Ayasofya ne olsun? Ülkemizin sorunlarını çözmek üzere bu konuda kafa yormakla meşgulüz. Bu soruya yanıt bulduğumuzda eminim ki Türkiye çağ atlayacaktır.
Kiliseler Bizans’ta sosyal yardım kuruluşları olarak önemli yer tutmaktadır. Ayasofya da dini bir vakıf olarak 1100 dükkân veya zanaat atölyesinin vergi geliri ile bedava yiyecek, giyecek, barınma ve cenaze servisi de dahil olmak üzere bir çok hizmet sunmaktaydı. Bazı yetimhaneler, yaşlılar evi, hastane ve düşkünler yurdu piskoposluğa bağlı kamu kilisesi denilen kiliselere bağlı kurumlardı.
Gezegenimizde, maalesef, dünya kurulduğundan beri zenginler ve fakirler vardır. Yaşlılar, öksüzler, göçmenler, hastalar, özetle yardıma muhtaç kişiler hep olmuştur ve hep de olacak gibi gözüküyor. Roma İmparatorluğunun ilk dönemlerinde sosyal yardımlar aristokratların yardımları ile yürütülmekteydi. İmparatorlukların sarsılması ve çöküşü ile bu yardımların aksaması ve kesilmesi kaçınılmazdı. Bu boşluğu genelde kiliseler doldururdu.
İstanbul’a bu gözle bakınca şimdi İstanbul Fatih’de Zeyrek Camii olarak bildiğimiz Pantakrator kilisesinin tarihine yakından bakmak öğretici olacaktır. Pantakrator kelime anlamı olarak "Yüce Yaratıcı" olarak çevrilebilir. Zeyrek Camii 1986 dan beri UNESCO Kültür Mirası listesindedir.
Kommenos Hanedanı (1081-1185) Bizansın güçlü bir dönemini işaret eder. Bu dönemde sayıları artan dini vakıflar içinde İmparator tarafından kurulan Kurtarıcı İsa Pantakrator Vakfı en önemlisidir. Bu vakıflar sosyal yardım amacı ile kurulup, hizmet veriyorlardı. İmparator II. İoannes’in emriyle düzenlenmiş bir vakfiyeden manastırın bir hastanesi olduğu da anlaşılmaktadır. Aynı şekilde sosyal yardım sistemi de net bir şekilde anlatılmakta ve vakfın etkinlikleri 1453’e kadar izlenebilmektedir. Komenoslar döneminde şehrin nüfusunun 400 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. O dönemde de bedava yiyecek ve iş bulma ümidi ile insanların şehri daha da kalabalık hale getirdiğini tahmin etmek zor olmasa gerek.
Yapıldığı dönemde manastırın elli yataklı bir hastanesi, kütüphanesi, yaşlılar yurdu, tıp mektebi, eczahane ve ayazma gibi bölümleri vardı. Burası aynı zamanda Bizans imparatorluk ailesinin de gömüldüğü bir yer olarak da kullanılmıştır.
50 yataklı hastanede manastırdaki keşişler dışında 76 hekim ve sağlık personeli ile 27 servis personeli olduğu kayıtlarda belirtilmekte. Hastanede görev yapanların din adamı olması da gerekmiyordu.
Sağlık personeli sayısının hasta sayısından daha fazla olmasını bugün hayal bile etmek zor. Hele Türkiye özelinde bakarsak hemşire açığının en önemli sorunlardan biri olduğunu görürüz. OECD rakamlarına göre ülkelerde 1000 nüfusa düşen hekim sayısı 3.1 iken Türkiye de bu oran 1.6. OECD ülkelerinde 1000 kişiye düşen hemşire sayısı ise 9.7 iken Türkiye’de bin kişiye 2.1 hemşire düşmekte.
Kayıtlarda hastalara ve bakım gerektirenlerin nasıl beslendiği ile ayrıntılı bilgiler bulunmakta. Hastane ve manastırın gelir ve giderlerinin ortak bir "döner sermayeden" karşılandığı da yer almakta. Hekimlerin düzenli çalışma prensipleri ile eğitim faaliyetleri de eklenince çok iyi çalışan bir vakıftan söz ediyor oluruz.
1453'te İstanbul’un fethi ile Fatih Sultan Mehmet Vakfı'na eklenen kilise, Ayasofya gibi camiye çevrilir. Dönemin büyük alimlerinden Molla Zeyrek Mehmet Efendi kilisenin medreseye çevrilerek eğitim amaçlı kullanılması için görevlendirilir. İsmi artık Zeyrek Camii’dir.
Zeyrek Camii
Ayasofya ve Zeyrek Camisi'nin değişimi sadece İstanbul’un fethi ile gerçekleşmemiştir. 1204 Latin istilasında Ortodoks kilisesi olan her iki yapı önce yağmalanır, daha sonra Katolik kilisesi oluverir. Ayasofya 1935 de bu kez de müze olarak kullanılmaya başlanır. Bugünlerde ise ne olacak anlamaya çalışıyoruz. Bu binalar da Koronavirüs gibi mutasyona uğramakta ama bu insan eliyle gerçekleşmekte.
İstanbul gibi kültür ve tarih zengini bir şehre sahip olmak büyük mutluluk. Sadece tıp ve sağlık geçmişi ile bile hazinelerle dolu. Zeyrek Camii mükemmel kayıtları ile Bizans’ın en önemli ve eski hastanesi ünvanını kazanmaz mı? Hemşireliğin kurucusu olarak kabul edilen Florence Nightingale’in mesleğine Kırım savaşı sırasında Selimiye Kışlasında hastalara bakarak başladığını kaç kişi biliyor. Ayazmaların her birinin ayrı bir hikâyesi vardır. Topkapı Saray’ındaki Sünnet Odası kim bilir hangi olaylara şahitlik yapmıştır?
Bunları geri plana atarak enerjimizi harcıyoruz ve daha da kötüsü unutuyoruz.
Sahi ne olacak Ayasofya?