Mareşal) rütbesine yükselir. 19 yılda yüzbaşılıktan mareşalliğe yükselmiştir.

Meşrutiyetin ilanından sonra rütbesinin düşürülmesi üzerine Askeriye'den ayrılır ama daha sonra Sultan Reşat'ı tedavi etmesinin karşılığı olarak tekrar "Paşa" olur. 1909'da askeri okulların bir araya getirilmesi ile kurulan Tıp Fakültesi'nin Dekanı olur. Yeni kurulan Tıp Fakültesi Haydarpaşa'daki tarihi binaya yerleşir. Selimiye Kışlası ve çevresi ile bir yerleşke oluşturulması planlanmıştır. Şimdiki Haydarpaşa Numune Hastanesi'nin yerine de hasta tedavisi için "pavyonlar" kurulur. Ancak bu girişim bir çok hekimin tasfiyesine neden olmuş ve üstelik de o dönem ücra bir yer olarak kabul edilen Haydarpaşa hiç kabul görmemiş.

Cemil Paşa tıp eğitimini düzenlemek adına önemli bir adım atmış ve beraberinde cerrahide hijyen, asepsi, antisepsis gibi kavramları yerleştirme çabalarını her türlü engellemeye karşın sürdürmüştür. 1911'de Tıp Fakültesi İstanbul tarafına taşınınca dekanlıktan istifa etmiş.

Cemil Paşa cerrah olarak birçok işlemi İstanbul'da ilk kez gerçekleştirir. Bu ameliyatlar hastaların evlerinde yapılmaktadır. Kandilli'de bir yalıda yapılan bir meme kanseri ameliyatında kola giden damar kesilir. Cemil Paşa damarı dikişlerle onarır ve başarılı olur. O döneme kadar tek çözüm damarın bağlanmasıdır.

Ancak Cemil Paşa'nın hayatının son yılları siyasi kişiliği nedeni ile karmaşık bir hale gelecektir. İttihat ve Terakki'nin iktidara gelmesi üzerine 1914'te istifa ederek İsviçre'ye gider ve 1. Dünya Savaşı sırasında orada kalır. 1919'da davet üzerine İngiliz işgalindeki İstanbul'a döner ve ikinci kez Şehremini olur. Nisan 1920'de ise Damat Ferit Kabinesi'nde Nafia Nazırıdır (bayındırlık bakanı). Ankara'da Millet Meclisi açıldıktan sonra Temmuz 1920'de istifa eder ve hemen Fransa'ya gider.

Fransa'da Damat Ferit Kabinesi ile birlikte idama mahkûm olduğunu öğrenir. Ancak daha sonra, 1924'te liste 150 kişiye indirildiğinde ismi listede yoktur. Geri döner ama işgal sırasında başkanlık yapmış olduğu İngiliz Muhipleri (sevenleri) Derneği nedeni ile yargılanacak ve kamu görevlerinden uzaklaştırılacaktır. Fransa'dan 1929'da tekrar dönerek İstanbul'da hekimlik yapmaya devam eder. Saraya yakınlığı ve geçmiş politik yaşamı Cemil Paşa'yı yeni kurulan cumhuriyetin dışına atmıştır. 1958'de vefat eder.

1912 karantinasından sonra İstanbul ikinci kez bir karantina yaşadı. Ancak, günümüzde her şey yumuşatılarak sunulduğu için, bu yapılan hep "sokağa çıkma kısıtlaması" olarak adlandırıldı. Bu elbette ilk kez olmuyor. 1972 kolera salgını "kolera değil parakolera" denilerek sunuldu. Tıp literatürü daha "hafif" seyreden, aslında kolera olmayan yeni bir hastalıkla tanışmış oldu. Salgının çıktığı İstanbul'daki Sağmalcılar Semti'nin adı da kolera salgınını hatırlattığı için değiştirilerek Bayrampaşa yapıldı. Daha sonraki yıllarda olan kolera salgınları ise "bağırsak enfeksiyonu" denilerek savuşturuldu. Kolera ismi korkutucuydu aynı karantina gibi.

Yazarın Diğer Yazıları

Düzensiz ortam, verimsiz sonuç

Araştırmalar, yeterli dinlenemeyen kişilerin fiziki ve mental çöküntü yaşadıklarını, konsantrasyon eksikliği ile karar vermekte zorlandıklarını ve hata oranlarının yükseldiğini gösteriyor

Medikal estetik furyası

Teknolojinin gelişmesi ile birlikte tıpta "medikal estetik" adı altında yeni bir dal oluştu. Türkiye'de kısa bir kurs sonrası alınan sertifika ile medikal estetik uzmanı olunabiliyor. Geniş ve verimli bir pazar olduğundan da ehliyetsiz veya yetersiz birçok kişi tarafından da uygulanmaya çalışılıyor

Tıp umulmadık yerlere yöneliyor

Bir gün yapay zekâ ve robotlar hekimlerin yerini alır mı?