14 Ekim 2021

Şehitlerimiz ne uğruna, kim uğruna ölüyor?

Neden el âlemin topraklarındayız, neden evlatlarımızı şehit veriyoruz? İktidar, bu sorunun cevabını yıllardır büyük bir yalana dayandırıyor: Beka sorunu. Kitlelerin en hassas oldukları konu ve kavramları istismar ederek, milliyetçi-mukaddesatçı duyguları kabartarak, beka kaygısı yaratarak  hükmediyor.

Gündelik yaşamda boğuşmamız gereken her türlü güçlüğü sürükleyerek gelen Korona salgınının yarattığı karanlık ruh halimizle Onlar’ın bir can, bir insan, hatta bir ad olduğunu bile neredeyse unuttuk. Ayıp bize, ayıp bana!..

“İki şehidimiz, üç şehidimiz” haberleri medyada bile eskisi kadar yer tutmuyor, yüreklerimizde ise hemen hemen hiç. Kalıpçı söylemler, televizyonların vazifeten verdiği cenaze töreni görüntüleri, tabutların önüne bardak gibi dizilmiş siyasilerin timsah gözyaşları. (Timsahlar üzüntüden değil avlarını yutarken zorlandıklarından gözyaşı dökerler.)

O şehitler birer can; anaları, babaları, eşleri, çocukları, yavukluları, arkadaşları, sevdikleri, hayalleri, umutları olan birer insan evladı. “Şehit” diye yaldızlı bir pakete sarıldığında ve de “Şehitler ölmez!” diye naralanıldığında, bir de afili cenaze töreniyle uğurlandığında, sanki etten kemikten, duygudan yürekten, tasadan umuttan azâde gerçek dışı birer varlığa dönüşüyorlar. Oysa onlar,- ki çoğunluğu sözleşmeli astsubay, sözleşmeli er, vb.- bu mesleğe üç kuruş için girmiş yoksul halk çocuklarıdır.

Vatan savunması için mi, birilerinin iktidarının bekası için mi?

Evlatlarımızın şehit düştüğü, yani öldürüldüğü yerler neresi? Türkiye değil; sınırlarımızın dışında, Suriye, Irak gibi komşu ülkelerde, Suriye savaşına kadar adlarını bile duymadığımız topraklarda uğradıkları saldırılarda can veriyorlar. Oralarda, komşularımızın topraklarında bizim askerimizin, bizim evlatlarımızın ne işleri var? Vatan savunması, sınır korunmasıysa; vatanımıza saldıran, sınırlarımızı zorlayan yok, aksine biz başkalarının topraklarına girmiş, hatta oralarda yerleşmiş durumdayız. Saldırıya oralarda maruz kalıyoruz. Mesele sınırlarımızı korumak, dış tehditler olduğunda vatanımızı savunmaksa bunun için sivil asker yeterli güce ve azme sahibiz. Peki neden el âlemin topraklarındayız, neden evlatlarımızı şehit veriyoruz?

İktidar, bu sorunun cevabını yıllardır büyük bir yalana dayandırıyor: Beka sorunu. Kitlelerin en hassas oldukları konu ve kavramları istismar ederek, milliyetçi-mukaddesatçı duyguları kabartarak, beka kaygısı yaratarak  hükmediyor.

AKP-MHP iktidarı beka sorunu derken haklı, ama neyin bekası? Suriye’de rejim değiştirmeye soyunulduğundan bu yana atılan ve artık hata sınırını aşıp suça dönüşen adımlar vatanın değil iktidarın bekası için atıldı atılıyor. Metin Gürcan iki gün önce t24’te çıkan yazısında “Türkiye’nin dış politikası yok, tek kişinin siyasî bekası için yürütelen dış ilişkileri var” diyordu. Ben, bu cümleye şöyle bir ek yapmak isterdim: “Tek kişinin ve Bahçeli’de sözcüsünü bulan Kürt düşmanı, militarist, şoven Türk milliyetçisi çizginin bekası…”

Kuzey Suriye’ye yeni müdahale sinyalleri

Sayemizde tam bir savaş ve kaos alanına dönüşen, kimin elinin kimin cebinde olduğunun bilinmediği Kuzey Suriye’de her anlamda sıkışan iktidar, bezirgân zihniyetiyle sürdürmeye çalıştığı Suriye siyaseti sonucunda ABD’den sonra Rusya ile de bozuşunca Erdoğan “Bir akşam ansızın girebiliriz” nakaratını tekrarlamaya başladı. Evlatlarımızın kanı canı üzerinden siyaset yapmaya, şehitlik edebiyatına, beka korkutmacasına önümüzdeki günlerde hız verileceği anlaşılıyor.

Sen önce İdlib’de, ne kadar IŞİD veya El Kaide mutantı cihatçı varsa toplanmalarına doğrudan ya da dolaylı müzahir ol; ÖSO denilen ve bizim vergilerimizle, milli servetimizle beslenen sözde muhalif güruhları rejime karşı kullanmak üzere koruyup kollarken evlatlarımızın ölmesine olanak sağla; bir komşu ülkenin topraklarına yayılmaya çalış, sonra işler karışıp sıkışınca Mehmetciği yeniden sahaya sür.  Bu ne iş, diye sorulduğunda da, bölgeden çekilmemizi isteyen rejim güçlerini durdurmak için, cevabını ver… İyi de, o “rejim güçleri” dediğin, topraklarını cihatçılardan geri almaya çalışan Suriye ordusu, yani memleketin sahipleri.

Muhalefetin en önemli sınavı

Bu yazıyı hem kanları canları üzerinden siyaset yapılan evlatlarımızın acısıyla, hem de zor bela bir araya gelmeye çalışan muhalefetin bu konuda yine/yeniden iktidarın yanında saf tutacağı, beka zokasını yutacağı, bir sınır ötesi harekâta, tıpkı Afrin tezkeresinde olduğu gibi olumlu oy kullanacağı, savaşçı-yayılmacı iktidar çizgisinde yer alacağı kaygısı ve korkusuyla yazıyorum.

Böyle temel ve hayatî bir konuda iktidarın yanlışa yanlış, suça suç ekleyecek vahim adımlarına elinizdeki her türlü imkân ve güçle -ve de hep birlikte- karşı duramıyorsanız, iktidarın bekasına hizmet etmiş olmaz mısınız?

Belki haksızlık ediyorum,  ön yargılı davranıyorum,  ancak bugüne kadarki deneyimlerimiz kuşkucu olmamı, testiyi kırmadan dövmeye çalışmamı haklı çıkarıyor gibi geliyor bana. Öte yandan konunun hassasiyeti, zar zor başarılmaya çalışılan kısmî muhalefet ittifakının önünde saatli bomba gibi duruyor. Erdoğan’gillerin vatan-millet- Sakarya tuzağına düşüldüğü anda,”Siz neyin muhalefetisiniz sorusu” bütün ağırlığı ile gündeme gelir. Benden söylemesi.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Romanını yazamadığım kahramanım Nazar

İnsan benim yaşıma gelip de birlikte yol yürüdüğü,  onlarla zenginleştiği dostlarını, arkadaşlarını yitirdiğinde sadece onların matemini tutmuyor, sadece onlara ağlamıyor. Her giden bizden bir parça koparıp gidiyor. Eksiliyoruz

Bir yazamama yazısı

Yazıyoruz, söylüyoruz, bağırıyoruz, feryat ediyoruz da ne oluyor, ne değişiyor! Anlamsızlık, yetersizlik, boşuna çaba duygusu

Çocukları kefene sokan ruh hastası ilkel zihniyet

ÇEDES'in amacı çocuklarda çevre duyarlılığını geliştirmek ise, ormanlarımızın, tarım topraklarının, doğal zenginliklerimizin nasıl yok edildiğini, açgözlü vahşi talan düzeninin doğal yaşamı nasıl katlettiğini öğretin

"
"