02 Ağustos 2020

İnsan deneylerinden hayvan deneylerine geçtik

Yapıldığı dönemde ne toplum, ne de yapanlar bu işte bir yanlışlık olduğunu düşünmüyordu mutlaka. Üstelik denek olarak kullanılanlar zaten toplumun üst seviyelerine ait değillerdi ve bu o günün şartlarında normal karşılanıyordu

1930 yılında ABD'nin Alabama eyaletindeki Tuskegee şehri de tüm dünya gibi Büyük Buhran'ın zorluklarını yaşamaktadır. Siyahi nüfusun yoğun olduğu bu bölgede frengi (sfilis) sık rastlanılan bir hastalık olduğu için sağlık bakanlığı tarafından bir çalışma başlatılmış. O yıllarda frenginin etkin bir tedavisi bulunmamaktadır. Frengili siyahilerin hastalığa daha dirençli oldukları hipotezini doğrulamak için başlatılan çalışmada aynı zamanda hastalığın doğal seyrini de belirlemek üzere hastalar izlemeye alınmış.

Çalışmaya "ücretsiz tedavi" adı altında 600 siyahi çiftçi alınmış. Bunlardan yaklaşık 400'ü frengi hastası iken geri kalanlar da kontrol grubunu oluşturmuş ve hastalara hasta oldukları bildirilmemiş. Ücretsiz tıbbi bakım yanında bir öğün yemek ve ölüm halinde 50 dolar para yardımı o yıllardaki büyük kriz ortamında çok çekici gelmiş ve çalışmaya alınanlar kendilerini şanslı saymışlar. Siyahi bir hemşire, Eunice Verdell Rivers, 1932 - 1972 yılları arasında çalışmanın koordinatörlüğünü yapmış ve çalışmaya katılanlarla yakından ilgilenmiş.

Ancak, çalışma devam ederken frengi için etkin bir tedavi olan penisilin bulunmuş ve 1947'de frenginin tedavisi olarak kabul edilmiş. Sorun bu noktada başlıyor: Bu gelişme hastalara bildirilmemiş, tedavi verilmemiş ve çalışma olduğu gibi devam etmiş. 1970 yılında, çalışmadan tesadüfen haberdar olan bir sağlık bakanlığı çalışanının olayı bildirmesi ve yoğun tepkiler üzerine, çalışma 40 yıldan uzun bir süre sonra, 1972'de sonlandırılmış.

Çalışma sona erdiğinde sadece 74 kişi hayattaymış; 28 kişi frengiden, 100 kişi buna bağlı sorunlardan ölmüşmüş. Kırk kadına eşinden frengi bulaşmış ve 19 çocuk frengili doğmuş. 1997 yılında Başkan Clinton bu olayın mağdurlarından ülkesi adına özür diledi.

1685 yılında Fransa Kralı XIV. Louis'nin makat bölgesinde bir şişlik belirir. Kayıtlar mükemmel tutulduğundan bütün ayrıntılar nettir. 15 Ocak'ta oluşan şişliğin 18 Şubat'ta apse olduğu anlaşılır ve 2 Mayıs'ta da apse patlayarak boşalır ve kral rahatlar. Ancak, günümüzde de bu apseler tedavi edildiğinde sıklıkla bir "fistül" oluşur. Bu bölgedeki fistül bir ucu deride, diğer ucu makatın içinde, iyileşmeyen bir kanal anlamına gelmektedir. Sürekli bir akıntı yanısıra bazen apse de tekrarlar. Kralı bu sorundan kurtarmak üzere cerrah Charles François Felix çağrılır. Ne var ki Felix bu ameliyatı daha önce hiç yapmamıştır ve altı aylık bir hazırlık süresi ister.

Kral ve etrafındakiler bu altı ayda ne olacağını sormuşlar mıdır bilmiyoruz ama cerrahımız bu süreyi bulmuş olduğu 75 hastayı, anestezinin henüz bilinmediği bu dönemde, ameliyat ederek geçirir. Bu hastaların büyük çoğunluğu mahkûmlardır. Diğerlerinin de kendi istekleri ile bu çalışmaya katılıp katılmadıkları elbette bilinmiyor ama "hasta onamı" denilen kavramın ortaya çıkmasına neredeyse üç asır var. Üstelik de her şey kral için olduğuna göre bir önemi de kalmıyor.

Felix değişik ameliyatlar denedikten sonra fistülün kesilip açıldıktan sonra açık tutularak kendiliğinden iyileşmeye bırakılmasının en iyi yöntem olduğuna karar verir. Günümüzde en çok kullanılan yöntem de budur zaten. Anestezi uygulamasına daha çok uzun yıllar vardır ve kralın fistülü kesilerek başarılı bir şekilde tedavi edilir.

Kayıtlara göre Felix bir daha cerrahlık yapmamış. Almış olduğu unvan ve ödül ona fazlasıyla yetmiş olmalı. Ameliyatta kullanılan tarihi alet ise halen Paris'te, Tıp Tarihi Müzesi'nde sergilenmektedir.

Bu iki örnek de insanların denek (kobay) olarak kullanıldığı ve bugün asla onaylamayacağımız tipte çalışmalar. Yapıldığı dönemde ne toplum, ne de yapanlar bu işte bir yanlışlık olduğunu düşünmüyordu mutlaka. Üstelik denek olarak kullanılanlar zaten toplumun üst seviyelerine ait değillerdi ve bu o günün şartlarında normal karşılanıyordu.

Günümüzde ise çalışmalar belli koşullar altında hayvanlar üzerinde yapılıyor. Herkesin heyecanla beklediği Korona aşısı da dahil olmak üzere, birçok ilaç ve aşı önce hayvanlar üzerinde deneniyor, ardından insan çalışmalarına geçiliyor. Homo Sapiens olarak kendimizi diğer hayvanlardan üstün gördüğümüz kesin.

Bugün tıbbın günlük kullanımında olan birçok gelişmenin hayvan deneyleri sayesinde olduğunu biliyoruz. Tıp alanında Nobel ödüllerinin neredeyse üçte ikisi hayvan deneylerine dayanan çalışmalara verilmiş. İlaçlar, aşılar, insulin hep hayvan çalışmaları ile geliştirilmiş. Organ transplantasyonu çalışmaları ve birçok cerrahi işlem hayvan çalışmaları sonrası tıbbın kullanımına girmiş. Günümüz etik değerleri çerçevesinde çalışmalar için öncelikle hayvan gerektirmeyen yöntemlerin denenmesi ve eğer alternatif bulunamıyorsa çalışmaların etik kurallar izlenerek yapılması öneriliyor.

Hayvan deneylerine tepkiler gittikçe artıyor. Yıllar sonra bu çalışmaları yapanlara kötü gözle bakılır mı acaba?

Yazarın Diğer Yazıları

Tıpta güven kaybı

Her şeye rağmen iyi hekimlik yapan/yapmaya çalışan geniş bir hekim ve sağlık çalışanı ordusu mevcut. Gelecekten hiç umutsuz olmadım

Bir kadın evlenince…

Evli bir kadın eşinin haber ve izni olmadan doğum kontrolü için hap kullanırsa veya spiral taktırırsa suç işlemiş mi olur? Eşi mahkemeye başvurursa haklı çıkar mı?

Adli tıp konusu

Yapay zekanın şimdilik nereye kadar gelişeceği kestirilemediğinden adli tıbbın nereye evrileceği de belli değil. Ancak makineler ne kadar gelişirse gelişsin insanın ve bu konuda adli tabiplerin yerini alması gerçekleşmeyecektir

"
"